16 Eylül 2020

İçişleri Bakanı ve devlet terbiyesi

Soylu'nun "maçan sıkıyorsa yalnız git" anlamına gelen bu sözlerinden alınması gereken kimdir? Böyle bir durumdan alınması gereken kişi de herhalde milletin güven içinde istediği yere gidip gelebilmesini sağlamak gibi bir görevi olan Bakan'ın bizzat kendisi olmalıdır

Son konuşmalarından sonra iyice karar verdim ki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, esasen terbiye sorunu olan bir tip.

Gerçi AKP'ye geçmeden önce Recep Tayyip Erdoğan hakkında kullandığı ifadelerden de belliydi. Ben mesela utanırım, öyle sözleri Erdoğan'a söyleyemem.

Geçmiş örneklerini hatırlıyorsunuzdur, aklına geleni, ilk aklına geldiği şekilde söyleyebiliyor ve aklına gelenler de çocuklarımızdan duymak istemeyeceğimiz türden sözler olabiliyor.

En son Anayasa Mahkemesi Başkanı ile ilgili olarak devlet terbiyesi ile bağdaşmayan bir tarzda konuştu.

Dün yazmıştım, Anayasa Mahkemesi Başkanı'na sinirlenmesinin nedeni, mahkemenin Anayasa tarafından teminat altına alınmış özgürlükleri koruyucu mahiyette karar vermiş olması.

Bugün Soylu'nun sözlerinin bir diğer boyutuna birlikte bakacağız.

Başkan'a hitaben şöyle diyor:

"Bisikletinle işe git gel bakalım. Özgürüz ya. Tamamen her şey güvenlik altında, hadi git. Niye polis koruması alıyorsun, niye eskortla geziyorsunuz."

Böyle, birinci tekil şahısla hitap ettiği kişi, devlet protokolünün üçüncü sırasında yer alıyor.

Soylu'nun bu protokoldeki yeri ise diğer bakanlarla birlikte yedinci sıra. Yedinci sırayı dolduranların sayısı bugün için kendisi dahil 16 kişi.

İnsanın, kendisinden makam olarak üstte kişilere birinci tekil şahısla hitap etmeleri, devlet terbiyesi bir yana aile terbiyesine de sığmaz.

Öte yandan Soylu'nun sözlerinden anlıyoruz ki Anayasa Mahkemesi Başkanı ya da devlet protokolünde yer alanlardan herhangi biri, tek başlarına bir yerlere gidemiyorlar çünkü Türkiye'de her şey güvenlik altında değil.

Soylu'nun "maçan sıkıyorsa yalnız git" anlamına gelen bu sözlerinden alınması gereken kimdir?

Böyle bir durumdan alınması gereken kişi de herhalde milletin güven içinde istediği yere gidip gelebilmesini sağlamak gibi bir görevi olan Bakan'ın bizzat kendisi olmalıdır.

İçişleri Bakanlığı bunun için var.

Millet huzur içinde yaşasın, istediği yere istediği vasıtayla gidebilsin, gezsin, tozsun diye.

Bunu sağlayamayan İçişleri Bakanı, bu nedenle başkasını eleştiren de İçişleri Bakanı.

Garip, çok garip.

Ve son olarak şunu da hatırlatmak isterim ki Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, millet adına egemenliği kullanan, seçilmiş bir makam.

İçişleri Bakanı ise bulunduğu göreve tayin ile geldi.

Atanmış yöneticilerin, seçilmişlere hitap ederken biraz yutkunup, kelimelerini iyi seçmeleri, milli iradeye saygının da bir gereğidir.

* * *

Demokrasi budur: Seçimle gelen, seçimle gider

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, GP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'na yaptığı "hayırlı olsun" ziyareti, doğal olarak ittifak konusunu da gündeme getirdi.

Her iki lider de ittifak konusunun gündeme gelmediğini söylüyorlar ama bu konuya da değinilmiş olmasında bir tuhaflık yok.

AKP, Erdoğan'ın tek adam olma hırsıyla, sonunu iyi düşünülüp, taşınmadan Başkanlık sisteminin üzerine atladı ve ittifak konusu da kaçınılmaz olarak Türk siyasetinin merkezine yerleşti.

Tabii kendi dışındaki partilerin daha güçlü bir ittifak kurma olasılıkları, AKP'yi telaşlandırıyor.

Kılıçdaroğlu – Davutoğlu görüşmesinin ardından AKP Grup Başkan Vekili Bülent Turan sosyal medyada fikrini paylaşmış.

"Yarım kalan istikşafi görüşmeler yeniden başlıyor. Erdoğan'ı ve milli devlet politikasını tasfiye etmek anlayışındaki adımları Allah biliyor, millet görüyor."

Bülent Bey'in bu ifadesinde demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla benimseyememiş, vesayetçi bir anlayışın izlerini görüyorum.

Bir demokraside, muhalefet partilerinin, iktidarı devralmak için birlikte plan yapmalarından, proje geliştirmelerinden, ittifak kurmalarından daha doğal ne olabilir?

Muhalefetin amacı budur: İktidarı seçimde devirip, kendisi iktidar olabilmek.

Bunu ister ki "milli devlet politikasını" kendi politikaları doğrultusunda belirleyebilsinler.

