22 Mart 2020

Yeni ve güçlü bir enstrüman: İstanbul Sözleşmesi

Bugün geçmişin bize yüklediği sorumluluk ve geleceğin aydınlık beklentisi ortamın karanlığına karşı direnmede gücümüz

Canan Güllü*
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı / Aktivist

Süreç 2011 yılında başladı. 1 Ağustos 2014 tarihine gelindiğinde, geçen zaman diliminde yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesi kanununun eksiklerini de gideren kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açıldı ve TBMM tarafından onaylanarak tamamlandı.

Adalet Bakanlığı verileri ile 2002 -2009 yılları arasında 7 yılda yüzde 1.400 artan şiddet oranları yasal mevzuatın elden geçirilmesine ve önleyici tedbirlerin alınmasına yönelik çalışmaları hızlandırdı. Bu nedenle eksiksiz ve bölgesel olarak, önleyici ve destek mekanizmalarıyla, yeni bir mevzuat oluşturmak 3 yıl sürmüştü. Sahada çalışanların çözüm önerileriyle yerli ve milli bir sözleşmemiz oldu.

Birilerinin söylediği gibi bunun dışarıdan empoze edilen bir sözleşme olmadığının altını çizmek gerek.

Yine sözleşme Avrupa Konseyi üye devletlerinin şiddetsiz bir Avrupa yaratma düşüncesinin de ortak emeğidir. Konsey toplantısının İstanbul'da yapılması süresinde imzalandığı için adı İstanbul Sözleşmesi olarak konulmuş ve kısaca öylece anılmaktadır. Sözleşme 42 ülke tarafından imzalamıştır. Sözleşme kadına karşı şiddet, ev içi şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin bugüne kadar ki en kapsamlı tanımlamaları yaparak; cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele edilmesi, erkek şiddetinin önlenmesi, şiddete karşı tedbir alınması konusunda, taraf devletlere pek çok yükümlülük yükleyen ilk sözleşmedir.

Daha açık bir ifadeyle Sözleşme'nin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (örneğin eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddetin) ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belgedir.

Sözleşme çerçevesinde ev içi şiddet, aynı evde yaşıyor olsun ya da olmasın mevcut ya da eski eş ya da partnerler arasında yaşanan her türlü şiddet edimini içerecek şekilde anlaşılır. Dolayısıyla 'aile' olmayı, evlilik birliği içinde bulunmayı ya da aynı evi paylaşıyor ya da paylaşmış bulunmayı gerektirmez. Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler o denli önemlidir ki; silahlı çatışma durumlarında bile geçerliliğini korur ve taraf devletlerin bunu garanti altına alması gerekir. Kapsama bir göz atacak olursak: İstanbul Sözleşmesi, 'kadına yönelik şiddet' ve 'ev içi şiddet' mağdurlarını kapsamaktadır (m.3/e). 'Mağdur', 3.maddenin a ve b bentlerinde tanımı yapılan, 'kadına yönelik şiddet' ve 'ev içi şiddete' maruz kalan herhangi bir kimse anlamına gelir (m.3/e). Kız çocukları dahil, yalnızca kadınlar, kadınlara yönelik şiddet mağduru olabilmesine rağmen, erkekler ve oğlan çocukları da ev içi şiddet mağduru olabilirler. Dolayısıyla Sözleşme, ev içi şiddet mağduru olan, yaşı ne olursa olsun (çocuk, genç, yetişkin, yaşlı) kadın ve erkek herkesi, ev dışında ise şiddet mağduru olan kadınları kapsamaktadır. Aslında tam da burada bir bardak suda kopan fırtınadan bahsetmek gerekmektedir. Malum bazı medya organları, tarikat ve cemaatler bu sözleşmenin "eşcinsel evliliklerine yol açacağı için 'kutsal aile yapısını' bozduğu" söylemi ile gündem yaratmaya çalışıyorlar. Tabiî ki öncelikle aileyi kutsal bir tanım için koyarak yanlışı yapıyorlar, sonra sözleşmenin ruhunu anlamadıkları için çok yanılıyorlar.

