08 Mayıs 2022

'Karganı Bağışla': Sait Faik'in mektuplarında edebiyat hikâyeleri

Edebiyatın kurmaca metin yazarlarının gizli dünyası için onların anı, günlük ve mektup türündeki yazılarının bir tür ipucu oldukları söylenebilir

Sait Faik (16 Kasım 1906 – 14 Mayıs 1954), bütün bütüne okumakta geç kaldığım bir yazar idi benim için. Doğrusunu söylemem gerekirse öykü, roman, şiir, röportaj, deneme, mektup ve tiyatro yazmış Sait Faik, bugünlerde kendime, 'acaba okumadığım hangi metni kaldı' diye sorduğum birkaç isimden birisidir. Her ne yazmış olursa olsun Orhan Kemal'in deyişiyle "nev-i şahsına münhasır" bir "büyük" hikâyeci olan Sait Faik, her yılın 'mayıs' ayında bir hüzün havası estirir bende. Gelişine ses çıkaramam da nedense "dünyayı güzellik kurtaracak" diyen öykücünün erken gidişi dokunur bana. Yaşadığından daha uzun yaşasaydı ne yapardı, ne yazardı bilemem lakin her 'mayıs' onu hatırlamak, zamansız ve üstelik de ben gelmeden onun bırakıp gitmişliğinin bendeki hüznüyledir.

Dostoyevski, edebiyat tarihlerine yerleşmiş "Hepimiz Gogol'ün Palto'sundan çıktık." sözüyle Gogol'ün ustalığını vurgulamış görünür ancak Dostoyevski dolaylı olarak kendi büyüklüğünü de göstermiş olur. Evet, Gogol büyük ustadır ancak onun ustalığını söyleyebilmek de bir büyüklüktür. Bizdeki pek çok öykücü Sait Faik esiniyle/güveniyle öykü yoluna çıktığını söylemiştir de onun hakkında bir söz yerleşmemiştir belleklere. Örneğin, "hepimiz Sait Faik'in Lüzumsuz Adam'ından ders aldık' veya 'hepimiz Sait Faik ile Alemdağ'da dolaştık' ya da ne bileyim, 'hepimiz Sait Faik'in Mahalle Kahvesi'nde çay içerek büyüdük' türünden bir sözle yaşatamadık onu. Kuşkusuz, bu durumun farklı nedenleri vardır; kadirbilmezlik de olabilir, edebî geleneksizlik de.

Bu, 2022 Mayıs yazımda öykünün ustası Sait Faik'in, edebiyat yaşamının özeti diyeceğim mektuplarından söz etmek istiyorum ancak değindiğim kenarda kalmışlık için iki noktaya dair görüşlerimi belirteyim. Şöyle bir baktım da Sait Faik hakkında kitap hazırlamışlar arasında öykü yazarı yok nedense. Bu, önemli bir ayrıntıdır bence. Mustafa Kutlu'nun, yirmili yaşının başlarındayken yazdığı sevimli kitapçığı Sait Faik'in Hikâye Dünyası (Hareket Yayınları, 1968), ilk ve tek kalmış gibidir. Benim bilebildiğim kadarıyla Sait Faik hakkında kitabı olan isimler: Afşar Timuçin, Ahmet Miskioğlu, Ahmet Özdemir, Fahri Taş, Fethi Naci, Güven Taneri Uluköse, Hilmi Yücebaş, İbrahim Kavaz, Mahmut Alptekin, Muzaffer Uyguner, Necati Mert, Ömer Demircan, Perihan Ergun, Sevengül Sönmez, Tahir Alangu, Vural Sözer ve Yakup Çelik. Görünen kadarıyla 'öykücü' bir isim yok aralarında. (Sait Faik için kaynakça verecek olsaydım Yalçın Armağan ve Süha Oğuzertem adlarını, başvuru kitaplarımız olan derlemeleriyle eklerdim listeye.) İkinci nokta, Türkiye'nin de benim Sait Faik'e geç kalmışlığıma benzer bir durumunun olduğunu söyleyebilirim. Türkiye edebiyatının bu geç kalmışlığı, bizde seksenli yıllara dek edebiyatın 'toplumcu' yönünün önemsenişi ve bunun gereği 'pasta' ile 'ekmek' karşılaştırmasında Sait Faik'in 'pasta' sayılarak görmezden gelinmesidir. Her ne olursa olsun o, insanı atlayarak toplum diyemezdi.

