02 Kasım 2019

Bir annenin adalet mücadelesi

"Nevbahar’dan çalınan hayatın telafisinin imkanı yokken, buna sebep olanların, ellerini, kollarını sallaya sallaya dolaşması hak mıdır? Nevbahar NEDEN yürüyemiyor?”

Türkiye, adalet arayanlar için zor bir ülke.

Yargı reformları, hukuk devleti laflarına bakmayın. İdealist bir avuç insanı dışarıda bıraktığınızda geriye göstermelik bir yargı sistemi, eş-dost aramaya, birilerine ulaşmaya dayalı bir mücadele alanı kalıyor sadece.

Ve bu mücadele alanında eşi-dostu olmayanların pek fazla şansı yok.

O yüzden sosyal medyadan sesini duyurmaya çalışıyor insanlar, bağırıyor, bazen öfkeleniyor, bazen çaresizliğe kapılıp, yeniden ayağa kalkıyor.

Hande Sayın, o insanlardan biri. 

Çok teknik bir alanda, kimi hocaların aksi görüşlerine rağmen, ikiz kızlarından birinin hastanenin büyük ihmali sonucu yürüyemediğini, konuşamadığını söylüyor.

Hukuk mücadelesini ısrarla sürdürüyor. Tebligatlar yapılmıyor takipçisi oluyor, bilirkişiler hastane personeliyle ahbap çıkıyor, mahkemeye bunu anlatmaya çalışıyor. “Tanımıyoruz” dedikleri personelin aynı hastanenin başka şubesinde çalıştığını bulup anlatıyor. Tehdit alıyor, yılmıyor. Belgelerin değiştirildiğini bulup aktarıyor, yine de kâr etmiyor.

Bir taraftan kırgın. İstediği, bilimsel bilgiye aykırı davranılması değil.

Objektif biçimde kızı Nevbahar’ın neden yürüyemediğinin ve konuşamadığının ortaya konulması.

Bunun için tek başına verdiği mücadeleye kimsenin katkı sunmadığını söylüyor. Sesinin duyurulması için aracılık edilmesini istediği her yerden olumsuz yanıt aldığını, benzer durumlarda ses veren herkesin sustuğunu.

Elindeki her türlü bilgi ve belgenin haberleştirilebileceği yanıtını aldığında seviniyor, her bir belgeyi yeniden inceliyor. Hande Sayın’ın hazırladığı dosyaya eklenecek çok fazla bir söz yok. Duruşma, salı günü 11.40’ta, Çağlayan’da, İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülecek. Duruşma öncesinde yaşananlar konusunda sözü, kızı için hukuk mücadelesi veren anneye bırakalım:

“3 Eylül 2010 tarihinde, İstanbul Bahçelievler Medicalpark Hastanesi’nde (doğum doktorumun önerisiyle), normal doğumla kızlarımı dünyaya getirdim. Doğum süresince uyanıktım ve kızlarımın ağlayarak doğduğuna şahit oldum. Kızlarım, 32. haftada, erken doğdukları için yenidoğan yoğun bakım biriminde, kuvöze alındı. Sağlıklı oldukları, bir sıkıntı olmadığı bilgisi verildi bize. Ki bu bilgi, duruşma tutanaklarına geçen, doğuma katılan iki doktorun ifadeleriyle de ispatlıdır. Davalı doktor G.V.’nin hazırladığı epikrizin aksine (mor doğduğu, canlandırma yapıldığı bilgilerinin aksine, ki tüm doğum boyunca uyanıktım ve sorun olmadığını yineliyorum ki ANNE olarak şahidim.)

