16 Ekim 2021

Diplomaside bir başarı öyküsü: 2008 yılında Güvenlik Konseyi’ne nasıl seçildik?

5 yıl önce 151 oy alan Türkiye, bu kere ikinci turda 61 oyda kalarak Yeni Zelenda ve İspanya’ya karşı hezimete uğradı. Bu sonuçta, tabiatıyla aradan geçen kısa sürede, Türkiye’nin uğradığı itibar kaybının, içine düşmeye başladığı muhteşem yalnızlığın etkisi olmadığını kimse iddia edemez.

13 yıl önce bugün, Türkiye, diplomasi tarihinin yakın geçmişindeki en büyük başarısına imza attı: Birleşmiş Milletler 62.Genel Kurulunda yapılan seçimlerde, rekor sayılabilecek 151 oyla Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçildi. Diğer adaylardan Avusturya 132 oyla kıl payı seçilirken, İzlanda ise 87 oyda kalarak seçimleri kaybetti. Bu sonuçlar, seçimlerde Birleşmiş Milletler üyelerinin neredeyse beşte dördünün Türkiye için oy kullanmış olduğunu gösteriyor.11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, seçim sonuçları belli olduğunda yaptığı açıklamadaki, ”Bu netice, esasen cumhuriyet diplomasisinin, her vatandaşımızın iftihar etmesi gereken bir başarısıdır” sözleri bir gerçeği yansıtıyor.

 Dünyanın beşten küçük olduğu Güvenlik Konseyi

15 üyeden oluşan Güvenlik Konseyi Birleşmiş Milletler’in barış ve güvenlikten birinci öncelikli sorumlu organıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri olarak kendilerine ayrıcalıklı daimi bir yer oluşturan ABD, RF, Fransa, İngiltere ve Çin’in haricinde kalan diğer 10 üye, her yıl coğrafi gruplar esasına dayanarak Genel Kurul tarafından seçilir. Geçici Üyelikler, Genel Kurul başkanlığı gibi rotasyona tabii değildir. Güvenlik Konseyi seçimleri uzun yıllara yayılan zorlu kampanyalara sahne olur. Almanya, Japonya ve Hindistan gibi uluslararası siyaset sahnesindeki ağırlıklı ülkeler, ortalama her 10 yılda bir konseye seçilirken, BM üyelerinin üçte birinden fazlası, kuruluşundan bugüne kadar Konseyde hiç temsil edilmediler. Bu da Dünyanın beşten küçük olduğu adaletsiz sistemin bir başka veçhesi. Birleşmiş Milletler deneyimi zengin bir meslek büyüğümüz, bir vesileyle “Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerin büyükelçilerinin koridorlardaki  yürüyüşleri bile farklıdır” demişti. Bu kadar ayrıcalıklı bir konuma sahip olunca, çok haksız da sayılmazlar hani.

Türkiye, 2009 yılına gelene kadar, Konsey’de son olarak iki yıllık görev süresini Polonya ile paylaştığı 1961 yılında yeramıştı. 1990’lı yıllarda iki kez aday olsa da, yeterli desteği göremeyince seçimlere girip kaybetmektense, doğru bir kararla adaylıktan çekilmişti.

Türkiye’nin seçimlerdeki rakipleri Avusturya ve İzlanda

2009-2011 dönemini kapsayan geçici Güvenlik Konseyi üyeliğine Türkiye, Avusturya ve İzlanda’yı geride bırakarak seçildi. Avusturya’nın gücü malum. Birleşmiş Milletler’in Avrupa Ofislerinden birine ev sahipliği yapıyor. UNİDO, UAEA,OPEC gibi önemli uluslararası kuruluşların merkezleri Viyana’da bulunuyor. Dünya’nın hemen hemen her yerindeki BM Barış gücünde askerleri var. Herhangi bir askeri pakta üye değil. Dış politikada tarafsızlık politikası izliyor. Bunlar, Güvenlik Konseyi seçimlerinde göz önüne alınan önemli kriterler. İzlanda’yı da yabana atmamak gerek. En büyük kozları Konseyde hiç temsil edilmemiş olmalarıydı. Ayrıca küçük devletler ile ada devletleri dayanışmasından yararlandılar. İzlanda’nın temsil edilmediği ülkelerde de beş Baltık ülkesinin büyükelçilikleri harıl harıl İzlanda için çalıştılar. Seçilmeleri işten bile değildi. Ancak ne olduysa seçimlere üç ay kala oldu. Önce Cumhurbaşkanları, ardından Dışişleri Bakanları ciddi rahatsızlıklar geçirerek kampanyaya katılamadılar. Sonra da ülke iflasını ilan etti. Sağladıkları desteğin önemli bir bölümü son günlerde Avusturya’ya kaydı.

