17 Haziran 2025

F-35’leri alamamanın maliyeti

Cumhurbaşkanı da net adres vermese de İsrail’in askeri operasyonlarının Türkiye’nin güvenliği ile yakından ilgili olduğu kanaatinde. Peki Kaan’ların seri üretimi başlayana kadar İsrail’e ya da tehdit algıladığımız başka ülkelere “biraz bekleyin lütfen, daha uçağımız hazır değil” mi diyeceğiz?

myy

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

İsrail’in, İran’a hava saldırılarının ardından Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasının ne anlama geldiğini daha iyi anlamış olmalıyız.

Bu aynı zamanda Türkiye’yi tek başına yöneten ve sanki bu işi de çok iyi yapabilmiş gibi ömrü vefa ettiği sürece de yönetmek isteyen AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkemize yüklediği bir maliyet olarak değerlendirilmeli.

İsrail, neredeyse 2 bin kilometre uzaktaki İran hedeflerini 200 uçakla vururken başrolde F-35 savaş uçakları vardı.

Bu uçaklar, İsrail’den havalandılar, kimse görmeden İran’ın içlerine kadar girdiler ve hedeflerini vurdular.

Bu uçaklar, aynı zamanda saldırıda kullanılan insansız savaş araçlarını yöneten platform görevini de yerine getirdiler ve zayiat vermeden üslerine geri dönebildiler.

Elbette bu işi, bu kadar rahat yapabilmelerinin nedenlerinden biri Irak ve Suriye hava sahalarını istedikleri gibi kullanabilmeleriydi.

İkinci neden de İran hava savunma sistemindeki zafiyet ki bu da yine aynı uçakların İran savunma sistemini daha önce çökertmiş olmalarından kaynaklandı.

Türkiye, F-35 uçaklarının ortak üreticilerinden biriydi.

Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın almamızın ardından programdan çıkarıldık.

Parasını ödediğimiz ve Türkiye’ye teslim edilmek üzere olan F-35’leri alamadığımız gibi ortak üretimden dışlanarak da know how ve gelir kaybettik.

S-400’lere ise malum, 2 milyar 500 milyon dolar ödedik ve depoda bekliyor.

Ukrayna savaşı da gösterdi ki Rusya bu sistemlerle kendi hava sahasını bile savunmakta zorluk çekiyor.

S-400’ler nedeniyle F-35 programından çıkarılmamıza karar verildiğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin bu program için 1 milyar 250 milyon ABD Doları ödediğini belirttikten sonra şunu söylemişti:

“Böyle yanlış bir adım atarlarsa, uluslararası tahkim mahkemesine götüreceğiz, çünkü bugüne kadar harcadığımız parayı geri ödemelerini isteyeceğiz.”

Erdoğan bu sözü söylediğinde tarih 27 Haziran 2019 idi. Aradan tam altı yıl geçti.

O parayı geri alamadık.

Geri alamadığımız gibi İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini engellemediğimiz takdirde satın almamıza izin verileceği söylenen F-16’lar da ortada yok.

İlginç olan Erdoğan’ın bu konuyu “tahkim mahkemesine götüreceğimizi” söylemesiydi.

Cumhurbaşkanı’nın F-35 anlaşmasının metninden dahi haberi olmadığını bu vesileyle öğrenmiştik.

F-35 ortaklık sözleşmesinde “anlaşmazlıkların yalnızca katılımcılar arasında görüş alışverişi yoluyla çözülebileceği” hükmünün bulunduğunu bilmiyor olmalıydı ki tahkim mahkemesinden söz edebiliyordu.

Cumhurbaşkanı’nın iktidar ortağına göre İsrail’in askeri operasyonlarının “asıl hedefi Türkiye!”

Cumhurbaşkanı bu kadar net adres vermiyor ama o da bu meselenin Türkiye’nin güvenliği ile yakından ilgili olduğu kanaatinde.

Merak ettiğim şu: Acaba kutusundan çıkarmadan depoda tutacağı S-400’leri alırken ne yaptığının farkında mıydı?

S-400’ler için ödediklerimiz, almamıza izin verilmeyen F-35’ler için ödediklerimiz ile üretimden doğan kaybımız filan derken 5 milyar dolar civarında bir kayıp bütçeden söz ediyoruz.

Elbette çok büyük ve önemli bir rakam ama Türkiye ileride bu kaybı telafi edecek potansiyele de sahip.

Ancak hava savunmamız için aynı şeyi söyleyebilir miyiz?

Türkiye’ye yönelik tehdit algımızda öne çıkan ülkelerin hepsinin yeni nesil savaş uçaklarına sahip olduklarını unutmayalım.

Türkiye, böyle kötü niyetli bir planla karşılaştığında nasıl caydırıcı olabilecek?

“Kaan uçaklarımız var” sözü kısa vadede olsa olsa bir siyasi propaganda aracı olabilir; ortada sadece bir tane prototip var.

Elbette Kaan’ın bu aşamaya gelmiş olması çok önemli. Ama kısa vadede derde deva değil.

