24 Ağustos 2024

"Çıkma teklifi" geri gelsin mi?

Bugünlerde kadın-erkek ilişkilerinden söz edilirken çok sayıda yeni kavramla karşılaşıyoruz. "Durumdaşlık" diye Türkçeleştirilen "situationship" bunlardan biri. Bu durumda, adı tam olarak konulmamış bir ilişki var; duygusallık ve cinsellik de içerebilen ama başı sonu üzerine hiç konuşulmamış bir ilişki modeli...

Bugünlerde bir kızı beğenen bir delikanlı, karşısındakine bu durumunu nasıl açıklıyor, bilemiyorum. Uzun süredir uzak kaldım!

Bizim gençliğimizde bu iş zamanın ruhuna uygun olarak çok üstü kapalı olurdu.

"Arkadaşlık teklif etmek" gibi!

Oysa zaten arkadaş değil miydik? Aynı sınıfta ya da aynı okulun aynı koridorunda sürekli bir arada bulunduğun bir kıza gidip "arkadaş olalım mı" diye sormanın ne kadar tuhaf olduğunu büyüyünce anladım.

Sonraları bunun yerini "çıkma teklif etmek" gibi bir kavram aldı.

Çıkmak? Nereye çıkıyorsun?

Bu iş adım adım çıkacağın bir tür merdiven gibi algılandığı için böyle deniliyordu diye aklımdan geçerdi hep.

Önce pastane, bir süre sonra sinema, el ele film seyretmeler filan, sonra bir kuytuda ilk öpücük!

Evet, belki de adı bunun için "çıkmak" diye konulmuştu. Adım adım ilerleyen ve her adımda bir sonrakini planlayıp onun heyecanını yaşayarak!

Tabii çoğu zaman merdivenler, benim öngördüğümden daha önce bitiveriyordu. Kaç nesil bu uğurda telef oldu, bilmiyorum.

Tarihle birlikte flört de değişiyor

Flörtün de bir tarihi var ve bu tarihi belirleyen şey kadın - erkek ilişkilerinde zaman içinde görülen değişimleri izliyor.

Bu tarihin ana omurgasını kadının özgürleşmesi oluşturuyor ve tarihin her ileri aşamasında flörtten anladığımız şey de değişiyor.

Sonsuz bir değişim süreci gibi görünebilir ve öyle de olacak; insanlık günün birinde bu dünyayı kendisi için yaşanmaz hale getirene kadar bu böyle sürecek.

Tarihsel sürecin bizi getirdiği yerde de kadın - erkek ilişkilerinde yeni bir dönemecin işaretlerini görebiliyoruz.

Bu ne yönde, nasıl gelişecek bilemem; falcı değilim ama insanların beğendikleri birinin gönlünü ve aklını çelmekten hiç vazgeçemeyecekleri üzerine iddiaya girerim.

Bugünlerde kadın - erkek ilişkilerinden söz edilirken çok sayıda yeni kavramla karşılaşıyoruz.

"Durumdaşlık" diye Türkçeleştirilen "situationship" bunlardan biri.

Bu durumda, adı tam olarak konulmamış bir ilişki var; duygusallık ve cinsellik de içerebilen ama başı sonu üzerine hiç konuşulmamış bir ilişki modeli.

Doğrusunu isterseniz bunun kadınlar için çok uygun olmadığını düşünüyorum.

Hayır, geri kafalı olduğum için değil, bir kadının böyle bir konuyu açıklığa kavuşturmadan huzur bulamayacağını bildiğim için!

Kadın zihni erkek zihnine göre daha karmaşık, bunu biliyoruz.

Erkek zihnini bir lokomotife bağlanmış vagonlar gibi düşünebiliriz. Erkeğin düşün ve duygusal dünyasında, sosyal hayatında birçok şey birbirine değmeden bu ayrı vagonların içinde cereyan ederken, kadınlarda bu mümkün olmaz.

Onlarda deyim yerindeyse tek bir vagon var, duygusal, düşünsel, sosyal her şey bu vagonun içinde birbiriyle etkileşim içinde!

Bana öyle geliyor ki "üzerinde hiç konuşulmamış ve adı konulmamış ilişki", kadının öyle istemesinden daha çok erkekten kaynaklanan bir durum olmalı.

Emin olun zayıflık değil

Kadının buna gösterdiği sessiz rıza, zorunluluktan ya da "dur kıçıma bir yer edeyim, gör sana neler edeyim" diye düşünüyor olmasından kaynaklanıyor olabilir.

"Zorunluluk hâli", kadının görece zayıflığından kaynaklanmaz. Bunun birçok nedeni olabilir; yedekte bir sevgili adayı bulundurmaktan tutun da "şu anda sırası değil, önce doktoramı bitireyim" diye aklından geçirmesine kadar!

