14 Aralık 2020

Müzisyenin kendi arkeolojisini yapması: Eylül Biçer ve "Byblos"

Gördüğümüz rüyalar bizi sanata/müziğe davet ederse neler olabilir? Kişisel arkeolojimizi sanat/müzik yolu ile yapmak nasıl mümkün olur? Merak bizi hangi yollara taşır? Caz müzisyeninin yaratıcı yolculuğunda bas nasıl ikame edilebilir? Türkiye'deki canlı caz müzik sahnesinde neler oluyor?

Gitarist ve besteci Eylül Biçer, Kabataş Erkek Lisesi'nin ardından Yıldız Teknik Üniversitesi'nde caz gitar okuyor. Yüksek lisansını Bahçeşehir Üniversitesi'nde caz üzerine yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda hem doktorasına devam ediyor hem de eğitmenlik yapıyor.

Performanslarına ve akademik hayatına ek olarak yakın zamanda kurdukları caz odaklı plak şirketi ile de caz müziğine katkıları devam ediyor. Doktora tezinde solo ve duo performanslara odaklanıp tarihsel sürece bakarak metod oluşturmayı hedefliyor.

Tuşlular ve piyanoda Can Çankaya ve davulda Berke Özgümüş'ün yer aldığı Eylül Biçeri'in bu ilk albümü Byblos vesilesi ile çağdaş caz ile rock, şarkı yazarlığı ve albümdeki elektronik dokunuşlara dair konuştuk. Psikolojiyle epey ilgilendiği için albümün, kendi arkeolojisini yapmakla ilişkili gördüğü noktalarını paylaştı.

Gördüğümüz rüyalar bizi sanata/müziğe davet ederse neler olabilir? Kişisel arkeolojimizi sanat/müzik yolu ile yapmak nasıl mümkün olur? Merak bizi hangi yollara taşır? Caz müzisyeninin yaratıcı yolculuğunda bas nasıl ikame edilebilir? Türkiye'deki canlı caz müzik sahnesinde neler oluyor?

Söyleşimizde bu soruların cevaplarını bulacağınızı umut ediyorum. Byblos'u canlı performans sahnesinde dinleyebileceğimiz günlerde görüşmek dileğiyle…

- Albümün adı Byblos. Lübnan'daki şehirden mi esinlendiniz?

Evet, seneler önce bir konser için Beyrut'a gitmiştim, oraya gittiğimde de Byblos'u ziyaret etme fırsatım olmuştu. Önemli bir antik kent Byblos. Albüm kaydından birkaç ay önce Byblos'la ilgili bir rüya gördüm. Tam da o günlerde üzerinde çalıştığım bestenin ismi de Byblos oldu dolayısıyla. Bir antik kent olması beni oldukça etkiledi, zira psikolojiyle fazlaca ilgileniyorum ve kendi öz arkeolojimi yapmak fikri de bana çok çekici geliyor. 

- Nasıl bir rüyaydı?

Rüyamda Byblos antik kentine gitmiştim. Antik kentte her şey çok yeniydi, pırıl pırıldı. Evlerin duvarlarından raflardaki kitaplara kadar her şey çok güzeldi; fakat bir yandan da çok eski bir şehir bu. Kendi kendime "aslında her şey çok güzelmiş, biz berbat etmişiz, insanın doğası sandığımız gibi değilmiş, belki bize gerçeği söylemiyorlardır" gibi düşüncelere kapılıyorum. Hem Byblos'un bir antik kent olması, hem de Freud'un psikanalizi insanın kendi arkeolojisi olarak adlandırması fikri beni etkiledi. Bu yüzden bir şekilde kafamda albüm ile bu rüyayı ilişkilendirdim sanırım. 

- Çalarken call and response'larda kendinizi işin psikolojisine dair gözlem yaparken buluyor musunuz?

Yok, çalarken işin rasyonelliği ortadan kalkıyor. Çalarken en güzeli, duyuların ve duygularınla oralarda olmaya çabalamak. Aklımız sahnede bizi sabote de edebilir ama öğrenme ve yaratma aşaması için çok önemli. 

- Cazla ilk karşılaşmanızdan bahsedebilir misiniz?

