05 Ekim 2024

Seni seviyorum, ama...

Aşk bitmiş midir, bunu elbette kesin olarak bilemeyiz ancak ‘ama’nın arkasından kurulacak cümle ilişkiyi sonlandırma mesajını taşır...

Küçük bir oğlan çocuğu, günün birinde elindeki Mickey Mouse dergisini babasına gösterip “Sen bunun kadar iyi çizebilir misin?” diye sormasaydı, adam belki de Andy Warhol’dan sonra günümüzün en çok tanınan “pop sanatçılarından” biri olamayacaktı.
Roy Lichtenstein’dan söz ediyorum.

Buradan itibaren Roy diye yazacağım; arkadaşım değil ama soyadını yazmak da hayli zahmetli, huzur içinde yatmasını dilediğim mezarında kusuruma bakmaz sanırım.

Roy aslında küçük yaşlardan itibaren sanata meraklıydı, Ohio Üniversitesi’nde sanat da okumuştu.
II. Dünya Savaşı sırasında askere gitmiş, yeteneğini teknik ressamlıkta kullanmış, savaş sonrasında da geçinmek için bu işi yapmaya başlamıştı.

Roy Lichtenstein (Fotoğraf: Bill Ray)

Bir yandan kübik resimler de yapıyordu ancak bu resimler onun kendisi gibi ressam olmaya çabalayan binlerce sanatçı arasından sıyrılmasına yetecek düzeyde değildi.

Ama oğlunun ona bu meydan okuyuşu, bütün hayatını değiştirdi, sanat tarihinde unutulmayacak isimler arasına girmesini sağladı.

Marifet bunu akıl etmekte

Yaptığı iş ilk bakışta çok basit gibi görünüyor olabilir.

Sonuç olarak zaten çizilmiş bir şey var. Çizgi romanlardan birtakım kareler seçiyorsun, sonra bu basit çizimleri noktalar ile renklendirerek yeni bir resim yapıyorsun.

O kadar ki resimlerin içindeki konuşma balonları ya da efekt yaratsın diye yazılmış yazılar bile aynı.

Yani isterseniz siz de resimlere baktıktan sonra Kenan Paşa gibi “Ne var bunda yahu, ben de yaparım netekim” diyebilirsiniz ama yine de uyarmış olayım ki çok ayıp olur.

Ayrıca marifet bunu düşünüp yapan ilk sanatçı olmak.

Roy’un eserlerinden oluşan bir retrospektif sergiyi 10 yıl kadar önce Londra’da Tate Modern’de gezmiştim; benim için unutulmayacak günlerden biriydi.

Roy Lichtenstein’ın bir resmini alabilecek kadar paraya sahip olmama olanak yok.

Virginia Piyangosu’nda büyük ikramiyeyi tek başıma kazansam bile resme gelene kadar başka ihtiyaçlarım var: İnsanlık için küçük, benim için büyük ihtiyaçlar!

Üç yıl önce Christie’s’deki müzayedede, 1961’de yaptığı “I Can See the Whole Room! ... and There’s Nobody in it!” adlı tablosu 43 milyon 200 bin dolara satılmıştı ki bu baş eserlerinden biri sayılmazdı.

Kadının büyüsü hüzünlü gözleri

Mesleğe başladığı yıllarda tuzağıma düşüp dergilere illüstrasyon ve vinyet çizmek zorunda kalan grafik sanatçısı arkadaşım Birol Bayram, Roy’a olan düşkünlüğümü bilirdi. Bana sürpriz bir hediye olarak bir tablosunu kopyaladı, ona bakarken de orijinaline bakar gibi aynı tadı aldığımı söyleyebilirim.

Roy bugün üzerinde sohbet ederiz diye düşündüğüm tabloyu 1964 yılında çizmiş. Altmış yaşında bir tablo.
“Oh... Jeff... I love you... But...” isimli tablo!

Roy’un bütün tablolarında olduğu gibi konuşma balonunda yazan sözler aynı zamanda tabloya adını da veriyor.

Resme kaynaklık eden çizgi roman, DC Comics için romantik çizgi romanlar yaratan Tony Abruzzo’ya ait.
Kız, çizgi romanda, telefonda görüştüğü kişiye “Ah, Danny, çok üzgünüm! Gitmeyi çok isterdim ama o gece başka bir partiye gideceğim!” diyor.

Roy aynı çizgiyi temel almış ancak sözleri biraz değiştirip kırpmış.

Eleştirmenler, sözlerin resimdeki dramatik havayı daha da vurguladığını söylüyorlar.

V. S. Borchert bu resmi Roy’un “baş eseri” olarak nitelerken buna dikkat çekiyor.

Acı çeken, güzel, sarışın, dolgun dudaklı kızın büyüsünün “bir aşk ilişkisine teslim olmuş gibi görünen hüzünlü gözlerde” olduğuna dikkat çekiyor.

Kararını vermiş açıklama yapıyor

Bu resme “Roy’un Mona Lisa’sı” diyenler de var.