Türkiye’nin yürüttüğü başarılı kampanya

Gerek Avusturya, gerek İzlanda Türkiye’den önce adaylıklarını ilan edip yarışa birer adım önde başladılar. Geriden gelmesine rağmen, Türkiye o tarihteki Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Baki İlkin’in koordinatörlüğünde çok başarılı bir seçim çalışması yürüttü. Her ayrıntı üzerinde uzun uzun düşünülerek planlar yapıldı. New York’ta ve Ankara’da her yaştan diplomatlardan oluşan bir ekip mesailerinin büyük bir bölümünü bu işe verdiler. Yukarıda Allah var, o tarihteki Dışişleri Bakanı Ali Babacan da, dışişleri bürokrasisinin bir dediğini iki etmedi. Siyasilerden hiç karışan olmadı.Son hafta seçimler için New York’a gelmek isteyen bir grup milletvekiline  Büyükelçi  Baki İlkin’in gayretleriyle müsaade edilmedi. “Monşerler”, bu süreçte daha önce diğer iki adaya destek vaadinde bulunmuş olan beş ülkeyi ikna ederek oylarını değiştirmeyi bile becerdiler. İş ehline bırakıldığında neler başarabileceğini gösterdiler.

Türkiye,2008 yılındaki Güvenlik Konseyi seçimlerinde sadece bir diplomatik zafer kazanmakla kalmadı, kampanya sırasında Afrika’da Pasifiklerde, Karayiplerde daha önce isimlerini bile duymadığı ülkelerle tanıştı. Özellikle TİKA’nın başarılı çalışmalarıyla yaptığı yardımlarla bu alanda yükselen değer niteliği edindi.

Türkiye’nin 2015-16 dönemi için yeniden aday olması bir hataydı

Hangi akla hizmetse, Konseydeki görev süremiz biter bitmez, bu kez 2015-16 dönemi için yeniden aday olduğumuz açıklandı. Herhalde öz güven patlamasının bir başka göstergesi olmalı. Maalesef güvenlik konseyi hevesimiz, bu sefer hüsranla sonuçlandı. 5 yıl önce 151 oy alan Türkiye, bu kere ikinci turda 61 oyda kalarak Yeni Zelenda ve İspanya’ya karşı hezimete uğradı. Bu sonuçta, tabiatıyla aradan geçen kısa sürede, Türkiye’nin uğradığı itibar kaybının, içine düşmeye başladığı muhteşem yalnızlığın etkisi olmadığını kimse iddia edemez. 2014 yılındaki seçim kampanyasında rol almadığım için ayrıntılarını bilemiyorum. Ama 2008 yılında bizimle omuz omuza lehimize kulis yapan, çok taraflı diplomaside gördüğüm en parlak diplomatlardan birisi olan Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi’nin, bu kez Türkiye’nin seçilmemesi amacıyla elinden geleni ardına koymadığını tahmin etmek için çok zeki olmaya gerek yok. Mavi Marmara’dan sonra Yahudi lobisinin de aleyhimize çalıştığı muhakkak.

Bu vesileyle,  belki de hayatında ilk kez girdiği bir mücadeleyi kaybederek 3 yıl önce amansız hastalığa yenik düşen 2008 yılındaki Güvenlik Konseyi seçim zaferinin baş mimarı Baki İlkin’i rahmetle anmadan geçmemek gerek. Işıklarda uyusun.

Yazarın Diğer Yazıları

Avrupa'da yükselen faşizme kim 'yeter' diyecek?

Yasa dışı göçmen sayısı arttıkça Batı'nın iki yüzlülüğü karşımıza çıkıyor. İnsan hakları, özgürlükler gibi değerler ikinci plana itiliyor, popülist akımlar ve aşırı sağ güçleniyor. Önümüzdeki dönemde bir de Amerika’da Trump, Fransa’da da Marine Le Pen iktidara gelirse, Dünya tadından yenmez olur..!

Amerika ile ilişkilerde yeni sayfa açmak

ABD ile yaşanan hareketlilik ilişkilerin ısındığı anlamına geliyor mu? Bu sorunun cevabı da Amerika’nın Suriye politikasında beklenen değişikliğin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine göre belirlenecek...

Antalya, Davos olur mu?

Antalya'nın, bir Türkiye - Afrika Forumu'na dönüşmesi istenmiyorsa sadece Orban ve Lavrov ile yetinmeyip kamuoyunca tanınan üst düzey siyasi şahsiyetlerin forum için Antalya'ya gelmeleri önemli