Lisedeyken gitar çalmaya başlamıştım. Sürekli Pink Floyd, Led Zeppelin, The Doors gibi grupları dinliyordum. Hâlen de çok severim. Bir noktadan sonra "acaba başka türlü bir gitarcılık mümkün mü" merakına düştüm. Wes Montgomery'i keşfettim ve çok etkilendim; ama benim için dönüm noktası sanırım bir gün okuldan sonra tek başıma Lale Plak'a gidip sadece kapağından etkilendiğim için aldığım Bill Frisell, Dave Holland ve Elvin Jones'un trio albümü oldu. O albümü kaç yüz kere dinlediğimi hatırlamıyorum ama bütün dünyam değişmişti.

- Kapağında ne vardı?

Kapağında, dükkânda gördüğüm diğer albümlerde pek da rastlamadığım güzel bir illüstrasyon vardı. Sanırım bana başka bir dünya vaat etti bu kapak seçimi. Albümün kendisi de kapağı gibi çok değişik bir ses ve müzik dünyası sundu bana.

- Albümü kaydederken nasıl bir tecrübe yaşadınız?

Albüm kaydı hepimiz için güzel bir tecrübe oldu. Zaten aynı kadro olarak 2019 yılı Nisan ayından beri konserler veriyorduk, parçaların hepsi tam olarak oturmuştu. Stüdyoda hepimiz tek bir odada kaydettik albümü. Bu da bize çok doğal ve adeta konser çalıyormuşuz gibi bir his verdi.

- Açık Radyo'da da bahsettiğiniz bir konuydu bu: Bası nasıl ikame ettiniz?

Can Çankaya albümde sabit bas bir sese ayarlanmış bir synth kullanıyor. Ben de bir efekt pedalı aracılığıyla gitarımdan bas sesleri çıkarabiliyorum. Albümdeki parçalar boyunca dönüşümlü olarak bası bu şekilde çalıyoruz.

- Neden bassız çalmak istediniz?

Aslında bu bir estetik tercih. Hem müziği, ses dünyası olarak farklı bir yere taşıyabilmek adına yapılmış bir estetik tercih hem de Can Çankaya albümde Rhodes çalıyor. Bunlar gitar ile birbirine yakın tınılara sahip enstrümanlar. İkimizin de belli dönemlerde bas çalıyor olması durumu, bir diğerine daha büyük alan sağlıyor. Bir trio olarak daha kompakt oluyoruz bu sayede. Synth basın frekansı, oktav pedalı ile çalınmış elektrik gitarın frekansı ile kontrbasın frekansı farklı. Spektral dünyada kapladıkları yer de farklı. Daha değişik bir estetik oluşturuyor. Çıkan sonuçtan memnunum kendi adıma. 

- Merakla başlayan bir süreç gibi.

Evet, ilk kez bu projede bunu denedik. Hoşumuza da gitti. Caz müzik alanında çok fazla yapılan bir şey değil. Elektronik müziğin yaklaşımına benzeyen bir taraf var. Tabii ki caz alanında da synth'ler artık çok kullanılıyor; fakat hem bir klasik trio formatındayız hem de biraz elektronik alana giriyoruz. Benim kendi adıma sevdiğim alanlar. Grup olarak da herkesin hoşuna gitti bir şekilde. İyi ki de böyle oldu.  

- Sözlerin olmaması nasıl geliyor? Çok anlamlılık mı üretiliyor sözler olmayınca?

Sözleri seviyorum ben; fakat sözler olmadığında müziğin simgesel dünyası çok daha büyüyor. Herkesin kendine göre anladığı şey çok daha çeşitlilik gösterebiliyor. Bence bu büyüleyici bir şey. Sözlü müziğe kesinlikle negatif bakışım yok ama ikisi arasında böyle bir fark kesinlikle var.

- Besteler ne kadar sürede oluştu? 

Bestelerin büyük çoğunluğu albümden önceki bir, iki seneye ait. Ancak altı yıl, on yıl önceden gelen parçalar da var.

- On yıl önceden gelen hangisi?

Bu albümdeki en eski parça Dımbik.

- Şarkılara isim verme sürecinde neler kararınıza etki ediyor? 

Şarkılar bazı özel durumlar haricinde isimleriyle birlikte ortaya çıkıyor benim yaratım sürecimde. Serbest çağrışım diyebilirim aslında.

- "Bir Ara" ve "İki Ara" diye iki ayrı şarkı var örneğin albümünüzde. Bunları neyi düşünerek isimlendirdiniz?