İstanbul Sözleşmesi şiddete uğrayanın cinsel kimlik ve yönelimine bakmadan mağdur odaklı korumayı öngörür. İşte bu ruhu anlamayan ve kadınların uğradığı şiddeti görmeyenlerin anlayışındaki eksiklik can yakmaktadır.

Aslında Sözleşme, erkeklerin de ev içi şiddet mağduru olabileceğinden söz etmesine rağmen Sözleşme'nin yaşlı veya yetişkin erkekler dahil ev içi şiddet mağduru diğer gruplara uygulanıp uygulanmayacağına karar verme yetkisi, taraf devletlere bırakılmıştır. Madde 2/2 uyarınca, taraf devletler bu sözleşmeyi tüm ev içi şiddet mağdurlarına uygulamak üzere teşvik edilirler.

Ancak Sözleşme, farklı mağdur grupları arasında ayrım yapılmasını yasakla­maktadır (m.4/3). Taraf devletler, Sözleşme'de öngörülen korumayı (cinsiyet ve yaş dahil) hiçbir ayrıma yer vermeksizin bütün gruplara sağlamakla yükümlü olduğundan, taraf devletlerin ev içi şiddet mağduru erkeklere de eşit koruma sağlamakla yükümlü olduğu sonucuna varmak gerekir.

Sözleşme uyarınca,

'Kadına yönelik şiddet', kadına yönelik ayrımcılığın bir türü ve bir insan hakkı ihlali olarak anlaşılmaktadır. İster kamusal ister özel yaşamda meydana gelsin, baskı veya rastgele özgürlüğü engelleme de dahil, kadınların fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zararı veya ızdırabı ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan tüm eylemler toplumsal cinsiyete dayalı şiddet (m.3/a)[38];

'Ev içi şiddet', aile içerisinde, ev içinde veya daha önceki veya şu anki eşler veya partnerler arasında meydana gelen, failin aynı evi şu an veya daha önce şiddet mağduruyla paylaşıp paylaşmadığına bakılmaksızın, fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddetin bütün türleri (m.3/b);

'Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet', kadına kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız biçimde etkileyen şiddet (m.3/d); anlamına gelir.

Aslında İstanbul Sözleşmesi dört ana ayak üzerine kuruludur:

  • Önleme
  • Koruma 
  • Kovuşturma
  • Politika

Bütüncül politikalar uygulayarak toplumsal sorun olan kadına şiddet konusunu en aza indirmek adına düzenlenmiş olan bu belge herkese sorumluluk yüklemektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin mağduru kadın ve kız çocukları için bu eşitsizlikten kaynaklanan sorunların giderilmesinde eğitim ayağının kullanılmasını önlemenin şartı olarak görür ve müfredata zorunlu ders olarak 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE)'nin eklenmesini kabul eder.

Kovuşturma görevi ile meydana gelen vakalarda, mağduru koruyacak kolluk desteği ve hukuki sürecin işlemesi adına mekanizmalar kurmayı kabul eder. En önemlisi Anayasa'da yazılı olan kadın erkek eşitliğinin sağlanması adına hükümetlerin politikalar uygulamasını zorunlu kılar.

İçinde bulunduğumuz süreçte bu konuda doğru adımlar atıldığı söylenemez. Özellikle önleme adına 7/24 çağrı hattı kurulmasının medyada eğitici yayınların yapılmasını ve müfredata ders eklenmesi gibi zorunluluklar henüz yerine getirilmemiştir. 