Çünkü inanırlar ki kendi politikaları, iktidarınınkinden daha iyidir.

Gerçekte kimin daha iyi olup olmadığı değil, milletin hangisinin iyi olduğuna inandığı önemlidir.

Demokratsanız, bunu kabul etmelisiniz.

Erdoğan da seçilmiş bir yönetici olarak bir gün yerini, halkın seçtiği bir başkasına bırakacak.

İktidardaki her siyasetçi gibi; iktidara gelmenin tadını aldığı gibi, iktidardan düşmenin de tadına bakacak.

Millet iradesinden daha yukarıda kimsenin olamayacağı gerçeğini içinize iyice sindirin ki sonra hayal kırıklığınız büyük olmasın.

AKP yöneticileri açısından Erdoğan'ın izlediği politikalar "milli devlet politikası" olarak görülebilir ama muhalefet açısından baktığınızda da bunlar milli bekamızı tehlikeye düşüren politikalar olarak görülüyor.

Bu da normal. Yoksa herkes aynı partinin içinde olurdu zaten.

"Allah biliyor, millet görüyor" diyor ki evet Allah biliyordur, millet de görüyordur.

Üstelik Allah, milletin görmediğini, göremediğini de biliyor olmalı.

Ben de zaten hep bunu merak ederim.

Müslüman olarak Allah'tan bir şey saklanamayacağını bilenler, nasıl olup da "millet anlamaz" diyerek öteki dünyada hesabını veremeyecekleri işlerin içinde olabiliyorlar?

* * *

Emlak işlerini bırak, tarikatlara bak

Eski TBMM Başkanı ve uzun yıllar da bakanlık yapan Cemil Çiçek, "FETÖ ve 15 Temmuz'dan yeterince ders almadık" deyince, Diyanet'in çocuk istismarcısı tarikat şeyhi için yaptığı açıklamayı hatırladım.

Hatırlarsınız 15 Temmuz darbe girişiminin ardından zamanın Diyanet İşleri Başkanı, insanları vaktiyle bu cemaat görünümlü çeteye karşı uyarmadıkları için özeleştiri yapma gereğini de hissetmişti.

Bugünkü Diyanet de Şeyhin çocuk istismarcısı olduğu ortaya çıkınca adama veryansın etti.

"İlim ve irfan ile alakası olmadığı halde, kendilerine menfaat devşiren din istismarcılarına karşı aziz milletimizi bir kez daha uyarıyoruz" dedi.

İş işten geçtikten sonra yapılan bir uyarı bu.

Tıpkı 15 Temmuz öncesinde Fethullahçı çeteye göz yumdukları gibi bu iğrenç adamın tarikatına da göz yummuşlar, burası çok açık.

Araştırdım, bu olay ortaya çıkana kadar Diyanet'in bu tarikat ve şeyhi ile ilgili bir uyarı yaptığını görmedim.

Oysa mantık gereği, bu tarikattan da, bu şeyhten de en önce haberdar olması gereken kurum Diyanet İşleri'dir.

Bu kadar müftü, bu kadar imam bunu fark edemiyor da bu bilgilere ulaşma olanağı olmayan halk nasıl fark etsin?

Onun için son pişmanlık fayda etmez prensibinden hareketle Diyanet İşleri'ni göreve çağırmak isterim.

9 Eylül Üniversitesi'nden Prof. Dr. Esergül Balcı yönetimindeki bir ekibin araştırmasına göre, Türkiye'de belli başlı 30 tarikat silsilesi ve bunların 400 kolu faal durumda.

Sadece İstanbul'da 445 tekke var. 800'ün üzerinde medrese faaliyet gösteriyor. Büyükşehirlerdeki "apartman medreselerinin" sayısını bilen yok ve bunlarda 10 – 12 kişilik küçük kız çocuğu grupları  tarikat eğitiminden geçiriliyor.

Elbette "buralar istismarcı dolu" diyemem ama Diyanet İşleri Başkanlığı bu tarikatlardan ve şeyhlerinden hangileri "ilim ve irfan sahibi" hangileri değil açıklasa da vatandaşlar tedbirlerini baştan alsa daha iyi olmaz mı?

Türkiye'de 2480 tarikat yurdunda kalan 380 bina yakın çocuğu ebeveynleri kimlere emanet ettiğini Diyanet'ten öğrenemezse, ileride savcılıktan mı öğrenecek?

Türkiye'nin emlak zengini olmayı hedefleyen Diyanet'in bu işlerle ilgili somut açıklamalarını bekliyorum.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Damadın biraderi kutsal bir kişilik olmalı

Cumhurbaşkanı'nın sahip olduğu "dokunulmazlık ve koruma zırhlarına" Cumhurbaşkanı'nın yakınları ve onların yakınları da sahip!

Önce demokrat olmayı denemeye ne dersiniz?

Öyle görünüyor ki AKP, sandıkta kaybettiğini "reform" görüntüsü altında geri kazanmanın telaşına düşmüş

Seçmen iradesine pusu kurmuşlar!

Geçtiğimiz yerel seçimde de bu tür uygulamalar olmuştu belli ki bu uygulamaların tadı Erdoğan rejiminin damağında kalmış!