11 Ağustos 2019

Yarıda kalanlar, olmayacaklar, olmamışlar

Ölümlerin, acıların kolayca unutulduğu, eksik sofralarda, eksik evlerde, eksik yataklarda ömür geçirmek zorunda olanların yerine hemen herkesin kolayca konuşabildiği bir coğrafya burası

Bazen yarıda kalır…

Hiç bitmeyeceğini düşündüğünüz, yaşamın hep böyle akıp gideceğini var saydığınız bir anda…

Misal, az uyuduğunuz bir gecenin ertesinde eve gidip erkenden uyumayı hayal ettiğiniz bir yorgunlukta; “Her gün aynı yemeği mi yiyeceğiz” diye sıkıldığınız bir masada; bu akşam canınızın aynı masada oturmayı hiç istemediğini düşündüğünüz bir sırada; çok haklı olduğunuzu hissettiğiniz ve katiyen geri adım atmayacağınızı düşündüğünüz bir kavganın sonrasında…

Ölüm, ihtimalleri elinizden alır.

Alındığınızdan hemen sonra, kırdığınızdan biraz sonra aniden, bir anda, ansızın yarıda kalır.

Geride açılmayacak ve çalınmayacak bir kapı, bir daha birlikte oturulmayacak masalar, farklı davranmanız halinde her şeyin farklı gelişebileceği suçluluğu, gülmediğiniz, dahası değmeyecek bir cümleye surat astığınız bir ikindi serinliğinin pişmanlığı…

Özlemek bile yarıda kalma duygusunun yanında yavan kalır. Hep daha fazlasını yapmamış olmanın tarifsiz can yakıcılığı, her fırsatta önünüze çıkan “neden yapmadım?” sorusunun yanıtsız içe bakışları.

* * *

Birileri konuşur, birileri durmaksızın sizin yerinize, duygularınızın yerine konuşur.

Hayatı olan biten her şeye rağmen aynı düzende yaşama edepsizliğiyle konuşur. Yaptıklarını anlatır, yapmadıklarının sokağına uğramadan, bütün bunları yüksek siyasetin gereği olarak söylediğini çevresine anlatır.

Onlar, ne kadar da değerlerine bağlı, ne kadar da şefkatli, ne kadar da yardımsever ve ne kadar da hep doğruyu yapabilen insanlardır.

Birileri konuşur…

Bir katile, “ilişkimiz vardı” yalanını söyletmenin “hukukun ve savunmanın gereği” olduğunu anlatır. İnsanların yaşamını çalan, birilerinin yaşamını baştan sona sakatlayan bir bombalı katliama, “serserilik” diyerek yüksek insani anlayışını alkışlamaları için kamuoyuna sunar.

Aydınlatmak için parmağını oynatmadığı cinayetlerin üzerinden iktidarının yüksek insan hakları standartlarını sıralayarak can yakar.

Ağlayan annelere anahtarlar verilir…

Başka ağlayan anneler linç edilir, başka ağlayan annelere gaz sıkılır, başka ağlayan anneler tehdit edilir.

Anneler koşuşturur, babalar, kardeşler… Canı yanarken, yerinden kalkıp da bir bardak su içecek takati kalmamışken, yaşamayı ayıp sayarken, bir anlık gülümsemesinden utanırken, kendine verilmedik ceza bırakmazken bile koşuşturur.

Çocuğunun hesabını sormak için, yavrusunu babasız-annesiz bırakanların hesap vermesi için, küçük bir özür için, küçük bir “anlıyorum” için koşuşturur.

Ama birileri mutlaka, yüksek perdeden, bütün bunları biliyormuş gibi, dünyada en önemli kalp kendisininmiş gibi, kendi rahatından zerre ödün vermek ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketmiş gibi konuşur.