Şarkı isimlerine genel olarak baktığımda zaman algısını düşünüyorum. "Şimdi ve Burada" var. "Yakında" var. "Neler Oluyor" diye başlıyor albüm. Kafamda zaman algısı ile ilgili sorular var. "Bir Ara" ve "İki Ara" aslında birer interlude. Ara müziği gibi bir şey interlude. Bir şeylerin arasında giren bir şey. Hem oradan "Bir Ara" ve "İki Ara" onlar hem de tını olarak da dilimizde başka anlamlarda da kullanılan bir şey. Kelime oyunu gibi. 

- Peki "mbik"?

Dımbik bana büyükbabamın söylediği bir şeydi. Geceleri yatmadan evvel gelip "dımbikler dikilecek, dik" şeklinde bir askeri emir gibi "hadi uyuyoruz, yatağa gidiyoruz" der gibi söylediği bir şeydi. Çocukluğumdan kalan bir laf aslında. Anlamını arattığımda bir şey bulamıyorum, dümbük var, dımbık var ama dımbik yok. Onun da çocukluğundan gelen bir deyiş herhalde. Bu şarkı büyükbabamı andığım albümdeki en eski şarkı. Onun anısını yaşatmak istemiştim. 

- Albümü kaydederken kaç take aldınız? Doğaçlamalar albüm kayıt sürecinde nasıl gelişti?  

Albüm kaydına girmeden önce defalarca konser verme ve parçalar üzerinde düşünme fırsatımız olmuştu. Kayda girdiğimizde kafamızda her şey netleşmişti. Stüdyoda hepimiz aynı odada bulunarak bir klüp konseri havası da yakalayabildik. Doğaçlamalar ise tabii ki her çalımda değişiklik gösteriyor. Genel olarak her parçadan iki, üç take aldık, hep birlikte dinledik ve hepimizin ortaklaşa beğendiği take'leri seçtik. 

- Albüm kapak tasarımı nasıl ortaya çıktı?

Kapak için çizim olmasını istiyordum. Ebru Ceylan'la konuştuğumuzda çizebileceği şeyler için benden fikirler istedi. Dolayısıyla rüyalarımdan bahsettik tekrar. Sonunda bu kuşu çizmeye karar verdi. Kuşun hikâyesi de birçok mitolojide var. Simurg, Zümrüdü Anka, Phoenix gibi isimlere sahip olsa da Pers mitolojisindeki hikâyesini çok seviyorum. Orada kuşlar kendi Tanrı'larını aramak için yola çıkıyorlar. Yolda birçoğu eleniyor, bir şeyler oluyor, geri dönüyor; fakat Kaf Dağı'na vardıklarında otuz kuş kalıyor. Ve Simurg'un aslında otuz kuş demek olduğunu fark ediyorlar. Kafamda bir hikâye oluşturuyor bunlar albümle birlikte. Bütün hikâyeyi böyle özetleyebilirim belki.

- Aslankara'da kimin yası tutuluyor?

Aslankara'da üç yıl önce kaybettiğimiz bir kedinin yası tutuluyor. Tabii, bu işin görünen kısmı diyebilirim. Benim adıma burada birçok başka mana daha var. Kendi kafamda, duygularımda kaybolan veya belki de yeni ortaya çıkan bir sürü olgunun yansıması var.

- Aslankara'nın klip yönetmenliği Lucas Milhomem ve Nelson Algomeda'ya ait. Görüntü yönetmeni Luis Hartmann ve kurgusunu Eren Aksu yapmış. Bu ekip nasıl buluştu?

Eren benim ilkokuldan arkadaşım. Lucas ise benim yedi yıl önce Berlin'de yaşarken tanıştığım yakın bir arkadaşım. İkisi de iyi sinemacılar ve uzun süreden beri Berlin'de yaşıyorlar. Lucas ile ben albümü henüz kaydetmeden önce bir video yapmak konusunda konuşmuştuk, o da çok istemişti. Albüm kayıtları bittikten sonra da hemen çalışmaya başladık. Nelson ve Luis, Lucas aracılığıyla projeye dâhil oldular.  

