30 Mayıs 2025

Bir İstanbul hikâyesi (1)

Bizans’ın düşmesinin etkisi Avrupalıların Hindistan için denizden yeni ticaret yolları aramalarında görüldü. Bu sayede 1492’de Kristof Kolomb Amerika’yı keşfetti. Ondan sonra da dünya eski dünya olmaktan çıktı

Bir İstanbul hikâyesi (1)

Fatih’in İstanbul’a Girişi, Zanoro

Fetih kutlamaları

İstanbul’un 572’nci fetih yıldönümünde takma bıyıklı yeniçeriler bu yıl Edirnekapı’da surların üzerine çıkmadılar ama fetih çeşitli etkinliklerle yine de “coşkuyla” kutlandı. Ancak bu yılki etkinliklerde bir eksiklik vardı. Halkın ezici ekseriyetinin oylarıyla seçilmiş Şehremini’nin ve yakın çalışma arkadaşlarının tutuklu olmaları nedeniyle törenler bu yıl buruk geçti.

Aslında fetih hâlâ sürüyor. 1955-64 arasında Rum azınlıktan arındırılan şehir şimdi de seküler seçmenin elinden alınmaya çalışılıyor. Her fetihten sonra izin verilen yağma, 1950’lerden beri hiç bitmedi, özellikle 1994’ten sonra hızlandı. Fatih Sultan Mehmet, İslami kurallara göre izin verdiği yağmayı üçüncü günde kestirmişti. Modern yağma ise yıllardır hız kesmiyor. Kentin talan edilmedik ne yeşil alanı, ne “kupon arazisi”, ne de kamu malı kaldı. Ama yağmacıların iştahı bir türlü kapanmıyor. Kentin silüetini bile yağmaladılar. Haksızlık yapmayalım, neredeyse herkesin bu yağmada küçük-büyük payı var.

Fetih kutlamaları ne gariptir ki Osmanlı hanedanı tarafından değil, İttihat ve Terakki tarafından, ağır Balkan yenilgisi üzerine, halkın bozulan moralini yükseltmek üzere başlatılmıştı. Rivayet olunur ki, Sultan Abdülhamid Rum tebanın rencide edilmemesi için bu tür kutlamalara karşı imiş. Cumhuriyet döneminde Menderes de başlangıçta Yunanistan’la ilişkiler iyi giderken bu törenlere mesafeli durdu. Ama aynı Menderes, Kıbrıs nedeniyle ilişkiler bozulunca, salt Rumları değil, tüm gayrimüslimleri hedef alan 6-7 Eylül pogromuna izin verdi. 

Orta Çağ fetihler, işgaller dönemiydi. Fatih, başkalarından farklı bir şey yapmadı. İstanbul’un fethini bugünün anlayışıyla değerlendiremeyiz. Olmaması gereken yüzyıllar sonra hâlâ fethin kutlamasıdır. Hiçbir çağdaş kentte Orta Çağ’da vuku bulan bir fetih, ne kadar tarihi önem taşırsa taşısın, yüzyıllar sonra kutlanmaz. Buna karşılık, kurtuluş yıldönümleri bağımsızlığın ve özgürlüğün değerini vurgulamak için kutlanır. Çağdaş uygarlıkta fethin değil, kurtuluşun anılması gerekir. Ama ne yazık ki, İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü 6 Ekimlerdeki törenler, fetih kutlamalarına nazaran son derece sönük geçer. Taksim ve Dolmabahçe’de resmi zevattan ibaret törenler İstanbul Belediyesi’nin katkıları olmasa iyice yasak savma kabilinden yapılacak. Çanakkale’de bile Mustafa Kemal’i unutturmak isteyenlerden başka ne beklenebilir ki. Bakalım bu yıl Ekrem İmamoğlu hâlâ tutuklu kalırsa 6 Ekim nasıl anılacak.