Sait Faik'in sözlüğünde 'mektup' sözcüğünün özel bir yeri vardır. Okuyanları bilir, onun hemen her kitabında bir 'mektup' yazısı yer alır. Yazdıklarının, 'tür' olarak birbirleriyle iç içeliği, bazı durumlarda 'okuduğum ne idi' diyecek okurun işini zorlaştırabilir. Dostlara yazılan özel mektuplar yanında adı 'mektup' olan şiir ile adı mektup olan 'öykü' de vardır. Nurullah Ataç'a 'açık mektup' yazılırken bazı öyküler 'sevgiliye mektup' diye yazılmıştır. Bu ayrıntıya, Sait Faik kitaplarının değişik yayınevleri (Varlık, Bilgi, YKY, İş Bankası) tarafından yayımlanmasının karışıklığını da eklemeliyim çünkü aynı metni değişik bir başlıkla başka bir kitapta okumak da var işin içinde. Sait Faik aykırılığına böylesi yakışırdı herhalde.

İlk kez 2003'te yayımlanan Karganı Bağışla (YKY, Yayıma Hazırlayan: Sevengül Sönmez) kitabını edinenler, başka başka kitaplarda bazılarını okudukları mektupları bir arada görmüş oldular. Kitabın adı, Nevin Seval'e, "Mektup I" ile "Mektup II" şiirlerinin içtenliğiyle yazılmış tarihsiz mektubun, "Affet sevgili arkadaşım. Coşuyorum. Karganı bağışla. Ben şeamet kargası değil, hasret kargasıyım." (s.111) sözlerinden alınmış olmalı. Kime yazıldığı anlaşılamayan mektuplar olduğu gibi gönderilip gönderilmediği bilinmeyen mektuplar da vardır kitapta. Kitabın, 2011'deki genişletilmiş dördüncü baskısının 'Sait Faik'in Yazdığı Mektuplar ve Kartlar' ile "Sait Faik'e Gönderilen Mektuplar, Kartlar ve Davetiyeler" başlıklarının yazılarıyla görselleri, mektup/lar değil de roman okuduğu hissini uyandırıyor okurda.

Avrupa'ya gittiğinde "lisan anlamamak" yüzünden "Agopun kazı gibi" olduğunu söyleyen Sait Faik'in, oradan ve sonrasında yazdığı aile mektuplarında, hâl hatır sormanın ardından 'para' önemli gündem maddesidir. Çoklukla kısa ve oldukça samimidir Sait Faik'in bu aile mektupları.

Sait Faik'in, edebiyatçı dostlarına yazdığı ve onlardan aldığı mektuplarını, içinde "Biz artık yazının canına okuduk. Onu nelere alet etmedik." cümleleri de geçen, sohbet/deneme "Mektup" (Havuz Başı) öyküsünün bir ayrıntısı olarak okuyabiliriz. Bu mektuplar, kurmaca yazarının iç sıkıntılarıyla bir dönemin edebiyat ortamının işleyişindeki çelişkileri anlatır bize.

Kendisine mektup gönderilenlerden ilk sırayı almış "Varlık" yayıncısı Yaşar Nabi'ye yazdığı mektupta (6 Kânunuevvel 1935) yeni yazdıklarından ve bir de kitap yayımlatma projesinden söz eden Sait Faik, "Şayet burada çıkarmak daha muvafık olursa, siz herhalde birkaç tane satmayı bana vadeder misiniz." ümidiyle yayıncısından yardım beklemektedir. Yaşar Nabi'ye yazılan sonraki bir mektupta (4 Kânunusani 1936) "Stelyanos Hrisopulos" adlı öyküsünü "kozmopolit" olduğu gerekesiyle yayımlamayan "Yücel" dergisine hayli öfkelenen öykücü, öyküsünün "Varlık" dergisinde yayımlanmasının kendisi için "bir izzetinefis meselesi olduğu kadar çok şiddetli bir arzu" olduğunu da anlatır yayıncıya. 6.5.1936 tarihli mektubunda "birkaç güne kadar çıkmak üzere" olan Semaver adlı ilk kitabı için önemli bir uyarısı vardır Sait Faik'in. Soyadını "Adalı" olarak yazan Necip Fazıl'ın yanlışlığının düzetilerek Sait Faik Abasıyanık yazılmasını ister, bu yanlışlığın düzeltilmesini bir başka mektubunda da yineler öykücü.

Yazı yazmanın kendisi için zorluğunu, "Kamçılanmadan yürümeyen atlardan biri olsam gerek" itirafıyla anlatan Sait Faik, edebiyat/yazı anlayışını yine yayıncısına yazdığı mektubunda özetler: "Edebiyatın bir heves, bir arzudan çok bir iç ihtilalin fışkırması olduğunu bilmez değilim. Fakat, her heveskâr gibi, ben de içimde bir ihtilal varmış gibi yazdım…(…) Başkalarının da bunları [Yaşar Nabi'ye gönderdiği yazıları / HÖ] sevebilmesi ihtimali her yazı yazanın içine dökülen temiz bir şelale değil midir?" Sorularına cevap beklediği anlaşılan kişiye yazılmış isimsiz ve tarihsiz bir mektupta da yine yazarlık sorunu varıdır: "Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne bir hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin." Bu yazamama sıkıntısı, yakasından hiç düşmemiştir onun.