- Tamer Temel, Jehan Barbur, Ülkü Aybala Sunat, Çağıl Kaya, Volkan Topakoğlu, Selin Sümbültepe gibi isimlerin albümlerinde gitarist, aranjör ve prodüktör olarak yer aldınız. Kendi albümünüzde bu rolleri üstlenmek ya da bir başkasına devretmek gibi meseleler hakkında ne söylemek istersiniz?

Caz müziğin biraz da doğası gereği herkes kendi albümünde bir şekilde bütün bu rolleri üstlenmek zorunda kalıyor. Zaten müziği yazan ve icra eden kişi olduğunuzda doğal olarak aranjmanı da düşünüyor oluyorsunuz. Tabii ki bu bir grup müziği o yüzden aranjmanlar da herkesin katkısı var. Prodüktörlük kısmı ise, yani bütün bu süreci yönetme ve gerçekleştirme kısmı müziğin doğasından ötürü tamamen albüm sahibine kalıyor. Bu süreçte tabii ki bir sürü arkadaş fikirleriyle ya da emekleriyle destek oluyor, zaten bu sayede de bu albümler çıkabiliyor. Çünkü bu alanda gerçek anlamda bir sektörden veya sermayeden bahsetmek mümkün değil. Dolayısıyla belki de daha samimi işler ortaya çıkabiliyor. 

- Gerçek anlamda bir sektörden bahsetmek niçin mümkün olamıyor?

Bunu söylerken özellikle caz müzik alanından bahsediyorum tabii ki. Şu anda müzik sektörü çok büyük kâr getiren türler dışındaki müzikleri bir nevi yok sayma eğiliminde.

- İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda Caz Gitar bölümünde ders veriyorsunuz. Online eğitim deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?

Konservatuvarda ders vermek benim için çok güzel bir deneyim. Her şeyden önce meslektaşlarımla beraberim sürekli ve bu çok güzel bir his. Online eğitim müzik için çok kolay olmuyor. Sesin gecikmesinden ötürü birlikte çalabilmek imkânsız, dolayısıyla da hep eksik bir taraf kalıyor ne yazık ki. Yine de elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz.

- Albümünüz kurucusu olduğunuz caz odaklı plak şirketi SİMU Records aracılığıyla dinleyici ile buluştu. Sizi bir plak şirketi kurmaya hazırlayan süreçten bahsedebilir misiniz?

Müzik sektörü internetin ortaya çıkması ve yayılmasıyla birlikte büyük değişimler geçirmeye başladı. Bu değişimlerin en son aşamasında ise şimdi de hâlen deneyimlemekte olduğumuz streaming dönemi başladı. Benim kişisel fikrim internetin ilk yıllarında ortada olan fırsat eşitliği ve farklı seslerin de duyulabilmesi heyecanı biraz sekteye uğramış durumda. Büyük sermayenin de sektöre dâhil olmasıyla birlikte, esasında eski müzik sektörünün bir başka versiyonunu yaşıyoruz şu anda. Üstelik havuz sistemi gibi uygulamalar yüzünden daha az dinlenen müziklere pek yaşam hakkı vermeyen bir sistemden bahsedebiliriz. Dolayısıyla böyle müzik türlerinde faaliyet gösteren albüm şirketleri için de durum pek kolay değil. Albüm sürecinde Avrupa'dan işlerini severek takip ettiğim bir kaç plak şirketiyle irtibata geçtim, olumlu geri dönüşler de aldım; ancak pandemiden ötürü hepsinin zaman çizelgeleri karışmıştı. Bana albümün yayınlanmasıyla ilgili net zamanlar veremediler. Ben de daha fazla beklemek istemiyordum, bir yandan da uzun süredir aklımda olan sadece caza odaklanmış ve İstanbul canlı caz müzik sahnesini kayıtlı ortama aktarmakla ilgili bir proje vardı. Arkadaşım şarkıcı ve şarkı yazarı Nilipek ile birlikte böyle bir projeye başladık biz de. Umarım bir çok güzel albüm yayınlayacağız bu plak şirketinden.

- Türkiye'deki canlı caz müzik sahnesinden bahsedebilir misiniz?