Fetih siyasi amaçla yapıldı

Fatih İstanbul’u aldığı zaman Bizans, yıkık dökük Konstantinopolis haricinde, Mora yarımdası ile birkaç Ege adasından oluşan, yabancı askeri yardımlarla ayakta duran, Osmanlı’ya haraç veren aciz bir mikro devletti. Konstantinopolis, 1204’teki Latin istilasının yaralarını bir türlü saramamıştı. Bir zamanlar şehirlerin sultanı olarak adlandırılan bu muhteşem metropolün nüfusu 800 binden 50 bine düşmüştü. Bizans zor zamanlarda kendi askerlerinden ziyade Venedik, Ceneviz ve Amalfi gibi İtalyan şehir devletlerinden gönderilen paralı askerler tarafından korunuyordu. Papalık, İtalyan yardımları için Ortodoks Kilisesi’nin Katolik Kilisesi'yle birleşerek Latin hakimiyetini kabul etmesi konusunda sürekli baskı yapıyordu.

Şehirde ayrıca bir Türk askeri varlığı vardı. Osmanlı tahtı üzerinde hak iddia eden, Süleyman Çelebi’nin torunu olduğu iddiasındaki Çelebi Orhan ve 600 adamı, II. Murat’ın İmparator’a ödediği para karşılığında şehirde tutuluyordu. Bunun dışında bugünkü Sirkeci ve Divan Yolu civarında ticaret yapan Türkler vardı.

Sondan bir önceki Bizans İmparatoru VIII. İoannes Palaiologos Floransa’da Katolik Kilisesi ile birleşmeyi kabul ettiği halde, bunu Konstantinopolis’teki din adamlarına ve ileri gelenlere kabul ettirememişti. O yüzden tahtan çekilerek yerini kardeşi XI. Konstantin’e bırakmıştı. Bizans’ın son başbakanı Megadux Lukas Notaras Rum Ortodoks kimliğinden vaz geçilmesini kabul etmeyen devlet bürokrasisinin ve halkın ekseriyetini temsil ediyordu. Konstantinopoliste Papanın külahını göreceğime, Osmanlı Sultanı’nın sarığını görmeyi tercih ederim” sözüyle tarih kitaplarına geçen Notaras’ın aklında 1204’te Venedik’in kışkırtmasıyla şehri yakıp yağmalayan IV. Haçlı Seferi’nin zulmü vardı. Dönemin en önemli filozoflarından ve din adamlarından biri olan Gennadius da aynı tavrı sergilemiş, halktan ve din adamlarından Katoliklerin oyununa gelmemelerini istemişti.

Genç II. Mehmet açısından amaç, devlette etkili olan Türk asillerinin gücünü azaltarak sultanlığını ispatlamak için önemli bir askeri zafer kazanmaktı. Kendinden önce babası ve dedeleri dört kez şehri kuşatmış ama alamamışlardı. Başarırsa onlardan daha büyük bir fatih olacağı kuşkusuzdu. Nitekim öyle de oldu. Osmanlı’nın en büyük fatihi olarak adını tarihe yazdırdı.

Konstantinopolis’in alınması konusunda Türk beyi Sadrazam Çandarlı Halil Paşa ile Rum devşirme Zağanos Mehmet Paşa çatışıyorlardı. Sadrazam Çandarlı, muhasaraya sıcak bakmazken, II. Mehmet’in lalası Zağanos fetih için bastırıyordu. Fatih İstanbul’u aldıktan hemen sonra Zağanos Paşa’yı Çandarlı’nın yerine sadrazamlığa atadı. Kısa bir süre sonra da Çandarlı’yı bugünkü Yedikule’deki Altın Kapı’da (Hrisi Pili) astırdı.

Fetihten sonra idam edilen başkaları da vardı: Fatih, Çelebi Orhan ve 600 adamına hiç acımadı, hepsinin kafasını vurdurdu. Bir de Katoliklere muhalefet eden devrin en yüksek devlet adamı Lukas Notaras’ın kafasını isyan çıkarmaya teşebbüs ettiği gerekçesiyle vurdurdu. Buna karşın şehrin savunmasında baş rol oynayan Cenevizli Komutan Giovanni Giustiniani şehirden adamlarıyla beraber sağ çıkmayı başardı. Ancak kuşatmanın son günü aldığı yaralardan dolayı sığındığı Sakız Adası’nda hayata gözlerini yumdu.