Edebiyatçı ve aynı zamanda politikacı Samet Ağaoğlu, öncelikle bir dosttur Sait Faik için. Karaciğer rahatsızlığı nedeniyle Fransa'ya tedaviye gitmeyi düşünen Sait Faik, yurt dışına çıkışında "2.000 lira mukabilinde döviz" alabilmek için dostuna yazdığı mektupta (19 Aralık 1950), "bizim son hikâyemiz" yakınmasıyla özetler durumu: "Bir muharrire de bilmem döviz verirler mi? Belki verirler ama beni muharrir de saymadılar. Pasaport aldım, bir türlü muharrir yazdıramadım. Bir yerden bir kâğıt getirmelisin dediler. Gazeteler vermediler. Bunun üzerine pasaportumuzun sanat hanesine 'sans prefession'u oturttular." Sonraki bir mektubunda teşekkür etmek, arkadaşını güldürmek ve arkadaşına hesap vermek isteyen Sait Faik, ameliyat olmadan geriye döndüğünü ve harcamalarıyla ilgili ayrıntıları bildirir.

Orhan Veli, Fahir Onger, Naim Tirali, İhsan Devrim, Şevket Rado ve Halet Çambel de kendilerine mektup yazılanlardandır. Orhan Veli'ye Semaver ile Sarnıç adlı kitaplarını gönderen Sait Faik, "Sarnıç'tan su çekip Semaver'i kaynata kaynata oturursun." diye eklemeyi de ihmal etmez. Fahir Onger'e yazılan mektupta, "Mürvet" başlıklı öykünün "Büyük Doğu" dergisinde "Şopar Hüseyin" olarak yayımlanmasından yakınan Sait Faik, yalnızca başlığın değil içeriğin de büsbütün değiştirildiğini, "Bu hikâye benim değildir diyebilirim." sözleriyle anlatır. İhsan Devrim'e gönderilen bir mektupta, sıklıkla yakınılan 'yazamama' sorunu vardır yine: "Bugünlerde hiçbir şey yazamıyorum. Müthiş bir eza ve azap içinde yaşamaktayım."

"Mülkiye" dergisini çıkaran gençlere yazıldığı anlaşılan ancak tarihiyle gönderilip gönderilmediği bilinmeyen mektup, "nev-i şahsına münhasır" öykücünün yaşam felsefesini özetleyen mektuptur. Kendisinden yazı isteyen gençlerin, yazıdan önce para göndermelerini "elimden önce gözümü yaktı" diyerek şaşkınlıkla karşılayan Sait Faik, "beni iyi bir öykücü olarak örnek almayın" önerisiyle bir de para gönderirlerse kendilerine kesinlikle yazı göndermeyeceğini özellikle vurgular. "Varlık" dergisinden para aldığını, alabilirse daha da fazlasını almak istediğini açık bir dille söyler ve ekler: "Ben sizden nasıl para alırım? Bilmez miyim, gayesi sahiden edebiyat olan bir gençlik dergisinin nasıl çıktığını?" Aralarında olmaktan mutlu olduklarına, "Üzmeyin insanı çocuklar." diyerek "Beni sevdiğiniz için teşekkür ederim." cümlesiyle bitirir mektubunu. "Her şey, bir insanı sevmekle başlar." budur.

Sait Faik'e gönderilenler arasında kartlar ile davetiyelerin çokluğu dikkat çekiyor. Gönderilenlerin sayıca önemli bir kısmı, babanın oğluna gönderdiği bildiğimiz aile mektuplarıdır. Kendisine mektup gönderilenlerin cevaplarıyla başkalarının yazdıkları, Sait Faik'inkilerle yan yana getirildiğinde "acılı kuşak" olarak adlandırılan kırklı yılların edebiyatına daha yakından bakabiliyoruz.

Avukat Fuat Ömer Keskinoğlu, 21.10.1940 tarihli mektubunda "Seninle beraber, gazetenin sahibi Sabri Esat'ı da takip ediyorlarmış. İstersen onunla da bir konuş." diye uyarıyor öykücüyü. Ankara'dan yazan Orhan Veli, "Mamafih bu arada 'Çelme' hikâyesini buldum ve okudum ve başına bu işi açanlara [Sait Faik'i karakola çağıranlara / HÖ] küfrettim." (29.2.1941) diyor. Orhan Kemal de "Romanı aldık, bırakmamak, bırakamamak şartıyla, zevkle okudum. Yüz üç sayfa içinde sürükleyici bir roman vermişsin, insan 'keşke bitmese!' diyor" (23.11.1953) övgüsüyle Kayıp Aranıyor romanından söz ediyor.