Doğumdan beş gün sonra beyin ultrasonu çekmeye başlamışlar hastanede (kranial usg). Bu usg’leri, beyinde kanama olduğu, ileri safhada hidrosefali gözlemlendiği ifadeleriyle raporlandırmışlar. Buna rağmen, hastane ve çalışanları tarafından bilgilendirilmedik. Ta ki 13 Eylül 2010 tarihinde, küvöz üzerinde, geceden unutulan “kranial usg  çekilecek” yazısını ben görene kadar. Bu yazıyı, davalı doktor G.V.’ye sorduğumuzda, bir sorun olmadığını, kontrol amaçlı çekim yaptıklarının bilgisini verdi, eşime ve bana. Ertesi gün ise hastaneye gittiğimizde, kızımın, hidrosefali olduğu bilgisi verildi bize. 

18 Eylül 2010 tarihinde, gizlice BT çekiliyor hastanede. Aynı gün, dışarıdan (devlet hastanesi çalışanı, yasak olmasına rağmen, ücret karşılığı bu özel hastaneye gelerek, hasta muayene ediyor.), Nevbahar’ı muayene etmek için, davalı doktor G.V. tarafından, diğer davalı doktor G.A. (nörolog) çağrılıyor. O gün, G.A. tarafından, Nevbahar’ın, ileri evrede hidrosefali olduğu, acil olarak ameliyat edilmesi gerektiği söylendi bize. İzin vermedim.  

Aynı zamanlarda, yenidoğan yoğun bakımda, Nevbahar’ın hemşiresi olan M.A., hastanenin antetli konsültasyon formunda, kendisini DOKTOR olarak gösterip, hastanenin nöroşirürji doktorundan, Nevbahar’ın durumunu sorgulayarak, hidrosefali olduğu yorumunu edinmiştir.

Hastanede yapılan “acil ameliyat” açıklamasından iki hafta sonra, kızlarım için yapılan “çok iyiler” açıklamasıyla, iki kızımı da 2 Ekim 2010 tarihinde, hastaneden taburcu ettiler.

Eve geldikten birkaç gün sonra, Nevbahar’ın alın bölgesinin, sol tarafında bir iz fark ettim. Bu izi, hangi doktora gösterdiysem, sebebine dair bir yanıt alamadım. Ta ki, 2014 yılında gittiğimiz, bir çocuk cerrahı, bu izin, ancak düşme ile oluşabileceğini söyleyene kadar.


İz, şu zamanda, böyle görünmektedir

Nevbahar’da gözlemlediğim, fiziksel gelişim geriliği sebebiyle (kafasını 10. ayda tutmaya başladı), ilk önce, bu durumu, İstanbul Tabip Odası’na bildirerek, sorumlu doktorlardan şikâyetçi oldum ama yanıt alamadım. 

Eylül 2011 yılında, bir avukata, tüm belgelerimizi teslim ettim. Sorumluların, hapis cezası alması için, dava açması talebinde bulundum. Avukat, araştırma yapacağını, tamamladıktan sonra davayı açacağını iletti. Ancak, Ağustos 2013 yılında davamız açıldı. Fakat istediğimin aksine, maddi ve manevi tazminat davası olarak. İlk avukat ile Mayıs 2017 tarihinde, yollarımızı ayırdık.

18 Eylül 2010 tarihinde, hastanede çekilen BT’yi (tomografi), Mayıs 2016 tarihinde, özel bir (radyoloji) görüntüleme merkezine götürüp, kemik yapıyı değerlendirmelerini istedim. Ki bu zamana kadar, yumuşak doku değerlendirilerek, orada oluşan ödem hidrosefali olarak değerlendiriliyordu hastane doktorları tarafından. Kemik yapıdaki sorun, kimse tarafından dile getirilmemişti. Ve ancak, 10 Mayıs 2016 tarihinde iz gördüğüm bölgede KIRIK tespit edildi.

Başka bir radyolog ise, dışarıdan bir darbe almadan oluşamayacak çökme/kırık tespitinde bulundu.

2013 yılından beri, tüm bu delillerin ortaya çıkması sebebiyle, bu delilleri görmezden gelerek, aleyhimize rapor yazan, davalıların arkadaşları olan bilirkişilere rağmen (ispatlıdır), davamız devam etmektedir.