Atina’daki XI. Konstantin heykeli

Bizans’ın esas kaybı İmparator XI. Konstantin Palaiologos’un surlarda savaşırken 29 Mayıs’ta ölmesidir. İmparatorun cenazesi savaşın karmaşası içinde hiçbir zaman bulunamadı. Rumlar arasında cenazesi kaybolan İmparator Konstantin hakkında bir gün dirilip şehri kurtaracağı yolunda çeşitli efsaneler üretildi. Yunanlılar için Konstantin efsanesi o kadar önemlidir ki, heykeli bugün Atina’nın Metropolit Kilisesi’nin önünde yer alır.

Fatih’in ordusunun mevcudu, çeşitli kaynaklar tarafından farklı verilir. Batılılar Yeniçeriler ve Tımarlı askerlerden oluşan Osmanlı ordusunu 200 bine kadar çıkarırken, nevzuhur bazı Türk kaynaklar 50 bine kadar indirirler. Gerçek sayının 80-120 bin arasında olduğunu tahmin etmek daha gerçekçi olur. Osmanlı ordusuna Sırp Despotluğu da asker göndererek destek vermiştir. Buna karşılık Bizans’ın askeri gücünü, Giustiniani’nin komutasındaki Cenevizli paralı askerler (700), Papalık kontenjanı (200), Venedikli gönüllüler (200) ve Çelebi Orhan’ın adamları (600-Yenikapı tarafındaki deniz surlarını korudukları için gerçekte savaşmamışlardır) dahil, 10-15 bin arasında tahmin etmek uygun olur. Bir o kadar da sivil halktan katılım olsa, Bizans’ın gücü taş çatlasa 30 bini geçmez. Bu rakamlar doğru kabul edilirse, iki taraf arasında bire-üç veya bire-dört oranında güç farkı olması gerekir.

Bizans üstün Osmanlı ordusu karşısında 53 gün direnebildi ise, bu II. Theodosius tarafından inşa edilen üç katmanlı güçlü surlar sayesinde oldu. Surları yarıp geçebilen yegâne komutan II. Mehmet’tir. Kent daha önce 1204’te ve modern zamanlarda, 1918’de yabancı güçlerin işgaline uğradı. Ama söz konusu işgallerde surların aşılmasına gerek kalmamıştı. Bugünlerde İstanbul’u son işgalden Mustafa Kemal’in kurtardığı adeta unutturulmak isteniyor. Düşmanı geldikleri gibi gönderen Atatürk’tür. 

Fatih, Macar Urban (Orban) ustanın döktüğü cehennem topları sayesinde surlarda gedikler açtı. Artık çağ değişiyor, askeri teknoloji gelişiyor, büyük toplar karşısında kale savunmaları güçleşiyordu. Urban toplarını Fatih’e kara gözleri için değil, bedelini ödediği için döktü. Bir rivayete göre Urban daha önce teklifini İmparator Konstantin’e yapmış ama fakir Konstantin’in parası çıkışmamıştı.

(Bu bölümdeki bilgilerin önemli kısmı Steven Runciman’ın “The Fall of Constantinople 1453” adlı eserine ve diğer okumalarıma dayanmaktadır.)

Fetih’in sonuçları-millet sistemi

Skolastik tarihte Konstantinopolis’in fethi Orta Çağ’ın sonu, Yeni Çağ’ın başlangıcı olarak kabul edilir. Ancak tarihte böyle kesin hatlar çizmek mümkün değildir. Esasen Rönesans İtalya’da Bizans düşmeden çok önce başlamıştı. Dante İlahi Komedi’yi 1309 yılında yazmıştı. Ressam (ve mimar) Giotto eserlerini 13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın ikinci yarısında verdi. Klasik Yunan felsefesinin İtalya’da anlaşılması açısından sonradan gidenlerin de katkıları olmuştur ama, kendilerini Papa’nın himayesinde rahat hisseden Bizanslı düşünürler ve din adamları zaten uzun süredir oradaydılar. Ayrıca, 1204-1261 arası Bizans’ın Latin işgali altında olduğu unutulmamalı. Boticelli ve Mikelangelo gibi İtalyan sanatçıların ise Bizans’tan alacakları estetik derslere ihtiyaçları yoktu.

Bizans’ın düşmesinin etkisi Avrupalıların Hindistan için denizden yeni ticaret yolları aramalarında görüldü. Bu sayede 1492’de Kristof Kolomb Amerika’yı keşfetti. Ondan sonra da dünya eski dünya olmaktan çıktı.

