02 Ocak 2022

"Müslüman yılbaşı kutlamaz" mı?

Yeryüzündeki tüm hayatın döngüsünü mevsimler belirliyor. Haliyle, insanın karnını doyuran tarımın döngüsü de onlara bağlı. Ne var ki, sadece insanoğlu bunu hesaplamak, kayıt altına almak, planlamak ihtiyacı hissetmiş. Doğada bir çiçeğin veya böceğin öyle bir kaygısı yok

Bundan tam 96 yıl 2 gün önce, yani 31 Aralık 1925 perşembeyi 1 Ocak 1926 cumaya bağlayan geceye kadar İstanbullular daha önce hiçbir zaman aynı saati, aynı ayı ve aynı yılı kullanmamışlardı. O gece ilk kez bütün İstanbullular teknik olarak “gece yarısı” denen an üzerinde fikir birliğine varmışlardı. Çünkü yeni kanun bunu gerektiriyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerek reform gerekse çöküş ve savaş yıllarında bir ecnebi turist, bir diplomat, bir gazeteci örneğin Şark Ekspresiyle İstanbul’a geldiğinde o günün takvimdeki yerini bulabilmek için bir yardımcı cetvel-tablo kullanmak zorundaydı. Baedeker, Guide Bleu gibi turistik rehber kitaplar bu cetvelleri yayınlardı. 

O gece ilk kez bütün İstanbullular teknik olarak “gece yarısı” denen an üzerinde fikir birliğine varmışlardı. Çünkü yeni kanun bunu gerektiriyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerek reform gerekse çöküş ve savaş yıllarında bir ecnebi turist, bir diplomat, bir gazeteci örneğin Şark Ekspresiyle İstanbul’a geldiğinde o günün takvimdeki yerini bulabilmek için bir yardımcı cetvel-tablo kullanmak zorundaydı. Baedeker, Guide Bleu gibi turistik rehber kitaplar bu cetvelleri yayınlardı.

20 Nisan 1911 tarihli takvim yaprağı

Sadece ecnebilerin sorunu değildi bu. Osmanlı topraklarında yaşayan Rum, Ermeni, Yahudi, Lövanten herkesin bocaladığı bir konuydu. Çünkü onlar da kendi aralarında aynı “takvim dilini” konuşmuyordu.

Yeryüzündeki tüm hayatın döngüsünü mevsimler belirliyor. Haliyle, insanın karnını doyuran tarımın döngüsü de onlara bağlı. Ne var ki, sadece insanoğlu bunu hesaplamak, kayıt altına almak, planlamak ihtiyacı hissetmiş. Doğada bir çiçeğin veya böceğin öyle bir kaygısı yok. Yani, takvim tamamen insan icadı bir zaman aritmetiği.

Babil, Asur, Hint, Çin, Mısır, Aztek, Maya takvim sistemleri de dahil tüm bu zaman ölçüm sistematiğinin temelinde gök cisimleri yatıyor. Kimi kültürler ay hareketlerinden kamerî (lunar) takvim yapmış, kimi güneş döngülerinden şemsî (solar) takvim. Bazıları da ikisinin karışımı luni-solar sistemler geliştirmiş. Hatta ay ve yıldızları birlikte değerlendiren luni-stellar takvim sistemleri de olmuş. Yıldızlar (necm) hakkında biraz daha fazla bilgi sahibi olan bilge adamların (müneccim) eski çağların toplumlarındaki saygınlık düzeylerini tahmin edebiliriz.

Batı dillerinde “alacak defteri” anlamına gelen calendarium sözcüğünden türemiş olan “takvim” borçların, faizlerin ödenme, alacakların tahsilat günü olan calendae günlerinin düzenlenmesinden başka bir şey değildi.

Çeşitli takvim sistemleri var. Günümüz dünyasına damgasını vuran ise Roma takvimi: İmparatorlar tarafından defalarca değişime uğramasına rağmen Jül Sezar zamanında karar kılınan Jülyen takvim. Aylara adlarını veren imparatorlar yarışında bazı 31 günlük aylar peş peşe sıralanırken, günler hep sahipsiz şubat ayından kırpılmış. Bu güneş takvimi M.Ö. 238 yılında Mısır’da III. Batlamyus zamanında geliştirilmiş bir sistem iken M.Ö. 45 yılında Jül Sezar’ın reformuna uğramış.

Jül Sezar

Astronomik bilgiler ışığında bir düzeltme daha gerekmiş olmalı ki, 1582 yılında Papa XIII. Gregor bugün kullandığımız “Gregoryen Takvim” dediğimiz sistemi getirmiş. O yıl ilginç bir şey olmuş. 4 Ekim ile 15 Ekim günleri arasında kalan on bir gün boyunca dünyada hiçbir şey olmamış. Ne bir insan doğmuş ne biri ölmüş. Ne bir savaş çıkmış ne de mutlu bir olay. On bir günlük boşluk!

Çünkü “Kutsal Baba” Gregor bu reform sırasında 4 Ekim’den 15 Ekim’e atlamış ama bu arada haftanın günlerinin sırasını korumuş: perşembeden cumaya. İşte o gün bugündür dört yılda bir “artık yıl” hesabıyla bu takvim sistemi kullanılıyor.