Deniz Gök, televizyon için senaryo yazan bir genç kadın. Hangi dizilerin senaryolarını yazdı, hangilerine katkıda bulundu bilmiyorum ama Ebru D. Dedeoğlu'nun yazdığına göre "unutulmayan diziler" yazmış. İlk romanı "Çıkma Teklifi Geri Gelsin" yayımlanınca Dedeoğlu, Gök ile T24'te yayımlanan bir söyleşi yaptı. Deniz Hanım kadın - erkek ilişkilerinde, ilişkinin adının açık seçik konması gerektiğini düşünüyor. "Durumdaşlık" ilişkisini reddediyor; şöyle anlatıyor:

"Çıkma Teklifi Geri Gelsin diyorum çünkü ilişkideki beklentimizi birbirimize net bir şekilde ifade edelim istiyorum. Ben demiyorum ki mutlaka herkes tek eşli olsun ve sevgili olsun. İsteyen istediği gibi yaşasın. Ben kendini ilişki içinde zanneden kadın evde gelinlik bakarken veya partnerine sadık kalırken, partneri beş kadınla aynı anda flört etmesin, yaşadıkları şey ikisine göre aynı şekilde adlandırılsın, aynı koşullarda olsun diyorum. Merhaba ben sevgili istiyorum, merhaba ben istemiyorum, o zaman görüşmeyelim, bu netlikte olsun her şey. Birbirimize karşı dürüst olalım, kaybetme korkusu ile karşımızdakini idare edeceğiz, elimizde tutacağız diye ayaküstü kırk yalan atıp hiç olmadığımız gibi davranmayalım."

Hepsi bir arada aynı anda...

Teorik olarak bu mümkün ve ideal ilişki modeli olabilir tabii ama hayatın pratiğine uymayabilir. Tarihsel süreci, bugün "durumdaşlık" denilen ilişki biçimini yaratan toplumsal koşulları ihmal ediyor gibi geliyor bana.

Elbette şimdi dönem böyle diye herkesin buna kendisini uydurmaya çabalamasına da gerek yok. Tarih boyunca olduğu gibi bunların hepsi bir arada ve aynı anda yaşanabilir. Sosyolojinin bize öğrettiği gibi zaman içinde bazı ilişki biçimlerinin sönümlendiğine, geride kaldığına tanık oluruz.

Tarımın keşfi toprak mülkiyetini ortaya çıkardı; o da kendi insan ilişkilerini yarattı.

Günümüzün hâkim üretim biçimi farklı kılıklarda da olsa kapitalizm ve tarihi 16. yüzyılın ikinci yarısından başlıyor.

İnsanın dünya yüzündeki on binlerce yıllık serüveni içinde bir toz zerresi sayılabilecek bir süre bu.

Ama zamanın hızı, eskisinden daha farklı ve o hız, toplumsal ilişkilerimizi de aynı şekilde etkiliyor, değişimler hızla, bazen göz açıp kapayana kadar gerçekleşmiş oluyor.

Adı "sevgililik" olarak konmuş olmakla birlikte, "öyle değilmiş gibi" yaşanan ilişkilerden yakınan çok mektup aldım.

İlişkinin sadece "birebir" yaşandığı, çiftlerin birbirlerini arkadaşlarıyla ya da aileleriyle tanıştırmadığı bir model bu.

Siz "sevgilim var" diye düşünseniz de sizi ailesiyle ya da arkadaşlarıyla tanıştırmayıp ilişkiyi birebir idare etmeye çalışan kişinin öyle düşünmediğine işaret bu tür davranışlar.

Geçenlerde bir okurum sevgilisinin, kendisine bir gün önce haber vererek ve onu davet etmeyerek bir arkadaş grubuyla mavi yolculuğa çıktığından yakınıyordu.

Çiftlerin arasına girecek yorumlar yapmaktan kaçınırım ama bence bu da tipik bir "alarm" işareti. Her ilişki, yaşayanlar için "özel ve kendine özgü" gibi görünür ama unutmayalım ki psikoloji, psikiyatri gibi disiplinler, kendimize özgü zannettiğimiz şeylerin genel sonuçlar çıkarmaya elverişli olacak kadar çok tekrarlandığını gösteriyor.

"Durumdaşlık" peşindeki erkeklerden gına getiren genç kadınlar, kuşkusuz ki geçmişe özlem duymuyorlar. "Sevgili" olmanın sorumluluğunu yüklenmek istemeyen erkeklerden uzak durmaya çalışmalarında şaşılacak bir durum yok. 


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

"
"