Tüm bu olanlardan haberdar olan (yazılı ve telefon ile defalarca bildirdim olanları) Sağlık Bakanlığı, sadece, Nevbahar’ın, topuk kanı test sonucunun, yasal zorunluluk olmasına rağmen, resmi kayıtlara girilmeyerek, ÖLÜ sanılmasına sebep olması dolayısıyla, hastane yetkilisini, özel hastaneler yönetmeliğine aykırı davrandığı için lütfen ikaz etmiştir. 

Kayıtlara, sadece diğer kızımın bilgileri girilmiş. Nevbahar’ın sonuçları yok.

Hastanenin, yaptığım şikayet sebebiyle, Bakırköy İlçe Sağlık Müdürlüğü’ne, sonradan düzenleyerek, gönderdiği usulsüz evraklar da yetkililerce, görmezden gelinmiştir.

Konuyla alakalı olarak (topuk kanı), yaptığım suç duyurusuna istinaden, hastaneden yanıt isteyen savcılığa, 1,5 senedir, hastane yetkilileri tarafından cevap verilmiyor.

Davamıza çeşitli zamanlarda, bilirkişilik yapan farklı doktorların, davalı doktorlarla tanışıklığı olduğunu, yaptıkları bilimsel çalışmaları da bularak, ayrıca şikayette bulundum yetkililere.

16 Ekim 2018 tarihli duruşmamızda, son yazılan raporun da ahbaplık çerçevesinde hazırlandığını, bilirkişilerin davalıların arkadaşları olduğunu, hakime ilettik. Aynı gün, davalı doktor G.V., İstanbul Zeynep Kamil Hastanesi’ndeki görevinden ayrılarak, Kasım 2018 tarihinde, Balıkesir’de bir devlet hastanesinde çalışmaya başlamıştır (kontrol edilebilir).

Ayrıca, Temmuz 2018 tarihinde, sosyal medyadaki (facebook) bir doktor sitesi vasıtasıyla, özel mesaj göndererek, benimle iletişime geçen E.A. isimli şahısın benimle yaptığı, tüm tehditkar yazışmalarını, Cimer’e bildirdiğim halde, bir yanıt alamadım (yazışmalar bende kayıtlıdır). 

5 Kasım 2019 tarihinde görülecek duruşmamıza, davalı doktorlar ve hastane yetkilileri (hastane sahibi görünen Muharrem Usta’ya da davetiye teslim edilmiş bulunmakta), 15 Ocak 2019 tarihinde görülen duruşmamızdan itibaren davet edilmekteydi. 2010-2017 tarihleri arasında, İstanbul Bahçelievler Medicalpark Hastanesi genel müdür yardımcılığı yapan F.Ş. (2010 yılında muhatap olduğum hastane yetkilisi), şu anda aynı hastanenin Pendik şubesinde, aynı vasıfla çalışıyor olmasına rağmen kendisine gönderilen mahkeme davetiyesi, genel müdürlük binasından ve söz konusu iki hastaneden de “TANINMIYOR” denilerek geri çevrildi. Hastanenin internet sitesinden, vasfını onaylayan yazıyı da iliştirerek tekrar davetiye gönderdik kendisine. 26 Ağustos 2019 tarihinden, 11 Eylül 2019 tarihine kadar, Pendik PTT şubesinde bekletilen davetiye bireysel çabalarımla “Muhataba bizzat teslim” açıklamasıyla teslim edildi.

Ayrıca, Nevbahar’a hidrosefali teşhisinde bulundukları zaman diliminde (Eylül 2010), aniden, iki farklı bebekte de hidrosefali tespitinde bulunarak, bu bebekleri, ameliyat edilmek üzere başka bir hastaneye göndermişlerdi. Bu bebeklerin ailelerine hâlâ ulaşmaya çalışmaktayım. 

