07 Mayıs 2020

"Gericiliğin arttığı yerlere dansın daha fazla girmesi gerek"

Koronavirüs'ten önce kıtalar arası yoğun çalışan Ezgi Zaman "Dans benim için özgürleşme, direniş ve içinde bulunduğumuz sisteme karşı bir başkaldırı aracı oldu," diyor

"Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, hiç bitmez."

Edward Estlin Cummings  

Geçenlerde sosyal medya Ezgi Zaman’ın dans ettiği bir videoyu önüme çıkardı. 

Bir kez izlemekle yetinemedim. Bunun sebebi farklı dansları muazzam şekilde kombinlemesi ve yaptığı işe oldukça hakim olmasıydı.

Jimnastikle başladığı beden çalışmaları onu modern dansa, hiphopa, Latin danslarına ve Kübaya dek taşımış.

Latin Dans Dünya Şampiyonaları’nda hakemlik yapıyor.

Koronavirüs'ten önce kıtalar arası yoğun çalışan Ezgi Zaman "Dans benim için özgürleşme, direniş ve içinde bulunduğumuz sisteme karşı bir başkaldırı aracı oldu," diyor.

Koreografilerinde doğaçlama için bıraktığı boşluklar var ve o boşlukları o anki ruh hâline göre dolduruyor.

Isadora Duncan, Alvin Ailey, Martha Graham, Pina Bausch, Sidi Larbi Cherkaoui en çok etkilendiği sanatçılar…

Kitaplara da dansa gösterdiği özenle yaklaşıyor.

Bir gün kızı olursa adına Hypatia koymak istiyor.

İşçilerle dayanışma dansını izledikten sonra söyleşiyi yapmak kaçınılmaz oldu. 

- Dansa başlama hikâyenizi paylaşır mısınız?

Dans hikâyem epey küçük yaşlardan başlıyor aslında, bebeklikten diyebiliriz. Annem ve babam jimnastik eğitmeni oldukları için emeklemeyi ve yürümeyi jimnastik salonunda öğrendim. Modern dans akımlarını ve toplumsal konulara değinen uluslararası tanınmış koreografları araştırma sürecim dansa ve sanata bakış açımda dönüm noktalarımdan biri oldu. Ülkemizin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle sanatın toplumsal yaşamdan koparıldığı ve piyasalaştırıldığı bir dönemde dans alanında akademik eğitimle yeterli düzeyde gelişemeyeceğimi fark ettim. Sonrasında kendi kendimi geliştirebilmemin birçok yolu olduğunu kavradım. Dans benim için özgürleşme, direniş ve içinde bulunduğumuz sisteme karşı bir başkaldırı aracı oldu.

- 2020 Singapur Uluslararası Latin Festivali’ne dans performansınızla katıldınız. Nasıl geçti? 

Çok keyifli geçti, festivalin dansçı kalitesi oldukça iyiydi. Sahne performansıma ve verdiğim eğitim çalışmalarına olan ilginin yoğunluğu da ilham vericiydi. Asya ülkelerinde katıldığım her festivalde hem insanların çok düşünceli, kibar ve anlayışlı yapısı hem de organizasyonlardaki ciddiyet ve profesyonellik beni etkiliyor.

- O performansta Shahar Ben Yaacovdan Volos ile dans ediyorsunuz. Bu şarkıyı seçmeye nasıl karar verdiniz? 

Dört yıl önce Berlinde evimin mutfağında yemek yaparken yeni hazırladığım salsa müzik listesini dinliyordum ve tesadüf eseri karşıma çıkan bu şarkıyı duyunca yemeği unutup mutfakta doğaçlama dans etmeye başladım. Bir saat içerisinde koreografinin çoğunluğunu mutfakta bitirdim. Bu yüzden Volos koreografisinin hayatımda iz bırakan yeri var, anlık ilhamla ortaya çıktı. Aynı yıl İsrail seyahatimde Volos müziğini hazırlayan DJ Shahar ile tanışıp müziğin yorumlanması üzerine derin sohbetim olmuştu. Hâlâ Shahar ile iletişim hâlindeyim, yeni şarkılarını bana gönderiyor, verdiğim eğitimlerimde şarkılarını kullanıyorum.

