13 Şubat 2021

Yeni anayasa ve tutuklanan 11 öğrenci

12 Eylül'ün kurumsallaştırdığı ne varsa, bütün heybetiyle varlığını sürdürüyor. Ve bu tabloda, bu anayasa bile uygulanmazken, "yeni anayasa" diye ortalığa çıkılabiliyor. Ama ağızlardan "darbe", "darbeci" sözleri düşmüyor

12 Eylül, sıradan bir darbe değildir.

Dünyadaki örneklerine bakıldığında neden sıradan olmadığı da kolaylıkla anlaşılabilir.

Son derece başarılı, kurumsallaşmış, darbeye ve darbecilere karşı olduğunu söyleyen iktidarları kısa zamanda dönüştüren bir yapısı vardır.

İktidarlara öyle nimetler sunar ki bir süre sonra her iktidar, hele ki hevesli olanları, darbenin yarattığı sistemin kolonlarını sağlamlaştırırken, binanın üzerine yeni kat atarken bulur kendini.

* * *

Anayasadaki temel kurallardan biri:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir."

Normal hallerde, anayasanın bütün kuralların üzerinde olması gerekir ancak Türkiye'de anayasadaki kuralların nasıl uygulanacağını göstermek için çıkartılan yasalar, anayasadan üstündür. Elbette, bir nedeni var.

12 Eylül rejimi, işi öylesine sıkı tutmak istiyordu ki anayasadan önce temel yasalar ve kararnameler çıkartıldı. Anayasa, daha sonra bu yasalara uyduruldu.

12 Eylül yönetiminin resmen görevde olduğu 3 yıllık dönemde, 900'e yakın yasa ve kararname bu anlayışla yürürlüğe sokuldu.

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu da bütün iktidarların çok sevdiği, o garabet yasalardan biri. Yürürlük tarihi 6 Ekim 1983…

* * *

Anayasa, protesto hakkını açık, seçik biçimde düzenliyorsa artık yasalar ne derse desin, anayasanın esas alınması gerekir değil mi?

Hayır, öyle olmuyor. Yasa öylesine her zeminde uygulanmaya elverişli ki iktidar, herhangi bir basın açıklaması sesi bile duymak istemediğini söylediğinde bütün kurumlar harekete geçebiliyor.

15 Temmuz sonrası çıkartılan kararnamelerle, önüne gelen ne varsa yasaklama hakkına kavuşan kaymakamlıklar, valilikler, önce açıklama yapılacak alanlar için "yasak" ilan ediyor.

Ardından, polisin en sevdiği aşama başlıyor:

"Sürdürmekte olduğunuz eylem yasadışıdır…"

Hemen ardından talimat:

"Süpürün"

"Süpürmek" talimatının sokaktaki anlamını bütün ülkenin bilmesi garabeti bir yanda dursun. Ama memleketin bütün kurumlarının bu jargonu içselleştirmesine de küçük bir dikkat çekmek gerekiyor.

* * *

Ardından gözaltı maratonu başlıyor.

Sadece protesto hakkını kullanmak isteyen insanlar için önce "meşruiyet" sağlanması için "terörist" algısı yaratılıyor.

Gökkuşağı terörist, slogan terörist, pankart terörist…

Öyle güzel bir kavram uydurulmuş durumdaki ki "iltisak" denilen, zaten istediğinizi istediğiniz örgütle eşleştirip, "iltisaklı" diyerek, terörist ilan edebiliyorsunuz.

Ve memleketin İçişleri Bakanlığı, isim isim herkesin fişlendiğini gösterir biçimde, kimin kiminle iltisaklı ve terörist olduğunu, hemen açıklayabiliyor.

* * *

Ne gariptir, bakanlığın "terörist" saydığı kişiler, memleketin içinde bulunduğu tabloya rağmen, "terör" suçlamasıyla çıkmıyor hâkim karşısına…

Zira o yönde tek bir kanıt yok aslında.

Ama bir suç da bulmak gerekiyor.

O aşamada Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu yeniden geliyor akla…

"Polise direnme", "Uyarıya rağmen dağılmama"…

Polisin "müdahalesinin" anayasaya, yasalara uygunluğu var mı, uyarıların yasal dayanağı var mı, bunların önemi yok.

Ama tek başına yetmez Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu…

Bir de "halkı kin ve düşmanlığa tahrik var…"

O halk ki, kadın cinayetlerinden tutun, Çorum, Maraş, Sivas'tan biliyoruz ki, zaten tahrik olmaya yer arar…

Yine de TCK'deki bu suçun çıkartılış amacı ve uygulama koşulları belli…

Temelde "ötekileri", "azınlıkları" koruması gereken düzenleme, ne hikmetse hiçbir zaman bu şekilde uygulanmaz memlekette.

Yargıtay kararlarına göre, bu suçun söz konusu olması için gerçekten halkı, kitleleri harekete geçiren bir eylemin söz konusu olması gereklidir ama böyle de uygulanmaz.

Savcılıklar, alır bu suçları, tutuklama ister, hâkimlikler de yapıştırır tutuklama kararını…

* * *

Boğaziçi Üniversitesi'ne Melih Bulu'nun rektör olarak atanmasını protesto eden 11 kişi cezaevinde.

"Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet", "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" tutuklama kararlarının ana gerekçesi. Numune olsun diye "propaganda" suçundan da tutuklanan bir isim var.

600'e yakın kişi gözaltına alındı bugüne kadar.

30'a yakın isim ev hapsi kararı ile evinde hapis.

* * *

WhatsApp grubu kurmak da tutuklama gerekçelerinden biri. Bianet'teki haberde, avukatı Özgür Urfa, şöyle açıklıyor, dün itiraz üzerine tahliye edilen Beyza Buldağ'un bu suçtan nasıl tutuklandığını:

"Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), tutuklama için katalog suçların olması gerekli. Bir de kişinin kaçma ya da delilleri karartma tehlikesi olması gerekli diyor. Bir kere, bu suçlar katalog suçlar değil. İkincisi; bunların hepsi üniversite öğrencisi, hepsinin yeri yurdu belli, kaçma tehlikeleri yok. Beyza konusuna gelirsek; Twitter kullanıcı bilgilerini paylaşmıyor, yani resmi olarak böyle veri kaynağı yok. Polis de bir kişinin kullanıcı adını yazıyor, "şifremi unuttum" sekmesine basarak sizin hesabınızı hacklemeye çalışıyor bir anlamıyla. Burada da onu yapmışlar. Kurtarma şifresinin nereye gittiğine bakmışlar. Orada da yine Twitter bilgi vermediği için dosyada sadece son iki hanesi 12 olan bir telefon numarasına gittiği yazıyor. Demişler ki; Beyza'nın da numarası 12 ile bitiyor, o zaman bu kişi Beyza'dır. Gözaltına alınmasına gerekçe yapılan tek tespit bu. Türkiye'de 1 milyondan fazla sonu 12 ile biten hat var. İçlerinden Beyza'yı seçiyorlar, "Bu sensin" diyerek evini basıyorlar, telefonuna ve bilgisayarına el koyuyorlar, ifadesini alıp iki saat içinde de cezaevine gönderiyorlar."

* * *

Yüksel Caddesi'nde, "işimi geri istiyorum" eylemi yapan Acun Karadağ aylarca tutuklu kaldı.

Kanser hastası Umut Şener, hastalığı nedeniyle tahliye edildi ancak ev hapsinde.

İki satır konuşmak isteyen kim varsa darp edilerek gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.

Gazeteci Ayşen Şahin, yeri yurdu belli olmasına, çağrıldığında gideceği bilinmesine rağmen, gece yarısı çocuklarının yanından gözaltına alınıyor.

Devletin sorumluluğunu yerine getirmemesi nedeniyle patlayan bombayla bacağını, kolunu kaybeden çocuğun ailesi, sokağa çıkma yasağı bittikten sonra çocuklarının sokakta olması nedeniyle kusurlu sayılıyor.

Rektörü protesto edenlerin tamamı terörist zaten!

Konuşamadığın, sokakta yan yana gelemediğin, darp eden polisin, görevini yapmayan devletin, peşinen cezalandıran savcının sorumlu tutulmadığı, ödüllendirildiği bir düzen.

12 Eylül'ün kurumsallaştırdığı ne varsa, bütün heybetiyle varlığını sürdürüyor.

Ve bu tabloda, bu anayasa bile uygulanmazken, "yeni anayasa" diye ortalığa çıkılabiliyor.

Ama ağızlardan "darbe", "darbeci" sözleri düşmüyor.

Ve açıklama yapılacağı zaman, sıraya dizilen herkes, çocuk gibi, "Asıl sen ülkendeki şu eyleme bak" diye söylenmeye başlıyor.

Lakin bilmiyorlar ki herkes gözaltına da tutuklamaya da alıştı artık. Twitter'dan "gözaltına alınıyorum" diye not düştükten sonra ne olup biteceğini en apolitik insanlar bile ezbere biliyor.

Ve hakikaten, kelimenin tam manasıyla, "yasal" sınırlarda kalarak eylem yapıyor insanlar. Ve dahası bu sınırı milim aşmama konusunda ustalaşıyor.

Ve kimse sözünü söylemekten geri durmuyor.  

Yazarın Diğer Yazıları

Deprem skandalı: Her şeyden sorumlu Cumhurbaşkanlığı, İsias Otel'de, yıkılan tüm binalarda sorumsuz

Kentler yıkıldı, binlerce insan öldü ancak uçan kuştan bile sorumlu Cumhurbaşkanlığı'nın hizmet kusuru olduğunu iddia etmek bile mümkün değil

Devlet, ağzındaki baklayı çıkardı: "Ölmeniz, tedaviden daha ucuzsa…"

Devlet, ölüm durumunda ödeyeceği tazminat yüksek değilse, ilaç bedelini ödemek yerine ölmemizi tercih ediyor

Bir gün tek başına

Her insanın tek başına olduğu bir zaman gelir. Öyle yalnız başına zaman geçirmek gibi değil. Tek başına olduğunu idrak ettiği bir zaman. Çekilmemiş fotoğraflar bazen yüzüne yüzüne de vurur. Düşüncelerini kaplamak gibi değil. Mutlaka olur, anlarsın ya da anlamazsın olanı biteni ama mutlaka olur