Kaan’ların seri üretimi başlayana kadar İsrail’e ya da tehdit algıladığımız başka ülkelere “biraz bekleyin lütfen, daha uçağımız hazır değil” mi diyeceğiz?

* * *

Harun gibi gelip, Karun olununca

Feti Yıldız, Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı “Akın Gürlek davası”nın duruşmasındaki sloganlar için, “Bu tip suçlama yapılan politikacılar hâkim huzuruna çıktığında utangaç ve mahcup olarak yere bakardı” diyor. Feti Bey sanırım olayları tam olarak takip edememiş ya da karıştırmış. Bu iktidar döneminde yapılanlara bakılırsa Ankara semaları bir şafak vaktini andıracak kadar kızarmalı
Ekrem İmamoğlu'nun duruşma salonundan paylaşılan fotoğrafı

MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, seçilmiş İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’e yönelik sözleri nedeniyle yargılandığı davanın duruşmasında sloganlar atılmasını şöyle eleştirdi.

“Bu tip suçlama yapılan politikacılar, eskiden hâkim huzuruna veya kamuoyu önüne çıktığında biraz utangaç, çokça mahcup olarak yere bakarlardı. İçine düştüğü duruma, şaşkın tavırlarına insanlar üzülürdü. Utanmanın da bir nimet olduğu görülürdü. Şimdi Maşallah...! Sloganlar, zılgıtlar, alkışlarla…”

Feti Bey sanırım olayları tam olarak takip edememiş ve belki de birbirine karıştırmış.

Bu dava “yüz kızartıcı suçlar” ile ilgili bir dava değildi.

Öte yandan “yüz kızartıcı” suçlar ile ilgili olarak da henüz dava açılabilmiş değil. Yani İmamoğlu aksi kanıtlanana kadar halen masum bir vatandaşımız. Utanmasına gerek yok.

Belli ki bir iddianameye zemin teşkil edecek bilgi ve belge de yok, savcılık iddianamesini yazabilmek için harıl harıl adam tutuklayıp “itirafçı” yaratma peşinde.

Öte yandan “pişkinlik” meselesine değinmesi de dikkatimi çekti.

Türkiye, kendi bakanlığına malzeme satan bakanı, bu iktidar döneminde gördü.

Politikacı çocuklarının ani bir zihin açıklığı ile “gemi taşımacılığı işlerine” dalmaları da bu dönemin bir geleneği sayılır.

“Bunlar gemi değil, gemicik” deyip geçsek bile sayıları hayli çok, onu da belirteyim.

Yardım paralarını cebe indirenlerin değil, onları takip eden savcıların cezalandırıldığını da bu devirde gördük.

Sabahtan akşama kadar dağıtıla dağıtıla bitirilemeyen paralara tanık olduk.

Hediye diye sunulan servet değerinde saatler ve elbiseler, içi para dolu ayakkabı kutuları da, yerli ve milli gelenek olarak bu iktidar dönemine nasip oldu.

Rabbim verdikçe verdi, Harun gibi gelinip, Karun olunabilmesi de bunun bir sonucu.

Yani aslına bakılırsa Ankara semaları bir şafak vaktini andıracak kadar kızarmalı.

Tabii Feti Bey de biliyordur bütün bunları ama belki de “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” demek istiyordur!

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

FETÖ’ye desteklerinin sonucundan ders çıkarmadılar

2010 yılında Fetullahçılar, KPSS sorularını kendi toplulukları içinde dağıttılar ve Fetullahçıların şifreli olarak haberleşmek için kullandıkları ByLock isimli programın kullanıcı listesindeki 700 kişinin, KPSS şüphelisi olduğu ortaya çıktı. Ayrıca 15 Temmuz darbe girişimine katılan subayların 102’sinin eşlerinin de bu sınavda kopyacılar arasında oldukları belirlendi. Bu soruşturmanın sonuçları o günlerde sümen altı edilmemiş olsa, darbeye giden yol kesilebilir miydi?

FETÖ, planını “siyasi otoriteye” nasıl uygulatabildi?

Fetullahçı örgüt, “FETÖ ile mücadelede milat” kabul edilen 17-25 Aralık 2013’ten sonra hangi ilişkilerini kullanarak generalliğe terfi için albaylıkta bekleme süresini dört yıla indirip, henüz sırası gelmeyen mensuplarını da terfi sırasına dâhil edebildi? 15 Temmuz darbe girişiminin dokuzuncu yıl dönümünde “siyasi ayak” konusunda en küçük bir gelişme bile olmaması kimsenin dikkatini çekmiyor mu?

15 Temmuz’un yanıtlanmayan soruları

Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ve zamanın MİT Müsteşarı Hakan Fidan yanıtlamayı reddetse de 15 Temmuz’un dokuzuncu yılında bir kez daha soruyorum: “Üç helikopterle MİT Müsteşarı kaçırılacak” ihbarı nasıl oldu da “darbe girişimi” olarak değerlendirilmedi, karargâhtaki subayların Fetullahçılar arasından özel olarak seçilmesini kim sağladı, bu darbe girişimi en başından önlenebilir miydi?

"
"