Tate Modern’deki sergiyi gezerken aldığım broşürde bu bilgileri okuduktan sonra resmin önünde uzun uzun durmuştum.

Sarışın kızın yüzündeki hüzünlü ifadeye doğru çekildiğimi hissettim. Bu arada söyleyeyim, resim 122 santimetreye 122 santimetre ölçülerinde.

Böyle bir cümlenin sonundaki üç noktadan sonra nelerin söylenebileceğini düşündüm.

Çünkü cümle böyle kuruluyorsa bitmekte olan bir ilişki var demektir.

Aşk bitmiş midir, bunu elbette bilemeyiz ama belli ki kız ilişkiyi sonlandırmaya karar vermiş, “Ben de seni seviyorum, fakat” diye açıklamaya girişiyor.

Kızın Jeff’i hâlâ sevdiğini düşünmemiz için hüzünlü yüz ifadesinden başka ipuçları da var: Sol eliyle ahizenin konuşma bölümünü okşar gibi tutuyor, sanki karşısında konuşan erkeğin çenesini okşuyor.

Elleri birazdan adamın ensesine doğru kayacak ve kendine doğru çekecek, gözler yumulacak, dudaklar birleşecek gibi.

İşte arkadaşlar, benim anlayamadığım da budur: Birisine âşıksan o ilişkide “ama” bağlacına yer var mıdır?

“Seni seviyorum ama” diye başlayan bir cümle kurulabiliyorsa, “sevgi” o kadar da sağlam değildir gibi geliyor bana.

Çünkü “ama”nın arkasından kuracağınız cümle ilişkiyi sonlandırma mesajını taşır.

“Seni seviyorum ama Hüseyin evlenme teklif etti.”
“Seni seviyorum ama onun beni sevmesini seviyorum.”
“Seni seviyorum ama benden daha iyilerine layıksın.”
“Seni seviyorum ama bu ilişki artık beni yordu.”
“Seni seviyorum ama hiç yanımda değilsin ben de mecburen Özgür ile takılıyorum.”

Böyle binlerce cümle kurabilirsiniz, yeter ki “seni seviyorum” dedikten sonra ardına bir “ama” ekleyin.

Hepsi bir tek anlama gelir:

“Seni artık o kadar da sevmiyorum ama bunu adam gibi söyleyecek kadar cesur değilim, sen de anla artık, düş yakamdan.”

Mantık ile kalp, nadiren aynı şeyin gerçekleşmesini ister. Bir aşk cümlesine “ama” ile başlıyorsak, mantıklı bir açıklama peşine düşmüşüz demektir. Sevginin, aşkın sonuna bir “ama” koyuyorsanız, bu mantığın kalbi alt ettiği anlamına gelir

Tabii böyle olunca bir içten pazarlıklılık durumu da gündeme gelir ama bu meseleye şimdilik girmeyeceğim. O bahiste ayrı bir resim var bildiğim. Onu da bir başka yazıda konuşuruz. Kim bilir, belki aranızda para toplayıp önümüzdeki mayıs ayında meslek yaşamımın 50. yılı için hediye olarak bana o resmi alırsınız. Aşağı yukarı 70 - 80 milyon kişi bir araya gelse, herkes 1 dolar verse filan falan!
Mantık ile kalp, nadiren aynı şeyin gerçekleşmesini ister.

Bir aşk cümlesine “ama” ile başlıyorsak, bu mantıklı bir açıklama peşine düşmüşüz demektir.

Tabii cümleyi kuran açısından söz konusudur bu, olay ya da durum karşısındaki pozisyonunu vurgulamak için mantıklı bir açıklama ihtiyacı!

Sevginin, aşkın sonuna bir “ama” koyuyorsanız, mantık kalbi alt etmiş demektir.

Hayatınızı nasıl yaşamak istediğinizle ilgili bir seçimin de ilk adımıdır bu.

1. Aşksız ama huzurlu, rahat, düzenli vs. bir hayat mı?

2. Yoksa aşk dolu, heyecanlı, bazen kavga - dövüşlü ama her saniyesini hücrelerinizde hissedeceğiniz bir hayat mı?

Karar bununla ilgilidir.

Benden duymuş olmayın ama birincisini seçerseniz ona “hayat” denmez, “yaşantı” demek durumunuzu daha iyi tanımlayacak bir kelime olur.


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı Oksijen'den alınmıştır.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

Yine yakmış yar mektubun ucunu!

İnsanlar birilerini beğendiklerinde artık sosyal medyadan “direkt yürüyorlar.” Oysa flört etmenin, hepsi bir diğerinden heyecanlı bin türlü yolu var ve işin tadını artıran da bu hazırlık aşamaları...

Daha iyi sevmenin yedi yolu

The New York Times’ın “Modern Love” köşesinin editörü Daniel Jones, 20 yıldır okuduğu mektuplardan süzülen deneyimlerinin ışığında “Daha iyi sevmenin yedi yolu” başlıklı bir yazı kaleme aldı. O yazıyı bu sayfaya sığdırabilmeme olanak yok ama sizin için özetledim...

"
"