Ayrıca, yargı ayağındaki zihinsel dönüşümün sağlanmamış olması mağdurların ikincil mağduriyete uğramalarına sebep olmaktadır. Sözleşme, 1986 yılında imzaladığımız ve İnsan Hakları Beyannamesi sonrası yayınlanmış genel bir sözleşme olan (Birleşmiş Milletler düzeyindeki dokuz temel insan hakları sözleşmesinden biri) Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi – CEDAW'dan daha farklıdır ve hedefi sadece kadına şiddeti önlemektir.

İstanbul Sözleşmesi denetim birimi, Kadına Yönelik ve Aile İçi Şiddete Karşı Mücadelede Uzmanlar Grubu (GREVİO)'dur. İlk GREVİO heyeti Başkanı, ülkemizden Prof. Dr. Feride Acar seçilmiştir. İki dönem yürüttüğü bu görev sonrası şimdi Aşkın Asan bu görevi yürütmektedir. GREVİO dört yılda bir Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'ndan ülke durumunu değerlendirilmesi yapılmış rapor ister. STK'larda gölge rapor hazırlama sorumluluğu yükler.

Kısaca elimizde her ayrıntıyı düşünmüş ve 6284 sayılı yasanın eksiklerini tamamlamış bir sözleşme var. Ancak biz kadın örgütleri uygulanmamasından şikâyetçiyiz. Şikâyetimizin yansıması ise vahşete dönüşen kadın cinayetleridir. Birer rakama dönüşen bu ölümler için önleyebilecek irade sahip olmanın ilk adımı hükümetin kadın politikasızlığına son vererek mekanizmalara işlerlik kazandırmasıdır.

2019 yılının son ayında Adalet Bakanlığı, yeni yılın ilk gününde ise İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan şiddetin önlenmesine dair yönetmeliklerle yasaların uygulanmasında yargı ve kolluk üzerine düşen görevler yeniden hatırlatılmış, İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması yönünde birimlere görev ve sorumluluk yüklenmiştir.

Önleyici tedbirleri ve hukuki sürecin uygulamadaki aksaklıkların giderilmesi adına eksikte olsa atılmış olan bu adımı önemsiyoruz. Çünkü biz sivil toplum kurumları, Aile Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (AÇSPB) 2016-2020 Stratejik Planı ile alınmış kararların dört yıl gecikmeli olarak hayata geçmesinin sıkıntılarına tanık edenleriz.

Geçen sürede ve bugün bazı cenahların, İstanbul Sözleşmesi'nin "aileyi dağıtan ve eşcinselliği arttıran bir unsur" olduğu yönündeki bakış açısı kendine yayılma adına daha rahat zemin bulmuştur. Sözleşme, şiddet gören her kimse ona devletin koruma kalkanını sunan bir metin olduğu halde bu metnin erkeklerin alanında geçmişten gelen kadının birey olma görünmezliğini kaldıracağı için bu korku ciddi boyutlardadır. Sosyal medya üzerinden Cumhurbaşkanı'nı ailesi ile tehdit etmeye kadar vardıran bu korkudur aslında. Erkek iktidarın yıkılmasına kadınların devlet eliyle baş kaldırırsına sebep olacak bir güvencedir Uluslararası İstanbul Sözleşmesi. 

Sözleşmenin tam manasıyla uygulanması ile o 'kutsal' diye tabir edilen aile yapısının içinde fiziksel cinsel, psikolojik, ekonomik şiddet gören kadınlar "hayır" demeyi öğrenecekler, çünkü devlet hukuk düzeni ile cezalandırmayı, eğitim yoluyla bilgilendirmeyi ve erken yaş evliliklerini önleyerek kadınların güvenceli hayata kavuşmaları için yollara, yasalarla taş döşeyecektir. Kadına kalkmayı düşünecek el, bedelin ağır olduğunu bilmesi halinde şiddet uygulayamayacaktır. 

Birlikte düşünelim Emine Bulut "Ben ölmek istemiyorum" cümlesine gelmeden önce şayet bilgilendirmeyi doğru yapmış olabilseydik Aile Bakanlığı'nın kurumlarından biri olan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerine (ŞÖNİM) müracaat edecek ve çaresizliğini yalnız yaşamayacaktı. Yanında sözleşme gereği yetkililer olabilseydi eğer.