Mülkiyeli gençler benzeri Sait Faik'ten istekleri olan başkaları da vardır elbette. Sivas'ta çıkaracakları "Ağaç" adlı dergi için "Anadolu'nun tam ortasına bir ağaç dikiyoruz. Tutar mı tutmaz mı orasını Allah bilir." diyerek dergi adına mektup yazan Muhlis Günay, yazarlığın Allah vergisi bir iş olduğu var sayımıyla "Su istiyoruz, su Sait ağabey!... Eğer Allah'ın suyunu bize para ile vereceksen ona da fitiz." (6.8.1953) der Sait Faik'e. Cahit Sıtkı'nın isteği de öykücüyü 'dernek' çalışmalarına katabilmektir. Ankara'da kurulan Edebiyatçılar Derneği için Sait Faik'e mektup yazan dernek yöneticisi şair, "Sizi Türk edebiyatının değerleri arasında gören ve dernekleşme fikrini benimsediğinizden emin olan kurucular Edebiyatçılar Derneği'ne üye olmağa davet etmektedirler." (7.10.1953) diyerek süreci anlatır. Ne yazık ki öykünün ustasının, işlemleri tamamlayacak zamanı kalmamıştır.

Edebiyatın kurmaca metin yazarlarının gizli dünyası için onların anı, günlük ve mektup türündeki yazılarının bir tür ipucu oldukları söylenebilir. Sözünü ettiğim yazılar, sanatçının başkalarıyla ilişiklerini de içerdiklerinden bir dönemin edebiyat ortamına tanıklık da ederler bir ölçüde. Sait Faik, döneminin yarattığı korku ortamının ürkekliğiyle iyice kendine çekilmiş, kendi içini zenginleştirmiştir. Sanıldığı gibi toplum yaşamından uzak, 'avare' değil, tam aksine çevresiyle yakından ilgilenmiş, dikkatli bir gözlemcidir "hayatta her vakayı, her hadiseyi" hazırlayanın, "boş günler" olduğunu bilen Sait Faik. Onun öyküleriyle edebiyat yazılarını ve konuşmalarını dikkatlice ve önyargısız okuyanların, benimle aynı görüşü paylaşacaklarından hiç mi hiç kuşkum yoktur. Sait Faik; çevre, günlük yaşam, gelir adaletsizliği gibi toplumsal sorunlar yanında yazıyı ve edebiyatı da gerek kurmaca metinlerine gerekse açıklayıcı yazılarına konu edinerek, sanatçı kaygısını göz ardı etmeden yazmış, sözüyle 'örtüyü kaldıracak' bir isimdir. Okurlarının, bir tür 'sehli mümteni' (çok kolay gibi görünen ancak söylenmesi/yazılması güç olan) olarak görebileceği Sait Faik yazarlığı, onun kalıplara girmeyen özgür ruhundan kaleme gelenlerdir. Mektuplarından söz etmişken Sait Faik yolculuğuna çıkacaklara Hikâyecinin Kaderi (YKY, 2005) kitabını öneririm.

Yazarın Diğer Yazıları

Kültürün iktidarı: Doğu/İslâm coğrafyasında "iktidar" ya da "muktedir" olmak

Kültürün İktidarı & Siyasal Teoloji ve Kültürel Egemenlik kitabını Doğu/İslâm dünyasına kültür tarihi gezisi saymıştım. Öylesine geniş tarihî coğrafyada onca devletin, kişinin ve kitabın adı geçen bir gezi…

Elvan Kaya Aksarı ile "Saatçi İbrahim Efendi Tarihi" romanı hakkında: Saatlere değil, zamana memur edilmiş bir çelebi...

"Türkiye'nin aradığı kişi Saatçi İbrahim Efendi demek, bir mehdilik iddiası gibi algılanabilir. Türkiye bir kişiden ziyade bir ruhu arıyor. İbrahim Efendilere de tercih ve yaşama hakkının tanındığı bir hürriyet ortamı. Zekeriya sofrası yahut çilingir sofrası olsun adı. Kendin pişirip kendin yediğin sürece bunun kıymeti yok. Sofraya insanı meze yapan değil, insanı kazandıran bir toplum…"

Ahmet Hamdi Tanpınar'ı altmış iki yıl sonra hatırlamak…

"Tanpınar'ın romancılığını, onun zengin dünyasından seçeceğim birkaç sözcük ile anlatacak olsaydım -bu olmaz ya- Tanpınar için kültürün, hüznün, zamanın ve insanın romancısı derdim herhalde"