- Dansın direniş biçimi olduğunu da düşünüyorsunuz. İzban grevine dansınızla destek olduğunuzu biliyoruz. Anlatır mısınız?

Beden farkındalığına önem veren bir dans işçisi olarak dünyanın her yerinde insanların insanca yaşayabilmesi için mücadele etmenin sorumluluğum olduğunu düşünüyorum. Benim mücedele yöntemim ana dilim olan dans ile farkındalık yaratma çabasıdır. İzban işçilerinin haklı haykırışını işittiğimde de bu sesi kendime bir direniş melodisi olarak gördüm. Flormar işçilerinin haklı direnişine de aynı duygularla katıldım. Berlinde 8 Mart'ta sokakta dans ettiğimde de benzer bir dayanışma duygusu bedenimin ritmine ilham olmuştu. Özgecan Arslan cinayetinden birkaç hafta sonra belimde mor kurdelemle Fazıl Say’ın "İnsan İnsan" şarkısına dans ederken kadın bir dansçı olarak şiddet gören tüm kadınların acısını yüreğimde hissettim. Ekim Devriminin 100. yılı için dans ettiğimde de sanat alanında bireysel çabanın kendi içe dönük verimliliğinin ve üretiminin yanı sıra topluma yansıyan her süreci birbirini diyalektik bir şekilde desteklemek zorunda olduğunu düşünerek dans ettim. Dans benim her gün kendi içimde yaptığım devrimim.

- Bale, buz pateni, Afrika dansları, oryantal, jimnastik, salsa, hiphoptan izler taşıyan çok sesli dansınız bu hâlini nasıl aldı?

Jimnastik eğitimim içerisinde iyi düzeyde temel bale eğitimi aldım. Çocukluğumdan bu yana müziğe ve doğaçlama dansa hep ilgim oldu. Hiphop ve break dans ile ilgilendim. On dört yaşındayken break dans alanında uluslararası bir yarışmada birincilik aldım. Break dans ile ana dalım olan modern dansı harmanlayarak özgün bir tarz oluşturmaya başlamıştım. Bu süre içerisinde tango ve sosyal latin dansları ile tanıştım. Latin dansları sayesinde Afrika kültürü ve Afrika dansları ile de tanıştım. 

Küba tarihi üzerine derin bir araştırma sürecine girdim. Kübanın ilk yerlileri olan Kızılderililer ile diğer Latin ülkelerinin dans kültürlerinin alışverişleri ve sonrasında sömürge dönemi ile birlikte gelen Nijeryadan Yoruba kültürü, İngiliz ve İspanyol sömürgecilerin bölgede sebep olduğu kültürel değişimin dansa olan yansımaları ve Küba devrimi sonrası Küba Halk Dansları’nın kültürel zenginliği ve bu zenginliğin ABD, Karayipler ve Avrupada bambaşka kültürler ile harmanlanması sonucu oluşan muazzam dans türü beni büyüledi.

- Günlük dans rutininiz nasıl?

Bugünlerde Koronavirüs nedeniyle dünya turneme ara verdiğim için hern dans çalışmaya vaktim oluyor. Güne yoga ile başlıyorum, sonrasında bir ara veriyorum ve bu arada kitap okuyarak bedenim dinlenirken zihnimi yoruyorum ve sonra da genelde okuduklarımdan da aldığım ilham ile doğaçlama dans çalışması yapıyorum. Günü pilates ile bitiyorum ve geceleri okuma yapıyor, sıklıkla da yazmaya odaklanıyorum. Bu zor günlerde takipçilerime ve öğrencilerime motivasyon verebilmek için İnstagram hesabımdan canlı yayın ile haftada bir gün online dans dersi veriyorum.

- Koronavirüs'ten önce nasıldı? 

Koronavirüs öncesi yaşantım bu şekilde değildi. Her hafta başka bir ülkeye seyahat ettiğim ve yoğun eğitim programı verdiğim, sahne aldığım ve Latin dans gecelerine katıldığım için düzenli bir çalışma programım olmuyor. Uzun süren uçak yolculukları, jet-lag ve seyahatlerden kaynaklı yorgunluk ve yoğun çalışmadan kaynaklı sakatlıklarım nedeniyle seyahat dışında olan zamanımı bedenimi olabildiğince dinlendirmeye çalışarak geçiriyorum.