Yine İstanbul Sözleşmesi'nin olmazsa olmazlarından Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE), Milli Eğitim Bakanlığı'nın müfredatına ders olarak eklenmeli ve zorunlu ders olmalıdır. Ancak 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren sözleşmenin bu maddesi hala ısrarla uygulanmamaktadır. Aksine MEB'nın TCE konularında sosyal faaliyet yapması Cumhurbaşkanlığınca yayınlanan Resmi Gazete'de yer alarak yasaklanmıştır. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu sözü tam bu davranış içindir.

Devam edelim bu eğitimler gerçekleşmediği için Emine bindiği dolmuş ve saçından çekilerek indirildiği takside araçların şoförleri tarafından engellenmemiştir. Oysaki o şoförler, TCE sertifikalarını almış olsalardı bu olayda müdahale ederek "karı-koca arasına girilmez" sözünün geçersizliğini ortaya çıkaracak ve yaklaşan sonu önlemeye yönelik bir adım olacaktı.

Sonra kolluk yeterince içselleştirebilseydi İstanbul Sözleşmesi'ni anlık müdahalelerle vaka önlenecekti. Yine vahşice öldürülen Emine Bulut'un çığlıklarının yansıdığı restoranda bulunanlar nereyi arayabileceklerini bilselerdi o acı son gerçekleşmeyecekti. Tüm olayı incelediğimizde hataları ve eksiklikleri yan yana koyduğumuzda uygulanmayan sözleşmenin sonucunu yaşadığımıza tanıklık ediyoruz.

İşte bu yüzden bazı malum çevrelerin ısrarla uygulanmasın diye direttiği kampanyalar yaptığı sözleşmeye sıkı sıkıya sarılıp mücadelesini veriyoruz. Bir kadın bir hayat daha vahşice katledilmesin istiyoruz. Bu yüzden de mücadeleye devam diyoruz ve biz biliyoruz ki mücadele kazandırır.

Belki başta söylemem gerekirdi bu ülkenin toprakları kadınların insan hakları mücadelesinde çok iyi bir tarih yazmışlardır. Bugün geçmişin bize yüklediği sorumluluk ve geleceğin aydınlık beklentisi ortamın karanlığına karşı direnmede gücümüz.

Biz ideolojisi, siyasi görüşü farklı olan ama paydası kadın olanlar mücadeleye devam diyoruz ve birbirimizden aldığımız güçle mücadele kazandırır biz kazanacağız inancımızla, umudumuzu diri tutuyoruz.


*Kendine Ait Bir Köşe, Uluslararası Af Örgütü ve T24 işbirliğiyle hayata geçirilen, kadın ve LBT+ hakları mücadelesinde yer alan hak savunucusu ve aktivistlerin kendi deneyim ve gözlemlerini aktarmasını önceleyen bir yazı dizisidir. Bu yazıdaki tespit, görüş, tavsiye ve yorumlar tamamen yazarın kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Uluslararası Af Örgütü'nün yazılarla ilgili hiçbir yasal ve idari sorumluluğu bulunmamaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Kendine ait bir cehennem…

Her zaman olduğu gibi yaşadıklarımıza toplumsal cinsiyet perspektifinden baktığımızda ise eşitsizlik daha da derinleşiyor. Küresel bir salgının bedelini yine en çok kadınlar ödüyor...

"Evlendikten sonra dışarıyı unutmuştum, yolları, sokakları"

Uluslararası Af Örgütü Basın Sorumlusu Fatma Yörür'ün söyleşisi...

Sınır, hiçbir yer ve hak ihlallerinde ortaklaşan insanlar

Hayatları hiçe sayılan insanların uğradıkları şiddetin ortaya çıkarılması ve benzer durumların önüne geçebilmek için mücadele etmemiz gerek!