Tabii şu anda pandemiden önceki durumdan bahsedebilirim. Umarım en kısa sürede bu zamanları iyi bir şekilde atlatırız. Mekân sayısı fazla olmasa da artıyor ne güzel ki. İstanbul'da dünyadaki şehirlerin pek çoğunda bulunmayan bir hareketlilik var. Yeni müzikler üretiliyor, bunlar sahneleniyor, herkes birbirine destek olmaya çalışıyor. Caz da doğası gereği öyle bir müzik. Böyle bir şeyin olması şans bizim için. Dinleyici olarak da müzisyen olarak da. Dolayısıyla herkesi buralara davet ediyorum. Canlı performansı çok kıymetli olan bir müzik. O andan ve yerden fazlasıyla etkilenen, yaşayan bir müzik. Umarım daha da artar, daha fazla dinleyen olur, daha fazla müzisyen yetişir, benim için de bir yaşama sebebi bu.  

- Size ilham veren müzisyenleri/videoları/kaynakları okuyucularımızla paylaşmak ister misiniz?

Plak şirketimiz SiMU Records'un Spotify hesabından hem benim hem de Can Çankaya ve Berke Özgümüş'ün hazırladıkları listeler yayınlanıyor. Oradan takip edebilirsiniz. 

- Spotify kullanmayanlar için paylaşmak isteyebileceğiniz isimler/kaynaklar olur mu?

Dünyada bir sürü güzel müzik üretiliyor, isim isim bir şeyleri tavsiye etmek oldukça zor tabii ki. Ama özellikle caz müzik alanından bahsedecek olursak, öncelikle bu işin evrimsel kısmını, gelişimini dinlemek önemli. Gitar için örneğin Charlie Christian'dan başlayarak Django Reinhardt, Herb Ellis, Barney Kessel, Kenny Burrell, Wes Montgomery, Jim Hall, Joe Pass daha sonraki kuşaklardan John Scofield, Bill Frisell, Pat Metheny gibi müzisyenleri tavsiye edebilirim. Daha yakın dönemde ise Kurt Rosenwinkel ve ardından gelen bir çok önemli gitarist oldu. 

- Yüksek lisans teziniz "Çalgı grupları arasında projeksiyon: Kompozisyonal malzemenin geniş çalgı topluluklarından gitar trio'ya aktarımı". Nasıl bir araştırma süreci yaşadınız? Bu konu sizde ilk nasıl merak uyandırdı?

Elektrik gitarın 20. yüzyılda bir anda ortaya çıkıp bütün dünyayı etkilemesi konusu benim ilgimi hep çok çekti. Gitar esasen bir folk müzik enstrümanı, öte yandan da içinde çok büyük olasılıkları barındırıyor. Gelişimi, evrimi de hep bu şekilde olmuş. Tez çalışmamda özellikle 20. yüzyılda bestelenmiş orkestra müziklerini bir gitar trioya aktarmayı, kaydetmeyi ve sonrasında da bu kayıtları orkestra kayıtlarıyla karşılaştırmayı denedim. Gitarın bu kadar popüler olmasının arkasındaki etkenlerin, birinin yarattığı ses dünyasının zaman zaman bir orkestra kadar etkili olabilmesi olduğunu göstermeye çalıştım. Üzerinde çok konuşulabilecek bir konu, sound dediğimiz ses dünyası özellikle kayıtlı müzik alanında şu an dünyayı ele geçirmiş durumda. Günümüzde eskisi gibi müzik üretilmiyor gibi iddiaların arkasında da soundun bu derece önem kazanması olduğunu düşünüyorum. Her konuda olduğu gibi burada da bir denge bulunacaktır, bulunuyor da bence an itibariyle.

- Doktora çalışmanızdan bahsedebilir misiniz?

İstanbul Üniversitesi'nde Sanatta Yeterlilik yapıyorum, orada da tez sürecindeyim. Gitarı armonik olarak incelediğim bir tez yapıyorum. Özellikle solo ve duo performanslara odaklanarak ve tarihsel sürece bakarak bir metod oluşturmaya çalışıyorum. Bir gitarcı böyle bir performansa nasıl hazırlanır metodu gibi. Caz müzik yeni bir müzik, akademiye de girmesi yeni. Dolayısıyla bir sürü konuda bu müziğin doğasından ötürü, alaylı olmasından ötürü henüz belli şeylerin yöntemleri kesin değil. O alanda bir açıklık var. Bana da faydası olacak bir çalışma. Umarım yazabilirim. 

- Bir gitarcı böyle bir performansa nasıl hazırlanır, kısaca bahsedebileceğiniz bir bölümü olur mu?

