11 Ağustos 2019

Ağaçlar yürüyecek, ağaçlar konuşacak

Bunca kâr hırsına yerkürenin artık daha fazla dayanıklılık gösteremeyeceği aşikâr. İnsanlık beceremedi. Belki de doğa çözecek bu işi. Bir bakmışsınız ağaçlar demirlerin üzerine yürümüş! Neden olmasın? Yürür mü yürür!

"Demirler yürüyecek, demirler konuşacak…"

Çankırılı taksi şoförü, hangisi olduğunu bilmediği bir savaşta dedesinin esir düştüğünü, neresi olduğunu bilmediği bir ülkeye götürüldüğünü, epeyce bir süre tutsak kaldıktan sonra nasıl olduğunu bilmediği bir yolla kaçıp köyüne döndüğünü anlatıyor.

Köylüler deli olduğuna hükmetmişler adamcağızın… Zira hep bunu söylüyormuş: "Demirler yürüyecek, demirler konuşacak…"

Şoför, itibarını iade ediyor dedesinin: "Olmadı mı bak! Demirlerin içinde gidiyoruz." İştirak ediyorum: "Konuştular da zaten. Radyo, televizyon…"

Artık Çankırılı dedemizi bozkırın ortasından alıp nereye götürdülerse, o bunları nerede gördüyse, "teknolojik devrim" denilen aynı "gelişme" bizde de oldu, demirler yürüdü, demirler konuştu. O dereceye vardı ki bu "devrim", Kaz Dağları'nın yolunmuş toprağında gidip gelen koca koca demirlerden anlaşılacağı gibi, artık onları ne durdurabiliyoruz, ne susturabiliyoruz.

Uruguaylı bilge gazeteci Eduardo Galeano, Aynalar kitabında "Teknolojik devrimin kısa hikâyesi"ni güzelce şöyle özetliyor:

"Büyüyün ve çoğalın dedik, makineler de büyüyüp çoğaldılar.
Bizim için çalışacaklarına söz vermiştiler, şimdi biz onlar için çalışıyoruz.
Gıda miktarını arttırsınlar diye icat ettiklerimiz açlığı çoğaltıyor.
Kendimizi savunmak için icat ettiklerimiz bizi öldürüyor.
Hareket etmek için icat ettiğimiz otomobiller bizi hareketsiz kılıyor.
Buluşmak için icat ettiğimiz şehirler bizi yalnızlaştırıyor.
İletişim kurmak için icat ettiğimiz iletişim araçları, ne bizi dinliyor ne de bizi görüyor."

Yanlış tarihi boyunca insanlık bunu yarattı işte.

Açlığımızı çoğaltan, ölülerimizi arttıran, bizi hareketsiz kılan, yalnızlaştıran, dinlemeyen, görmeyen bu makineler, başka her şey olmaktan çok, uygarlığın harikalarıdırlar. Ama onları yaratabilmek için, insanlığının en güzel yanlarından fedakârlıkta bulunmak zorunda kaldığı harikalardır bunlar.

O yüzden, "Hiçbir uygarlık belgesi yoktur ki aynı zamanda barbarlığın da belgesi olmasın" diyordu Walter Benjamin. İşte buyurun! Yolunmuş ağaçlarıyla Kaz Dağları, barbarlığın en güzel belgelerinden biri değil mi?

Doğa, kendisinden çalınanı geri alır

Kaz Dağları'nın ikonlaşan bu görüntüsü, manzara olarak, ölümsüz Yüzüklerin Efendisi'ndeki Isengard'ı çağrıştırıyor. Demirler ormanın üzerine yürümüştür burada da.

Büyücü Saruman, ormanın ortasında binlerce ağaç keserek devasa bir üretim havzası kurmuştur. Tıpkı topraktan maden çıkarır gibi, yerin altında Orta Dünya'yı ele geçirecek kötücül, kıyıcı bir ordu üretmektedir. Görkemli makineler gürül gürül bunun için çalışmaktadır. Fakat, bilen bilir, sonunda ağaçlar konuşur, ağaçlar demirlerin üzerine yürür, Isengard'ı yerle bir ederler. Doğa, kendinden çalınanı geri almıştır. Tolkien'in eserini "modern kapitalist uygarlığın romantik eleştirisi" olarak konumlandırmaya sebep olan muhteva, belki de en açık haliyle bu bölümde görülür. Çünkü burada sanayileşmeye, kapitalizme ve doğanın tahribatına güçlü bir eleştiri vardır.