- Singapurda sergilediğiniz koreografi ile başka festivallere de katıldınız. Aynı nehirde iki kez yıkanılmayacağı gibi performansınız da her seferinde başka oluyor mu?

Her performansım birbirinden farklı, hiçbir hareket aynı şekilde sahnelenemiyor; çünkü sahnede oranın atmosferinin ruhumdaki etkileri, o anki psikolojik ve fiziksel durumumun önemli olduğu kadar sahnenin, zeminin, sesin, ışığın da farklılıkları hareketlerimi etkiliyor. Koreografilerimde doğaçlama için bıraktığım boşluklar var ve o boşlukları o anki ruh hâlime göre dolduruyorum. Seyirci ile kurduğum iletişim doğaçlama bölümlerimi etkiliyor. Bu yüzden seyirciyi rahat görebildiğim bir sahne ışığı ile dans etmeye özen gösteriyorum.

- Bu festivallere katılma şartları nedir? Örneğin belli figürleri jüriye mutlaka sergilemeniz gerekiyor mu?

Festivallerde jüri yok; çünkü festivaller yarışma değil kültürel ve sanatsal etkinlikler. Ayrıca dans yarışmaları da yapılıyor tabii ki. Sanatçı olarak katılmak için bilinen ve yetkin bir dansçı ve eğitmen olmanız ve organizasyon tarafından davet edilmeniz gerekiyor. Davet aldıktan sonra benim çalışma koşullarım konusunda da organizasyon ile istediğim anlaşmayı sağlayabilirsem o festivale ya da dans kongresine sanatçı olarak gidiyorum.

- Doğaçlama dans sizin için ne ifade ediyor?

Doğaçlama dansın özü demek. Doğaçlama yoksa dans yoktur. Dans müzikle uyumlu hareketlerin bir araya gelmesi demek değildir. Dans duygunun en doğal hâliyle ifadesidir. Bu yüzden dans özünde doğaçlamadır. Koreografilerimi, seçtiğim şarkı üstüne yaptığım doğaçlamalarla şekillendiriyorum. Sahneye ilk kez duyduğum bir şarkı ile doğaçlama çıktığım da oluyor. Dans etmek için şarkıyı bilmem gerekmiyor, sadece hissedebilmek gerekiyor. Bunun için de bütün benliğimi özgür bırakabilmek ve farkındalık halinde olmak en önemli noktalar. Dans özgürlüktür.

- Kostümünüzü seçerken sizin için önemli olan nedir?

Müziğe ve konsepte uygun olmasına, bedenime ve karakterime uygunluğuna, en çok da hareketlerime engel olmayacak rahatlıkta olmasına özen gösteriyorum.

- Hangi kaynaklardan besleniyorsunuz? Favori dansçılarınızı paylaşabilir misiniz? 

En çok doğadan, toplumsal gözlemlerimden ve kitaplardan besleniyorum. Bütün sanat dallarının birbirini beslediğine inanıyorum. Kendimi sanat anlayışı acısından çok yönlü geliştirmeye özen gösteriyorum. Gittiğim ülkelerde gezdiğim sanat müzelerinin üzerimde etkisi büyük; ama en çok sokak sanatından besleniyorum. Toplumsal olaylar, eylemler beni etkiliyor. Besteciler, yazarlar, belgeseller, yaşam öyküleri her zaman ilham aldığım kaynaklar. Koreograf ve dansçı olarak modern dans alanında Isadora Duncan, Alvin Ailey, Martha Graham, Pina Bausch, Sidi Larbi Cherkaoui en çok etkilendiğim sanatçılar.

- Dans ederken ve öğretirken yüz ifadesini serbest bırakmakla ilgili nasıl tecrübeleriniz var?

Yüz ifadesini hiç düşünmedim. Rol yapmadan dans edince bu konu üzerine düşünmeye de gerek kalmıyor. Aslında doğallık ve farkındalık bir yaşam biçimi, ve bu yaşam biçimi ana dilim olan dans ile de bütün tabii ki.