Doğası gereği pozisyonlarla sınırlı bir enstrüman. Elimizin ulaşabildiği pozisyonda akorlar çalabiliyoruz. Bir buradan, bir de şuradan basılamıyor. Dolayısıyla hep kutuların içindesin. Burada da hem armoniyi bilmek gerekiyor hem de o armoni gitara nasıl uygulanır onu bilmek gerekiyor. Piyanodan farklı bazı açılardan. Bunun avantajları ve dezavantajları var. Eğitim için hazırladığım bir şey bu daha çok. 

- Korona ile birlikte önce konserler iptal edildi. Şimdi de önümüzü göremediğimiz bir dönemden geçiyoruz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Korona sürecinden herkes çok kötü etkilendi. Müzisyenler açısından özellikle sadece performans yaparak hayatını sürdüren müzisyenler açısından çok zor bir dönem yaşıyoruz. Bir anda bütün konserlerin iptal olması, bütün mekânların kapanması, bir daha ne zaman konser olacağını bilememiz gibi son derece problemli konular var. Bunun karşılığında da müzisyenler hiçbir şekilde maddi, manevi destek alamıyorlar. Bütün bunlar kapatılıyorsa bir yardımın düşünülmesi veya planlanması gerektiğini düşünüyorum. 

- Online performans yapmak nasıl bir şey?

Ben Korona süresince online olarak bir kez çaldım ve o konserden sonra çok garip hissettim. Bir konser yapıyor gibi hissediyorsun bir yandan, bir yandan da kimse yok. Konser bitiyor, orada birtakım yazılar var. İnsanlar emojiler koyuyor. "Çok teşekkür ederim izlediğiniz için" diyorsun, kapatıyorsun ve kendinle baş başa kalıyorsun. Bu çok garip bir his. Belki buna da alışılır, bilemiyorum ama şu andan baktığımda güzel bir şey değil bu müzik adına. Dünyada ne gelişme olursa olsun canlı performansın bitmeyeceğini düşünüyorum. Bir araya gelme güdüsü, birlikte bir şey yapma hissi, o deneyimi yaşamak, tanık olmak umarım devam eder. 

- Çeşitli dönemlerden sizi etkileyen albüm isimleri paylaşabilir misiniz?

Wes Montgomery'den "The Incredible Jazz Guitar of Wes Montgomery" albümü. Jim Hall, Bill Evans'la yaptığı "Undercurrent" ve "Intermodulation" albümleri çok kıymetlidir benim için. Joe Pass'in Ella Fitzgerald'la olan duolarını severim ve beni etkiler. John Scofield'ın Trio'su ile yaptıkları canlı kayıtları çok severim. Pat Metheny'nin "Bright Size Life" albümü beni etkileyen albümler arasındadır. 

- İlk albüm nasıl bir his?

Hem güzel hem endişeli. 

- Endişe?

Kendini ortaya koyma endişesi gibi. 

- Nasıl tepkiler alıyorsunuz?

 İyi gidiyor. Kıymet verdiğim yorumlar alıyorum. Eleştiri, olumlu veya olumsuz önemsediğim bir şey. Konunun esasına ilişkin bütün eleştirileri duymak istiyorum. 



Gitar ve Besteler: Eylül Biçer
Tuşlular ve Piyano: Can Çankaya
Davul: Berke Özgümüş
Kayıt Stüdyosu: Hayyam Stüdyoları
Kayıt Mühendisi: Sinan Sakızlı
Kayıt Asistanı: Ceylan Akçar
Mixing: Emre Malikler
Mastering: Mike Nielsen
Kapak illüstrasyonu: Ebru Ceylan
Fotoğraflar: Elif Tekneci
Yapım: Eylül Biçer eylulbicer.com 
Aslankara'nın videosu: (https://www.youtube.com/watch?v=ZwDkQzMNSow)

Yazarın Diğer Yazıları

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

Mad Pride ya da ‘Delilerin’ Onur Yürüyüşü

Mad Pride’ın amacı stigma ile mücadele etmek, ‘delilerin’ haklarını savunmak, çeşitli politikalara etki etmek, beraberce güçlenmek, bazen biraz eğlenmek ve misal ‘psikopat’, ‘manyak’, ‘şizo’, ‘deli misin nesin’ demeden önce bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.