On yedinci yüzyıldan beri dünya, bilginin niteliğinin değiştiği ve insanın bu değişen bilgiye göre doğa üzerindeki eylemini dönüştürdüğü geniş çaplı, büyük bir Bilim ve Teknoloji Devrimi sürecinden geçiyor.

Bu devrim, ortaya çıktığı anda devrim olduğu anlaşılan, belli bir tarihsel anda olup biten, örneğin Fransız ya da Rus devrimleri gibi bir devrim değil. Bu devrim diyelim ki Newton'la başladı belki ama henüz bitmiş değil, devam ediyor.

Ne kadar süreceğini, nereye varacağını kesin olarak bilemiyoruz; (yüksek ihtimalle) nükleer savaş ya da çevresel bir yıkımla bitebileceği gibi, (küçük bir ihtimal de olsa) küresel barış ve refahla da bitebilir. Gönül elbette ikinciden yana.

Ağaçlar demirlerin üzerine yürür mü yürür!

Kapitalizm ve modernleşme karşıtı hareketlerde, küresel çapta, doğal yaşam ve çevrecilik yükselişte; ikinci seçeneği olabildiğince zorluyorlar. Siyasal iktidarın yeşil alerjisi sürdükçe, çevrecilik Türkiye'nin siyasal hayatını da zorlayacak gibi görünüyor.

Eskiden kapitalizme karşı sosyalist bir devrimin her şeyi halledeceği düşünülürdü. Kapitalizm ortadan kalkınca nasıl olsa ona bağlı bu türden sorunlar da kalmayacaktı.

Ama olmadı. Yıkılacağı on dokuzuncu yüzyıl sonunda ilan edilen kapitalizmin çok güçlü bir dinamizm sergilediğini, değişen koşullara dayanıklılık gösterdiğini kabul etmek lazım.

Ne var ki bunca kâr hırsına yerkürenin artık daha fazla dayanıklılık gösteremeyeceği de aşikâr. İnsanlık beceremedi. Belki de doğa çözecek bu işi. Bir bakmışsınız ağaçlar demirlerin üzerine yürümüş! Neden olmasın? Yürür mü yürür!

Çünkü doğa hırstan hoşlanmaz. Orta Dünya'ya Efendi olmak isteyen Saruman gibi İrlanda'ya "cebren ve hileyle" kral olan Macbeth'i de ölüme götüren, bir ormanın üzerine yürümesiydi. "Sen kral olacaksın" diyen kâhinler, "Orman üzerine yürümedikçe sana ölüm yok" demişlerdi.

Kral olmuştu işte! Orman da yürümeyeceğine göre…

Ama yanıldı. Orman yürüdü.

Yazarın Diğer Yazıları

Hayvan doğasıyla barışınca insan, 'insan' olacak!

İnsan türünün, insana götüren hayvanlık ile bu hayvanlıkta bedenleşen insanlığın diyalektik gerilim alanı olduğuna dair bakış, insanın ne yaratılmış mükemmel bir tasarım, ne de doğa tarafından dayatılmış umutsuz bir vaka olduğunu kabul eder. İnsan "kendini yaratmış" bir varlıktır

Büyük Madenci Yürüyüşü'nün öğrettikleri

İnsan mutlak bir varlık değildir. Belki çıkarcı, belki dayanışmacı, belki bencil, belki paylaşımcıdır

Kırk yıllık tevazu

Toplumun küçük bir kesimi bir "direniş sanatı" türü olarak "şenlikli muhalefet"i sürdürmekteyken, toplumun geneli de, bu sanatın bir başka türü olarak, "kendini aldatmaya bırakmış" olabilir