28 Mart 2020

Kurtuluş yok tek başına ya da bu daha başlangıç

Özellikle altın için ormanları talan eden, dereleri kurutan holding patronlarına, köprüleri öve öve bitiremeyen milyon dolarlık futbolculara, kanalın ne kadar faydalı olacağını söyleyen köşe yazarlarına, doğanın talan edilmesine alkış tutan sanatçılara küçük bir çağrım var

Yazıya başlığını veren sloganlar şimdiye kadar herhangi bir mitinge, eyleme katılmayanlar için yeni olabilir. "Amaan bunlar da hep bölücü diyenler" içinde tanıdık ve sevimsiz sözler. Kader bu ya söyleyenler tarafından bile anlaşılmayan bazı sözlerin, sloganların hayatın ta kendisini anlattığı günler bazen kapıda belirir. 

Hayat tuhaftır. Yazıldığı gibi yaşanmaz. Yazıldığı gibi yaşandığı olur ama onda da muhakkak bir eksiklik kalır. Çünkü yazan kendi anladığını aktarır. Konuştuğu gibi düşünmeyen, düşündüğü gibi yaşamayan, ne yaşadığını anlatmayan ya da anlatamayan enteresan bir varlıktır insan. Herkes kendi hayatının penceresinden bakıp görebildiği kadarını yaşar, hayal edebildiği kadarını umar. Tıpkı Koronavirüs ışık hızıyla yayılırken bütün dinlerin ve vicdanların komşusu açken tok yatanın bizden olmadığı sözünün yazıldığı gibi yaşanmadığına tanıklık ettiğimiz gibi. Bir futbolcu virüsten kaçmak için ada satın aldı mesela. O sırada bir inşaat işçisi belediye otobüsüyle kuşluk vakti işe gidiyordu. Bir sanatçı büyük havuzlu villasının bahçesinden "#hayatevesığar" hastaglı mesajlar paylaştı. Bu sırada 60 metrekarelik evin kirasıyla birlikte faturaları nasıl ödeyeceğini kara kara düşündü Ayşe abla. Holding patronu günlerdir camdan ofisine uğramıyor ama telefonlara bakmaya devam eden sekreter var, kapıda güvenlik görevlisi. Yani hayat birileri için rayından çıkan birkaç şeye rağmen olabildiğince düzenli şekilde devam ediyor.

Tüm hükümet yetkilileri "evde kalın" çağrısı yapıyor. Bu arada virüs nedeniyle sendikal faaliyetler askıya alındı. Arabuluculuk ve Yüksek Hakem Kurulu işlemleri geçici süreyle durduruldu fakat yüz binlerin işe gitmesi durdurulmadı. Yüz binler hâlâ sabah gün ışımadan kalkıyor, hazırlanıp işin yolunu tutuyor. Otobüslere biniyor, metrolardan iniyor. Vapur kaçacak diye koşturuyor. Çünkü bazı ekonomik sistemlerde birileri yönetir, birileri de her daim çalışır. Şimdi bazı insanlar ölümüne çalışıyor. İş güvencesi olmayan, günlük işlerde çalışan on binler de evlerinde "bugün ne yesem" diye online sipariş alan sitelere değil, iş bulma sitelerine ve cüzdanına bakıyor.

Sosyal medya sayesinde aynı virüse kapılma ihtimali olan insanlar arasında makasın ne kadar açık olduğunu bir kez daha gördük, görüyoruz. Yaşadıkları gösterişli hayatı sergilemekten hiç çekinmeyen hatta bunu bir fırsata çeviren aymazlıkla sabah işe gitmek zorunda olan aynı gemide değil.

"Şöyle bir deniz havası alalım" demesine gerek olmayacak kadar denizin dibinde oturanlarla bodrum katlarına sığmaya çalışanlar aynı gemide değil çünkü.

