20 Ocak 2016

İş & futbol hayatı

Her ikisinde de ne kadar yetenekli olursanız olun işten veya oyundan atılmak mümkündür

İş dünyasını anlatırken yönetim ve liderlik derslerinde kullandığımız en güzel metaforlar futbol dünyasından çıkıyor.

Futbol deyince aklıma ilk gelenler; 82 dünya kupasında Maradona'nın ayağında top karşısında yarım daire şeklinde dizilmiş birbirinden endişeli yüzlerden oluşan rakip takım oyuncularına ait muhteşem fotoğraf karesi, 86 dünya kupasında Arjantin-Belçika maçında yine Maradona'nın topu orta sahadan alıp herkesi geçerek attığı nefes kesen gol, Halit Kıvanç'ın radyodan bile sizi maçın içine sokan usta  yorumları, Şampiyonlar Ligi'nin harika müziği ve elbette küçük yaşlarımdan itibaren sıklıkla gördüğüm rüyamdaki maçı kazandıran röveşata ile attığım gol sonrası hissettiğim büyülü duygular...

Fransızların efsane topçusu Platini futbolu bıraktıktan sonra psikolojik sorunlar yasamaya başlar ve psikologa  gider. Psikolog, Platini'nin şikayetlerini dinledikten sonra der ki; “Kendini fazla önemseme, alt tarafı bütün hayatın boyunca hiç bir özelliği olmayan sıradan bir meşin yuvarlağa güzel tekmeler attın” Bu gerçekten yaşanmış anekdottan sonra Platini'nin dertleri bitmiş midir tabi bilemiyoruz.

Ancak, bildiğimiz tek realite: “Futbol asla sadece futbol değildir.” Siyasetten, iş dünyasına hatta yer altı dünyasına kadar uzanan ilişkiler yelpazesini içeren büyük bir endüstrinin ta kendisidir.

Futbol, özellikle beyaz yakalı erkeklerin beş günlerini satıp aldığı iki gün karşılığında satın aldığı, kadınların ise kocaları yerine bilmeden evlendikleri sihirli spordur.

Portekizli Salazar'ın dediği gibi futbol kitlelerin afyonu, insanların tuttuğu futbol takımları ise  kendilerini tanımladığı bedava kimlik kartıdır. Ayrıca, işçi sınıfının balesi, umutsuzların umudu, orta direğin eğlencesi, sadakatin açık havadaki krallığı diye tanımlar da mevcuttur. 

Bu konuda “Dar alanda kısa paslaşmalar filmi” futbolun 22 kişinin bir top peşinde koşmasından ibaret olmadığını anlatan “Hayat fena halde futbola benzer” diye başlayan ne kadar yetenekli olursan ol,  iyi bir takımın yoksa kaybedersin” diye biten enteresan replikleri olan bir film bir ara izlemenizi öneririm.

Film boyunca futbol ile ilgili kullanılan iş dünyasında da karşılığını bulduğunu düşündüğüm diğer dikkatimi çeken replikler;

“Dört doğru pas yüzde doksan goldür”

“Oyunun kontrolü elinizdeyken balina gibi bir gol yiyebilirsiniz”

“Çok kötü bir zeminde muhteşem bir başarı yakalayabilirsiniz”

“Top her şeye rağmen yuvarlaktır, adaleti barındırmaz”

İş dünyasında olup, futbol dünyasını yakından ilgilendiren bir çok kavramı da bu ilginç sporda görmek mümkündür. Neler midir?

  • Her ikisinde de ‘seçimler’ çok önemlidir. Her ikisinde de ne kadar yetenekli olursanız olun işten veya oyundan atılmak mümkündür

 Beşiktaş'ta hocalık yaptığı dönem medyanın “Kasap” diye etiketlediği, o dönemki yönetimin  yetersiz ve başarısız diye 8 milyon Euro tazminat ödeyip yollarını ayırdığı Del Bosque sonrasında  İspanya milli takımının başına geçer. İspanya'yı Dünya ve Avrupa şampiyonu yapar. Ayrıca,  iki sene de üst üste “Dünyanın En İyi Teknik Direktörü” seçilir.

  • “Değerlerle yönetim” iş hayatında da futbol hayatında da kurumsallık ve başarıyı beraberinde getirir.

Gordon Milne'nin Beşiktaş'ın başına geçtiği dönem ilk antremanına bile çıkmadan önce futbolculara yerleştirdiği değerler ile “Benim oyuncum hakeme itiraz etmeyecek ve yalandan sakatlandı numarası yapmayacak; sadece ve sadece işine odaklanacak” cümleleri onları takım yapmış ve büyük başarılara taşımıştır. Bu karizması düşük, stratejik taktik zekası da pek de müthiş olmayan teknik direktör takıma enjekte ettiği bu değerler ile beş yılda üç şampiyonluk iki ikincilik ile Beşiktaş tarihinin en başarılı istatistiğini getirmiştir.  Tabi bu değerleri destekleyen başkan Süleyman Seba'nın da bu başarıdaki kritik payını da unutmamak lazım. Biliç ve Senol Güneş'in de devam eden yıllarda bu geleneği sürdürmeye çalıştıkları görülmektedir.