Birileri hiç sıkılmadan, yine ülkeyi, hiç gelmeyen toplumsal huzuru bahane edip katilleri, tecavüzcüleri, gaspçıları, uyuşturucu satıcılarını, çeteleri aklar, bin bir emekle hukuk önüne çıkartılabilen bu ayrıcalıklı grupların ne kadar da vatansever, ne kadar da kader kurbanı, ne kadar da aslında öyle olmadıklarını anlatır. Başkası adına, başkasının karanlığını hiçe sayarak konuşur.

O konuşanların yarattıkları ve yaratabilecekleri, muhafaza etmek istedikleri, vatanseverlik diye sattıkları yaşam bu kadardır, budur…

* * *  

Tahir Elçi artık yok, katili de… Necip Hablemitoğlu, Ali Tatar, Murat Özenalp…

Ferhat Tepe, Taybet İnan, Cemile Çağırga, Berkin Elvan, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz; kimselerin ismini bilmediği Mahsum Mızrak, Enes Ata; fırında çalışırken katledilen çocuklar Orhan Aslan ve Muhammed Aydemir; kediye süt verirken bombalı saldırının hedefi olan Ahmet Oktay Günak...

Yasemin Cebenoyan yok, ömrünü adalet arayışıyla geçiren kardeşi Cünet Cebenoyan da.

İsim listesi uzun ve ne kadar yazsan da eksik.

Katilleri bulunamayan, ölümlerinin hesabı verilmeyen, hesap sorulmak istenildiğinde soranın bin beter edildiği anlayışın dilinden eksik etmediği adalet.

Ve boş kalmasına yol açtıkları sandalye ile yaşamak zorunda kalanlar.

* * *

Ölümlerin, acıların kolayca unutulduğu, eksik sofralarda, eksik evlerde, eksik yataklarda ömür geçirmek zorunda olanların yerine hemen herkesin kolayca konuşabildiği bir coğrafya burası.

Konuşanlara maruz kalanların bir bölümünün farkı ise yarıda kalanları düşünmek zorunda olmayışları… Kimi anlayarak, kimi bilmeden, kimi anlamak istemeden yürütüyor hayatı.

Oysa basit, gün gelir rutini özlersiniz.

Düşünmek zorunda kalmadan, yanı başındakinin kıymetini bilerek ve kıymet bilenlerle geçirilecek, sevmeyenlerin bile hatıralarını özlediği bayram sofraları.

Akşam yorgunlukları, sabah telaşları ve yaraların üzerinde gezinmeden, adaleti onararak ve inşa ederek arayabildiğin günler, incelikler.

Küçük adalar, küçük masallar, küçük sofralar… O şansı artık kaybettiğini düşünenlerle kurulan yoldaşlıklar.

İyi bayramlar.

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dink ailesinin isyanı, DEM Parti’deki derin çatlak ve Erdoğan’ın kapattığı kapılar

Uzun bir zamandır kulislerde, DEM Parti’ye yakın kimi isimlerle AKP’de aktif görevi olmayan ancak AKP içinde etkili kimi isimlerin görüşmeler yaptıkları konuşuluyor. Öncelikle iktidarın havasının bu olmadığının, dahası MHP’nin iktidar ortağı olduğu müddetçe böyle bir sürecin başlayamayacağının altını çizmekte fayda var. Ancak buna rağmen DEM Parti’nin içerisinde, yürütülen en küçük temastan “çözüm süreci” çıkabileceğini düşünen bir kesim de mevcut

Geriye kalan sadece kemik ve bez parçaları

Giden gelmiyor ama insanların verilecek bir yanıta, adaletin kırıntısına ihtiyacı vardı. Bağışlamak için küçücük bir neden… Ama olmadı…

Tahrik indirimi, tahrik olma hakkı bulunmayanlar ve tahrik olmamayı öğrenmek

Kendi takımı, kendi partisi, kendi yakınları benzer bir muameleye maruz kalsa bugün söylediklerinin tam aksini söyleyecek koca koca insanlar, olta hareketinden gülümsemeye, saha içinde eğlenmekten koşarak soyunma odasına girmemeye kadar bin bir tane mazeret bulup savunmaya çalışıyor.