- Dans akışınızda figürleriniz kadar kendinizi izole ettiğiniz anlar da çoğunlukta. Bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?

Dans insanın karakterinin en saf yansıması. Yaşamımda dengeli olduğum zamanlarımda dansımda da bu dengeyi sağlayabiliyorum. İnsan kimi zaman düşer ve sonra tırmanır, bazen yine düşer, bazen de koşar adım tırmanır. Bu çelişkiler sürecinin özünde geliştirici ve gerekli bir denge arayışı süreci olduğunu düşünüyorum.

- Body isolation dediğiniz tam olarak nedir?

Beden farkındalığı ve kasları, eklemleri hissederek hareket ettirme üzerine kurulu bir dans dersi. Bu dersin tam adı "Body Movements and Isolation". Bu dersi verirken genellikle temel çağdaş dans teknikleri ile Afro-Cuban dans tekniklerini harmanlayarak koreografi öğretmeyi tercih ediyorum.

- Tayvan, Meksika, Hindistan vb yerlerdeki workshoplarınızda epey kişi ile çalışıyorsunuz. Zorlandığınız anlar oluyor mu?

Kalabalık guruplarla çalışmakta hiçbir zorluk hissetmiyorum. Ancak zorlandığım daha farklı toplumsal konular oluyor. En çok zorlandığım nokta dünyanın her yerinde hızla ilerleyen gericileşme, beraberinde getirdiği kadın sorunu ve yüzeyselleşme karşısında kendimi çaresiz hissettiğim anlar oluyor. Sanatın eğlence sektörü içerisinde içeriği boşaltılarak ticari bir alanda yok edilmesi de tabii ki zorlandığım ve mücadele ettiğim bir konu.

- Gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz?

Özellikle son üç yıldır çok yoğun bir seyahat turnesindeyim. Sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde ciddi bir gericileşme söz konusu. Her yerde kadın bedeni daha çok metalaşıyor, aslında insan metalaşıyor. İnsanlar ellerinde telefon ve sadece kendi içlerinde ve kendi kurdukları küçük dünyada yaşamaya başlıyorlar ve dışarıyı görmek istemiyorlar. Bu sadece gericiliğin değil emperyalizmin de bir dayatması ve varabileceği son nokta. Bunun sonucu olarak insan özgüvensiz hâle geliyor ve özgüvensizleşen beden elbette kamburlaşacak, elbette göğüslerini saklamaya çalışacak. Kendi benliğini, kadınlığını, bedenini sevmemeye başlayacak. Dansın bu nedenle de önemli olduğunu düşünüyorum; çünkü dans hem kadınlar hem de erkekler için dokunmayı, bedenini tanımayı, kendi kimliğini bedeniyle bir yolculuğa çıkarak keşfetmeyi sağlayan önemli bir araç. Bu yüzden gericiliğin arttığı yerlere dansın daha fazla girmesi gerek. Bu bizi aydınlığa kavuşturacak temel araçlardan biri.

- Dansın yarışmaya değil barışa vesile olmasını istediğinizi biliyorum. Bu duruşunuz bir yana bugüne dek kaç madalya kazandınız?

Dans yarışmalarının dansçıları sanatsal açıdan geliştirdiğini düşünmüyorum, aksine özgürlüklerinin kurallar ile kısıtlandığını düşünüyorum. Bu düşüncemden ötürü de bu güne kadar dans alanında yarışmalara katılmayı tercih etmedim. Ancak latin dansları alanında dünya şampiyonalarında hakemlik yapıyorum. Dansın sportif yanıyla değil daha çok yaratıcı, sanatsal yanıyla uğraşmaktan zevk alıyorum. Dans kariyerim başlamadan önce jimnastik dalında bir çok yarışmaya katıldım. Yirmi sekiz kez ulusal birincilik aldım. Madalyalarımın bir kısmını küçük yaşlardaki sporculara moral vermek için hediye ettim. Yarışmaların sonuçları kişisel algılanmamalı ve sporcular yarışmalarda kendileriyle yarışmalı, sadece gelişmeye odaklamalıdır. 