"Kurye var canın ne istiyorsa sipariş ver getirir" diyenlerle, maskeye verecek parası olmayan kurye aynı gemide değil. Çünkü uyduruk bir maske bile 7,5 liradan başlıyor.

Yurtdışı uçuşlarının iptal edilmesine üzülenle, hayatında bir kez bile yaşadığı semtin dışına çıkamamış olanlar aynı gemide değil.

"Evde çok sıkılıyorum yea" diyenle hapishanelerde bu virüsle baş etmek zorunda olanlar aynı gemide değil.

Lakin Koronavirüs pek ayırım yapacağa benzemiyor. Çöpleri toplayan belediye işçisi, sucu, kurye, market çalışanı, güvenlik görevlisi, tezgahtar, kağıt toplayıcısı, evsiz, göçmen yani sokaklarda olmak zorunda olan yüz binler sağlıklı olmadan hiç kimse sağlıklı kalamayacak.

İster bir ada satın alın, ister villaların duvarlarını birkaç metre daha arttırın. O virüs sizi mutlaka bir yerde yakalayacak. Bitti sandığınız anda mesela. Her şey yoluna girdi diye 'atlayıp bir uçağa' gittiğiniz bir yerde, hatta daha gitmeden belki kapıda… Ya paranoyak olacaksınız ya hasta. Daha evvel de söylemiştim ve yine "korkutmak gibi olsun" diye söylüyorum doğayla savaşa girdik ve bu savaşı kaybettik. Şimdi düşünme zamanı. Bunun içinde bol bol vaktimiz var.

Günlerdir evdeyiz. Evden çalışıyor, dünyaya evden bakıyoruz. Yani hiç bir köprüden geçemiyor, hiç bir havalimanına gidemiyor, tünellere giremiyoruz. Bir virüs dünyayı dize getirdi. Meğer uzun köprülere, büyük havalimanlarına, denizi yaran kanallara değil, sağlığa, temiz gıdaya, suya ihtiyacımız varmış. Malum kanal yenmiyor, içilmiyor ve en kötüsü iyileştirmiyor.

Özellikle altın için ormanları talan eden, dereleri kurutan holding patronlarına, köprüleri öve öve bitiremeyen milyon dolarlık futbolculara, kanalın ne kadar faydalı olacağını söyleyen köşe yazarlarına, doğanın talan edilmesine alkış tutan sanatçılara küçük bir çağrım var. Birlik ve beraberliğe gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde elinizdekinin binde birini her sabah işe gitmek zorunda olan işçilerle, işsiz kalanlarla bölüşmeye ne dersiniz? Zira sizin bozduğunuz, talan edilmesine alkış tutuğunuz dünyayı onlar derleyip toparlamaya ve hepimiz için yeniden yeniden yaşanılır kılmaya çalışıyor. İnanın bu kez tek başına kurtuluş yok… Ve bu daha başlangıç…

Dua ile…

Sevdiğim biri, Yaşar Kemal’in sözlerini hatırlattı dün; "Bir dil bulacağız, her şeye varan, bir şeyler anlatabilen. Böyle dilsiz, böyle düşmanca, böyle bölük pörçük dolaşmayacağız bu dünyada."

Bu virüs salgını bitip bütün bunlar sona erdiğinde sağlık, gıda, iklim gibi hayati konuları patronların ve iktidardakilerin insafına terk etmeden elbirliğiyle soracağımız, sorgulayacağımız, talep ve ısrar edeceğimiz kararlılık ve inat diliyorum.

Bu da benim duam olsun.

Fotoğraf: Murat Bay/ Sendika.Org

Yazarın Diğer Yazıları

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

Neyi seçeceğiz?

Biz 14 Mayıs'ta kimin şampanya patlatıp, kimin namaz kılacağını seçmeyeceğiz; isteyenin şampanya patlatıp, isteyenin dua edeceği, inancı, dili, dini nedeniyle kimsenin ötekileştirilmediği bir ülkede yaşama arzusunu seçeceğiz