Ve son olarak, Nevbahar altı günlük iken, küvözde çekilen, ekimozlu fotoğrafını dikkatlice gözlemlemenizi rica ediyorum. Alnının sol tarafındaki, tomografide tespit edilen kırık ile aynı bölgede yer alan izi, göz altlarındaki morluğu (ki sol gözünün etrafı çepeçevre mor renkte), burnundaki kan izi rahatlıkla görülmekte.

 

Nevbahar’a yaşatılanlar bu denli ortadayken, Nevbahar’dan çalınan hayatın telafisinin imkanı yokken, buna sebep olanların, ellerini, kollarını sallaya sallaya dolaşması hak mıdır? Nevbahar NEDEN yürüyemiyor?”



AÇIKLAMA

Yazıda yer alan iddialara ilişkin Medicalpark Hastaneleri avukatı Murat Uysal tarafından T24'e bir açıklama gönderilmiştir. Açıklama şöyle:  

"Davacılar Sırma Hande Midilli Sayın ve Yakup Sayın, küçük çocukları Nevbahar Sayın’ın 2010 yılında Müvekkile ait Bahçelievler Hastanesi’nde gerçekleşen doğumu sonrası gelişen ve küçüğün engelli olarak hayatına devam etmesine neden olan durumun, Nevbahar ile ilgilenen doktorlar ve Müvekkil hastane tarafından yapılan tedavinin hatalı ve eksik olmasından kaynaklandığı iddiası ile yazıya konu davayı açmışlardır.

2013 yılından beri devam eden yargılamada mahkeme tarafından birçok kez Bilirkişi Raporu aldırılmıştır olup, doğum sonrası gelişen tıbbi durumun prematüre doğum sebebiyle meydana geldiği ve bu durumun prematüre doğuma bağlı bir komplikasyon olduğu yapılan yargılama sırasında tespit edilmiştir. Yargılama kapsamında, Küçüğün hasta dosyasının dava dosyasına sunulmuş olup, toplanan deliller ile beraber dosya Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne gönderilmiş, burada küçüğün muayenesi de yapılmış ve akabinde tanzim edilen Bilirkişi Raporu’nda hekimlerin veya Müvekkil hastanenin bir kusuru olmadığı, tıbben yapılması gerekenlerin yapıldığı, ortaya çıkan durumun bir komplikasyon olduğu belirlenmiştir.

Dosya ikinci kez Cerrahpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından mahkemeye bildirilen uzmanlardan oluşan heyet tarafından incelenmiş ve heyetçe yine Davacıya doğum sırasında yapılan uygulamanın bu tip ikiz doğumlar bakımından normal olduğu, doğum eylemi sırasında oluşan herhangi bir travma veyahut anormal bir girişim bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Dosya yeni bir inceleme için üçüncü kez İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı uzmanlarından oluşan heyete tevdi edilmiş ve işbu raporda yine Davacının iddia ettiği gibi bir tıbbi hata yapılmadığı, küçüğün mevcut sağlık durumunun prematüreye bağlı gelişebilen komplikasyonlar olduğu kanaatine varılmıştır. Ayrıca yapılan müdahalelerin tıbba uygun olduğu, ultrason ve tomografi çekilmesinin prematüre doğanlarda rutin bir uygulama olduğu da kayıt altına alınmıştır. Yazı içeriğinde yer alan ve davacıların iddialarının temelini oluşturan Nevbahar’ın fotoğrafı da Bilirkişilerce incelenmiş ve neticeten ilgili fotoğrafta bir kırık görülmediği yönünde kanaat bildirilmiştir.

Sonuç olarak Alınan raporlar ve toplanan delillerde Davacıların iddialarını kanıtlar herhangi hiçbir sonuca ulaşılamamıştır. İddiasını ispat edemeyen Davacı vekilince son olarak davalı hekimler ile Müvekkil Şirket yetkililerine yemin teklifinde bulunulmuş ve 5.11.2019 tarihli celse de, Mahkeme tarafından belirlenen metin üzerinden yeminler gerçekleşmiştir. Dosyanın bir sonraki duruşması 26.12.2019 tarihinde gerçekleşecek olup, bu duruşmada karar verilmesi beklenmektedir.