Bizans’ın düşmesinin esas etkisi kanımca Osmanlı Devleti’nde görüldü. Fetihten sonra Osmanlı bir Türk-Balkan devleti olmaktan çıkıp, çok etnili/dilli, çok dinli bir cihan imparatorluğuna dönüştü. Devlet içinde Türk asilzadelerin etkisi azalırken devşirme kapıkullarının etkisi arttı. Osmanlı devletinin kurumsal temelleri I. Murat tarafından Edirne’de atılmıştı. Yeniçeri Ocağı (kapıkulları) ve Divan sistemi Edirne’de kurulmuştu. Bu kurumlar İstanbul’da güçlenerek devam etti. Ama Bizans’ın etkisi de arttı. Örneğin Fatih kendine Kayzer-i Rum unvanını uygun gördü.  Kültür ve günlük hayatta da Bizans etkisi arttı. Saray müziği Bizans dini müziğinden yoğun şekilde etkilendi.

Fatih bu arada Osmanlı tarihinde çok canlara mâl olan kardeş katli (fratricide) sistemini yasalaştırdı. Fatih’in kendisi 19 kardeşinin kanına girmişti. Kanlı kardeş katli sistemi ancak I. Ahmet tarafından 1603 yılında kaldırıldı.

Fatih Gennadius’u Rum Ortodoks Kilisesi’nin başına getirirken ona fermanla yazılı yetki ve sorumluluklar vererek kaynağını İslam geleneğinden alan “Millet Sistemi”ni hukuki temellere bağladı. Bugün dahi etkileri devam eden Millet Sistemi uyarınca Zimmi (zimmet altında olanlar, korunanlar) olarak adlandırılan Rum, Ermeni ve Musevi Cemaatlerine, devlete sadakat göstermeleri ve cizye vergisi ödemeleri karşılığında kendi hukuki ve idari işlerinde otonomi sağlandı.

Bizans, Ermenileri heretik sayarak kiliselerini İstanbul’a sokmamıştı. Buna karşılık Fatih gayrimüslim teba arasında ayrımcılık yapmadı. Ermeni Partik Hovakim’i Bursa’dan İstanbul’a getirterek, Rum kiliselerinin en önemlilerinden biri olan Samatya’daki Azize Meryem Kilisesi’ni Ermeni Partikhanesi olarak onlara verdi. Ermeniler böylece taht nezdinde Rumlarla aynı statüye sahip oldular. Bu satırların yazarının çocukluğunun bir bölümü halk arasında Sulu Manastır olarak bilinen ilk Ermeni Patrikhanesi Surp Kevork Kilisesi’nin yakınlarında geçti.

Daha sonra aynı statü Musevilere de tanındı. Müslümanlar Millet-i Hâkime sayılırken bu üç cemaat Millet-i Mahkume’yi oluşturdular. Avrupa kökenli Katoliklerin zimmi olarak tanınmaması doğaldı. Çünkü onların kendi devletleri vardı. Tabir caizse, kendi devletlerine zimmetliydiler. Onlar daha sonra kapitülasyonlar sayesinde Millet-i Hakime’nin fevkinde statü ve imtiyazlar elde ettiler. Katolikler ve daha sonra Protestanlar, kiliselerini ve temsilciliklerini sur içi İstanbul’da değil, ancak Pera’da kurabildiler. Bu yüzden bugün sur içinde Katolik devlet temsilciliği ve kilisesi yoktur. Gayrimüslim diğer devletler de daha sonra temsilciliklerini Pera ve Beyoğlu’nda açmışlardır. Sur içindeki yegane devlet temsilciliği ise Müslüman İran’a aittir.

Millet Sistemi’nin Lozan’a etkisi

Osmanlı’dan kalma Millet Sistemi anlayışı ile hareket eden Türk heyeti Lozan’da sadece Millet-i Mahkume’ye dahil üç cemaati azınlık olarak kabul etti. Millet-i Hâkime içinde yer alan Kürtler azınlığın değil, çoğunluğun parçası sayıldı. Yoksa Kürtlere Lozan’da darbe vurulmuş değildir. Kürtler de zaten Lozan’da azınlık sayılmayı kabul etmemişlerdi. Kürtlerin hakları konusunda ortada bir sorun varsa bu Lozan’dan değil, 1924 Anayasası’ndan kaynaklandı. (Bu konuda hocam Baskın Oran’ın Agos Gazetesi’nin 19 Ekim 2023 tarihli nüshasında yayınlanan “Kürtler Lozan’da niye azınlık hakları istemedi” başlıklı makalesini tavsiye ederim.)