Diğer örnek  70'li yılların ortalarında başlayan Trabzonspor efsanesini yaratan üç yıl üst üste şampiyon olan tüm oyuncular ortak değerleri taşıyan Trabzon'lu oyunculardır.  Ayrıca, Teknik direktör ve Başkan da yine aynı kentin insanıdır.

  • Her ikisinde de “pek adalet yoktur.”

Fenerbahçe tarihinin en başarılı yabancı oyuncusu Alex de Souza'dır. İstatistikleri müthiştir. Oynadığı  maç sayısı, maçta kaldığı süre, maç başına gol ve asist sayısı. Ama kulüpten maalesef kavga dövüş ayrılmak durumunda kalmıştır.

  • Her ikisinde de “Güven”  önemlidir.

Şirketlerde de takımlarda da güven yoksa takım içinde küçük takımlar oluşur. Herkes bilgi saklamaya başlar. İnsanlar birbirlerine güvenlerini kaybeder, sonra kurum kaybeder. Hiç birbirine güven duymadan başaran bir ekip gördünüz mü? Christmas öncesi çift sarı karttan ceza alıp ülkesine kaçan yabancı oyuncu sonraki maçlarda diğer topçular bana pas atmıyor ondan başarısız oldum demek zorunda kalabiliyor ülkeden ayrılırken veda konuşmasında. Bu ülkede insanları çabuk kazanıp çabuk kaybedersiniz gerçeği nedense öncesinde pek anımsatılmıyor yabancı oyunculara.

  • Her ikisinde de “istikrar”  önemlidir.

Sir Alex Ferguson, 23 yıl Manchester United (MANU)'nun başında başarı ile görev yaptı. Bu süreçte bizde herhangi bir takım veya şirket yirmi den aşağı teknik direktör değiştirmez.

  • Her ikisinde de “İletişim”  önemlidir.

Çok iyi bir teknik direktör olan Schuster Türkiye'ye teknik direktör olarak geldiğinde bu ülkenin olmazsa olmazı olan ilişki yönetimi konusunda yeterli olmadığından doğrudan sınıfta kaldı. Hatta bir antremanda görülmemiş bir şey oldu. Bir oyuncusu ona kafa atmaya bile kalktı. Tam bir iletişim faciasıydı. Daum ise bizden biri olmaya çalıştı ve ilişki yönetimi ile şampiyonluklarla taçlanan başarılar kazandı.

Tabi iki dünya arasında bu kadar benzerlik yanında az da olsa farklılıklar da mevcut

Aynı iş kolunda birbirinizden çok şey öğrenerek, farklı sinerji ve kazanımlar yaratmak, aynı toprakta farklı çiçekler yetiştirmek her ne kadar mümkün olsa da, iş hayatının oyuncuları nedense kazan-kazan oyunlarına pek rağbet etmez. Ağırlıklı oynanan kazan-kaybet oyunudur. Hatta zaman kaybet-kaybet de oynanır.

Futbol ise diğer sporlardan farklı olarak maçları berabere bitebilen tek spor dalıdır.

Diğer sporların hepsinde bir taraf diğerini yenmek zorundadır.

Futbolda ise berabere kalmak bahisçilerin koyduğu bir seçenek midir bilinmez ama, aslında  iş hayatında da, futbolda da temel amaç; iyi veya kötü oynamak değil de kazanmaktır.

Almanların makine gibi çalışan, disiplin ve sabırla maçın tamamına yayılan oyun anlayışları, tabelaya oynayan mekanik organizasyonları karşısında, göze hoş gelen çalımları, estetik paslaşmaları, yaratıcı oyuncuları, coşturan dansları ile yaptığı işten keyif alan ve izleyene keyif veren Brezilya'nın organik organizasyonlarını son dünya kupasında hezimete uğratması da bu konuda iyi bir örnektir.

Uruguaylı ünlü gazeteci ve yazar Eduardo Galiano'nun dediği gibi; “Hayatta ve futbolda hep olduğu gibi, en iyi oynayan kaybediyor ve kaybetmemeye oynayan kazanıyor” 

Bu sözde ne kadar doğruluk payı olsa da belki de olması gereken hem iyi oynamak hem de kazanmak olmalı ne dersiniz?

Yazarın Diğer Yazıları

Kuş uçuşuyla Succession

Dizide finale yaklaşırken "Sence Succession'ı kim kazanacak?" sorusunun cevabı kuş dizisi repliklerinde ifade edildiği gibi ''en iyi saklanan'' oluyor

Eski dünyadan yeni dünyaya

Yeni dünyada hepimize mutlu bir yıl dileğiyle!

Yaşlarım ve bitimsiz farkındalıklarım

Hepimiz ikinci bir zihinsel-psikolojik doğuma ruhsal bir rönesansa ihtiyaç duyarız…