Ayrıca ilgili  yazıda iddia edildiğinin aksine, hasta kayıtlarını inceleyen Bilirkişilerce kayıtlar bakımından bir eksiklik tespit edilmemiştir. Yazı içeriğinde, dosyaya rapor sunan bilirkişiler ile müvekkil ve diğer davalı hekimlerin tanışıklığı olduğu ve dolayısı ile buna istinaden raporların yanlı düzenlendiği iddiasının kabulü mümkün değildir. İş bu iddialar Sayın Mahkeme’ye de bildirilmiş olmakla, dosya birçok farklı bilirkişi tarafından incelenmiş ve neticeten hepsi olayın komplikasyon olduğu konusunda hemfikir olmuşlardır. Davacıların topuk kanı ile ilgili iddiaları, İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde devam eden yargılama sırasında hiçbir şekilde dile getirilmemiş olup, olaydan 8 sene sonra 2018 yılında Savcılık nezdinde yapılan şikayet ile ilk kez dile getirilmiştir. İş bu Savcılık soruşturması halen devam etmekte olup, Davacıların iddiasının aksine tüm belgeler, Savcılığa sunulmuştur. Kaldı ki Savcılık, bu belgeleri İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasından da temin etme imkanına sahiptir.

Son olarak, Müvekkillerden Muharrem Usta ve diğer Müvekkil Şirket yetkililerine yemin için gönderilen davetiyelere atıf yapılmakla, Müvekkil Şirket tarafından kasten iş bu davetiyelerin geri çevrildiği yönünde ibarelere yer verilmiş olmakla, bu hususun da kabulü mümkün değildir. Zira davetiyelerin düzenlenmesi Mahkemenin takdirinde olup, tebliği de PTT aracılığı ile Tebligat Kanunu’na göre yapılmaktadır. Müvekkilin bu konuda dahlinin olması mümkün değildir. Nitekim Müvekkil Muharrem Usta’ya yapılan tebligat, Tebligat Kanunu’na aykırı olarak yapılmış olup, iş bu durum Mahkemeye bildirilmiştir. Şirket yetkili F.Ş olarak belirtilen çalışan ise 5.11.2019 tarihli duruşmada hazır bulunmuş ve diğer şirket yetkilisi ile birlikte yemin etmiştir. Konuya ilişkin yargılama 2013 yılından beri devam etmekte olup sonuçlanma aşamasına gelmiş bir konuya ilişkin okuyanlar nezdinde yanlış anlamalara sebep olabilecek ifadeler içeren yazınıza ilişkin açıklamalarımızı sizin ve okuyanlarınız dikkatine sunarız."

Av. Murat Uysal

 

Yazarın Diğer Yazıları

Deprem skandalı: Her şeyden sorumlu Cumhurbaşkanlığı, İsias Otel'de, yıkılan tüm binalarda sorumsuz

Kentler yıkıldı, binlerce insan öldü ancak uçan kuştan bile sorumlu Cumhurbaşkanlığı'nın hizmet kusuru olduğunu iddia etmek bile mümkün değil

Devlet, ağzındaki baklayı çıkardı: "Ölmeniz, tedaviden daha ucuzsa…"

Devlet, ölüm durumunda ödeyeceği tazminat yüksek değilse, ilaç bedelini ödemek yerine ölmemizi tercih ediyor

Bir gün tek başına

Her insanın tek başına olduğu bir zaman gelir. Öyle yalnız başına zaman geçirmek gibi değil. Tek başına olduğunu idrak ettiği bir zaman. Çekilmemiş fotoğraflar bazen yüzüne yüzüne de vurur. Düşüncelerini kaplamak gibi değil. Mutlaka olur, anlarsın ya da anlamazsın olanı biteni ama mutlaka olur