Papa XIII. Gregor

Hristiyan dünyası ise gerek paskalyayı ilkbahar ekinoksuna denk getirme çabasından, gerek Hazreti İsa’nın doğumu, ölümü, miracı, Meryem’in muştulanması gibi tarih tartışmalarından bayram ve yortularının tarihleriyle sürekli oynamış. Buna “onun kutladığı gün ben kutlamam” tarzı bir mezhepler arası inatlaşmayı da katarsak neden dini günlerini farklı tarihlerde idrak ettiklerini anlarız.

Müslümanlar ise, Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye 622 yılındaki hicretini Hazreti Ömer devrinden itibaren takvim başlangıcı olarak kabul etmiş. Bir kamerî sistem olan Hicrî takvimde Müslüman yılbaşısı Muharrem ayının birinci günü aslında. Fakat, Muharrem ayı Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehit edildiği ay olduğundan şenliklerle kutlanması uygun olmayacağından “hicrî yılbaşı” resmen kutlanmaz, halk arasındaki “kutlama” ancak Muharrem ayının onuncu günü aşure dağıtmayla idrak edilirdi.

Gel zaman git zaman Batı dünyası ile aradaki farkı ortadan kaldırmak için 15 Şubat 1332 gününün 1 Mart 1917 olarak kabul edilmesiyle Rumi takvim yürürlüğe girdi. Buradaki “Rumi” Batı anlamında kullanılan “Roma”dan başka bir şey değildi.

Osmanlı İmparatorluğu, malî planlamada iki farklı takvim kullanıyordu. Gelirleri güneş takvimine göre toplayan devlet, giderleri ise ay takvimini referans alarak belirliyordu. Dolayısıyla her 33 yılda bir o yıl hiç yaşanmamış kabul ediliyor ve bir sene atılıyordu hicrî takvimden. Koskoca bir yıl yaşanmamış sayılıyordu. Her 33 yılda 32 yılın vergisi alınıyor ancak 33 yılın maaşı ödeniyordu. Bu silinen yıla “sıvış yılı” deniyordu ve malî buhranın nedenlerinden biriydi.

1 Ocak 1926 ile birlikte Türkiye de Batı takvim sistemine geçmiş oldu.

Takvim denen şeyin ne kadar keyfi olduğunu sanırım şu örneklerden anlayabiliyoruz:

Fransız İhtilali sonrası Fransa’da bir “Cumhuriyet Takvimi” kabul edilmiş ve 1789-1805 arası “I. Özgürlük Yılı, II. Özgürlük Yılı, I. Eşitlik Yılı…” gibi isimlerle anılan yıllar yaşamışlar. 1805 yılında I. Napolyon tekrar Gregoryen sistemi kullandırmaya başlamış ve bu “devrim takvimi” unutulmuş. Benzer bir dönem de İtalya’da yaşanmış. Mussolini yasalarıyla 1923-1945 arasında “faşist dönem” takvimi kullanılmış. Yazım şekli de (imparatorluğa öykünmeyle) Roma rakamlarıyla mecbur kılınan bu sistemde yıl örneğin “Anno XIX E.F.” şeklinde verilmek zorundaymış. Buradaki E.F. era fascista kısaltmasıymış. Yani, “faşist dönemin on dokuzuncu yılı” gibi…

Başını ve sonunu hiç görmediğimiz ve görmeyeceğimiz zaman kavramının aritmetiğini istediğimiz sayıdan başlatabiliyoruz işte. Bu, İsa’nın doğumu da olur, Muhammed’in hicreti de. Hatta, Yahudi takviminde olduğu gibi dünyanın yaratılış günü de. Keyfiniz nasıl isterse. Mutlu yıllar!

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de Alman İzleri (IX) | Dostluk Yurdu

O günlerde Galiçya cephesinde zaferden zafere koşan Mareşal von Mackenzen'in "Türkiye Türklerindir" ve "Almanlar da Türklerin en iyi dostlarıdır" diye biten telgraf metni oldukça alkış topladı. Hâlâ kullanılan "Türkiye Türklerindir" sloganı demek bir Alman'dan çıkmış.

Üzüm Bayramı

Apostolik Ermeniler her sene 15 Ağustos günü kutlanan Asdvadzadzin gününe en yakın pazar günü üzümleri kutsarlar, yani "okurlar" üzümü. Dindar Apostolik Ermeniler daha önce üzüm yemez. Cemaat üyeleri kilolarca üzümü bayram öncesinde kiliseye bağışlarlar ve okutmak için getirirler. Kilise bahçelerine kasalar dolusu üzüm yığar, halka dağıtırlar

Türkiye'de Alman İzleri (VIII) | Almanya'da unutulmuş bir kunduracı çırağı

Oğlu Rudi Achmed'den bir kız bir erkek iki torununu ve onlardan olan üç torun çocuğunu da gören Achmed Talib Doğu Almanya'dan hiç çıkamadı. Hatta, Fürstenwalde'den çıkamadı