(Yazının ikici bölümüne yarın devam edeceğiz)

Arslan Hakan Okçal kimdir?

Emekli Büyükelçi.

1954 yılında İstanbul’da doğdu.

İlkokula Almanya’da başladı. Darüşşafaka Lisesi’ni (1973) ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü (1977) bitirdi.

1978 yılında Dışişleri Bakanlığına girdi.

1981-2001 yılları arasında Bingazi ve Münster Başkonsoloslukları, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliklerinde sırasıyla Muavin Konsolos, Konsolos, Müsteşar, 1. Müsteşar ve Elçi Müsteşar olarak bulundu. NATO’daki görevinden önce 1989 yılında Roma’da NATO Savunma Koleji’nde eğitim aldı.

1992-95 yıllarında Gümülcine’de Başkonsolosluk yaptı. 2005-2008 yılları arasında (ECOWAS ve aralarında Gana ve Kamerun’un da bulunduğu 9 Batı ve Orta Afrika ülkesine nezdinde de akredite olarak) Nijerya Federal Cumhuriyeti; 2008-2010 yılları arasında, o günkü ismiyle Makedonya Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçi olarak bulundu.

Merkezde Amerika Dairesi Başkanı (1995-1997), Araştırma Genel Müdür Yardımcısı (2001-2003), NATO İstanbul Zirvesi Proje Koordinatörü (2004) ve Orta Avrupa ve Balkanlar Genel Müdürü (2010-2013) olarak görev yaptı.

Yurtdışında en son 2014-2017 yılları arasında Güney Kore nezdinde Büyükelçi olarak görev yaptı. Seul’de bulunduğu süre boyunca Kuzey Kore’de nezdinde de akredite Büyükelçi olarak görevliydi.

2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.

Emekli olduktan sonra bir yıl Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Dört yıl Marmara Üniversitesi’nde ve bir yıl Fenerbahçe Üniversitesi’nde diplomasi dersleri verdi.

Dış politika alanında araştırma, yayın ve eğitim çalışmaları yapan düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezi üyesidir.

2021-2023 yılları arasında Gazete Duvar’da konuk yazar olarak makaleleri yayınlandı. 2024 yılının başından bu yana T24’te yazıyor.

     

Yazarın Diğer Yazıları

İflasa doğru giden Suriye merkezi devlet anlayışı

İstikrarlı, toprak bütünlüğü iç barış sayesinde tahkim edilmiş bir Suriye Türkiye’nin de çıkarınadır. Ankara’nın bu anlayışa varması şu anki siyasi konjonktürde güç gözükebilir belki. Ancak, bir zamanlar kuşkuyla bakılan Kuzey Irak nasıl şu anda Türkiye’nin müttefiki haline geldiyse, Kuzey-Doğu Suriye de Türkiye’nin pekala müttefiki olabilir

Evdeki hesap çarşıya uyacak mı?

Evde yapılan hesap bugünkü tek adam rejimini baki kılmak, hatta daha da tahkim etmekten ibaret. Hesabın ilk aşaması TBMM’de DEM’in desteğini alarak anayasada üçüncü dönemi mümkün kılacak, daha düşük bir oy oranı ile seçilmenin önünü açacak değişiklikleri geçirmek. Sonra da göstermelik bir seçimde, DEM kitlesinin desteğini alarak veya onu en azında pasif hale getirerek muzaffer çıkmak

Sivas Katliamı'nın 32’nci yılında Türkiye ve Ortadoğu

İstanbul’daki LeMan saldırısının arkasında Humeyni’nin uzun gölgesi bulunuyor. Zira bu şiddet yolunu Humeyni açtı. Saldırının yarattığı histeri ve toz duman ortamında LeMan çizer ve yöneticileri kendilerini savunma olanağı bulamadan devlet tarafından suçlu ilan edildiler bile. Bu koroya her görüşten “saldıyı kınıyorum ama…” koalisyonu da katıldı

"
"