- Instagram hesabınızda dans projelerinizin yanında Oscar Wildedan  "Sosyalizm ve İnsan Ruhu", Friedrich Nietzscheden "Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu", Salah Birselden "Kurutulmuş Felsefe Bahçesi" gibi kitaplarınız var. Kütüphanenizi nasıl bir yol izleyerek geliştirdiniz? Şu sıralar ne okuyorsunuz?

Kütüphanemi on dört yaşında oluşturmaya başladım. Kütüphanemin ilk önemli eseri de "Sofienin Dünyası" oldu. Bu kitabı annem hediye etmişti ve kapağının arkasına da Edward Estlin Cummingsin bir sözünü yazmıştı. "Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, hiç bitmez."  Bu söz, yaşamımda önemli bir yer tutuyor.

Zamanla kitap konusunda seçici olmayı ve kitap diye basılan her eserin kütüphanemde olmasına gerek olmadığını öğrendim. Kütüphanemde temizlik yapmaya başladım ve önemli eserleri keşfetmeyi öğrendim. Lise yıllarımı İstanbuldaki sahafları gezerek geçirdim. Bu aralar Karl Marx üzerine okumalar yapıyorum. Bir yandan Leyla Erbil şiirleri ruhumu okşuyor, bir de Sevgi Soysal bu günlerde bana çok iyi geliyor. Şu an "Ateşi Çalmak" serisini okuyorum ve Sevgi Soysaldan "Yürümek" kitabını. Ara sıra odamda yüksek sesle Leyla Erbil şiirleri de okuyorum. Bu haftam böyle geçiyor.

- Bir gün kızım olursa adını Hypatia koyacağım diyorsunuz. Anlatır mısınız?

İlk kadın filozof ve matematikçi olan Hypatian hikâyesinden çok etkilenmiştim. Mısır seyahatlerimden birinde İskenderiye kütüphanesini ziyaret etme şansım oldu. Büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Kütüphanede Mısır ile hiç ilgisi bile olmayan birçok filozof ve yazar hakkında boy boy bilgiler, heykeller ve afişler varken İskenderiye Kütüphanesinin en önemli ismi olan Hypatia ile ilgili önemli hiçbir bilgi göremedim. Tarihin en önemli kadın filozofunu görmezden gelmeye çalışmaları üzücü. Bunun üzerine İskenderiye seyahatim sonrasında da "Bir gün kızım olursa adına Hypatia koymak istiyorum," dedim.

- Son olarak, Korona günlerinde bu söyleşiyi yaptık. Bu konuda söylemek istedikleriniz var mı?

Bu sürecin insanların kendisini ve yaşamı sorgulaması için önemli bir fırsat olmasını umut etmek istiyorum. Bütün dünyada içinde yaşadığımız sistemin insan hayatını hiçe saydığını ve aynı zamanda yöneticilerin hâlâ iktidar mücadelelerini insan sağlığından daha öncelikli bulduğunu net bir şekilde gözler önüne serdiğinin toplumlar tarafından fark edilebileceğini umut ediyorum. Sistemin dünyanın dört bir yanında halklar tarafından sorgulandığını gözlemliyor ve bunun sonucunda dünya vatandaşlarının birlik ve beraberlik içinde dayanışma gösterdikleri aydınlık bir geleceğin doğacağına inanıyorum. Evlerimizde geçirdiğimiz bu günlerde bizler güvende kalabilmek için telaşlanırken maalesef işçilerin büyük bir çoğunluğu zor koşullarda çalışmaya devam ediyor. Yüreğim emekçilerle birlikte atarken böyle günlerde üretebilmek ve gelişebilmek için kendimce yollar arıyorum. Bütün emekçilere, en çok da sağlık emekçilerine sevgilerimi ve dostça selamlarımı iletmek isterim.

Yazarın Diğer Yazıları

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

Mad Pride ya da ‘Delilerin’ Onur Yürüyüşü

Mad Pride’ın amacı stigma ile mücadele etmek, ‘delilerin’ haklarını savunmak, çeşitli politikalara etki etmek, beraberce güçlenmek, bazen biraz eğlenmek ve misal ‘psikopat’, ‘manyak’, ‘şizo’, ‘deli misin nesin’ demeden önce bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.