22 Eylül 2019

90'lar, aşikâr sırlar ve mahcubiyet

Utanma yok, sıkılma yok, mahcubiyet yok, özür yok, bağışlanma dileği yok. Sakil bir güçlülük, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edebilme özgüveni

İnsanlar, devletler, topluluklar, gruplar vs. için değişmiyor, hata ve günah arasında üstü örtülemez farklar var.

Mahcubiyet kavramı da belki tam burada devreye giriyor.

Hata yapan, şayet bunun bir günah olarak kabul edileceği endişesi taşımıyor ve saklanmayı tercih etmiyorsa, hatasının sonuçlarıyla ilgili daha korkusuz, anlatırken daha cesur…

Bile isteye, elbette dini terminolojideki anlamıyla değil, günah işleyenin durumu ise farklı. O günahların sahibinin, gerçekten bir pişmanlığı varsa, mahcubiyet yaşayabilmesi için önce yüzleşebilmesi gerekiyor. Gerçek, acımasız, kusursuz bir yüzleşme…

Dünya, işlenen günahların süpürülerek yok sayıldığı, dünyanın etrafında döndüğünü düşünenlerin ve dönmesini isteyenlerin o günahları açıklarken hep karşıdakinin kusurundan kaynaklandığını savunduğu, hep daha iyisini, en güzelini kendisi için istediği bir yer. Eskinin güzellemelerine de çok takılmayın, aslında hep böyle bir yer.

Ve bir de o günahları, günahtan saymayıp her şeyi yapmayı hak görenler, günahları günah saysa da hayatına bir şey olmamış gibi devam etmek isteyenler, hep alacaklılar, hep kendine hak görenler…

Zorla yüzleştirilene, yakalanana kadar yaptığını hata ya da günah olarak görmeyenler…

Gaye Boralıoğlu ile Ümit Kıvanç'ın sadece zihin değil kalp açıcı sohbetlerinin yer aldığı, "Haysiyet" kitabında, Kıvanç'ın yaptığı, haysiyetin insanın ayırt edici özelliği olduğuna yönelik tanım mühim. Kavramı insanla sınırlı görmeyen Boralıoğlu'nun haysiyetin bir bilinç gerektirdiğine yönelik tespiti gibi.

* * *

Yine de mahcup olanlar unutmaya, günahıyla övünenler ise yeni bir günah işleyebilmek için yok saymaya ve unutturmaya meyilli.

Geçtiğimiz günlerde Cezasızlıkla Mücadele Güçbirliği ile Hakikat, Adalet ve Hafıza Merkezi'nin düzenlendiği, "Aşikâr Sırlar - 90'lı Yıllarda JİTEM Olgusu ve Adalet Arayışı" başlıklı etkinlikte ömrünü hakikat ve adalete adamış dört adam hem hayatlarını hem yıllarını verdikleri dosyaları anlatıyordu.

90'lı yıllarda Susurluk Çetesi tarafından kaçırılarak öldürülen Altındağ Nüfus Müdürü Mecit Baskın'ın oğlu Eren Baskın, gazetede, babasını öldüren insanların fotoğrafını gördükten sonra yaşadığı, avukat olmasına kadar uzanan değişimi aktarıyordu.

Susurluk Çetesi'nin kaçırarak öldürdüğü Avukat Yusuf Ekinci'nin kendisi gibi avukat olan oğlu Sertaç Ekinci, cezasız bırakılmış bu cinayetlerin ancak siyasal bir örgütlenmeyle aydınlatılabileceğini aktarırken, kendi öyküsünü anlatmaktan duyduğu mahcubiyeti vurguluyordu.

Lice'de, 17 kişinin öldürüldüğü katliamın nasıl cezasız bırakıldığını anlatan, hafızalara, katliamın yaşandığı dönemde, henüz 7 yaşındayken uzatılan mikrofona söyledikleriyle geçen Avukat Yunus Muratakan, JİTEM davalarının tek bir gün bile gözaltına alınmayan sanıklarının trafikte yaralama suçu işlediğinde nasıl tutuklanabildiğini…

Yıllarını bu davalara vermiş Selim Okçuoğlu ise Musa Anter cinayetinin nasıl işlendiğini, dosyanın nasıl kapatılmak istendiğini, adalet mücadelesinde nasıl yalnız kaldıklarını ve buna rağmen ortaya çıkarttıkları gerçekleri.

* * *

90'lı yıllarda işlenen insanlık suçlarıyla ilgili davalar, bir bir cezasızlıkla sonuçlanıyor. Geriye az sayıda, yine cezasızlıkla sonuçlanması muhtemel dava kalmış durumda.

Bunlardan biri de Ankara'da görülen Susurluk Çetesi üyelerinin yargılandığı dava.

JİTEM'den Susurluk Çetesi'ne uzanan yolu, aktörleri, o aktörlere iç hesaplaşmalar dışında hiçbir biçimde dokunulamamasını anlatan dört avukatın sözleri, devletin tüm bunlardan mahcubiyet duymadığını, yapılanları ne hata ne de günah olarak gördüğünü gösteriyordu.

Yapılması gereken yapılmıştı, o kadar basitti.

Tesadüfler sonucunda hayatta kalanların anlatımları, JİTEM ve Susurluk Çetesi'nin işlediği suçlardan dolayı yargılananların nasıl ferah-feza bir hayat sürdüklerini de gösteriyordu.

Yaptım, yine yaparım düzeni…

* * *

Davalarda olan bitenleri saymak mümkün değil…

Kızıltepe'de 22 kişinin öldürülmesine ilişkin davada gerekçeli kararını açıklayan mahkeme, 90'lı yıllarda bazı asker ve polislerin öldürme, işkence gibi eylemler yaptığını, JİTEM'in var olduğunu ama 22 kişiyi öldüren örgütü bulamadığını, artık hukuk devleti olan Türkiye'de bu eylemlerin yapılamayacağını belirtiyor.

Diyarbakır'da 13 kişinin zorla kaybedilmesinden sorumlu tutulan komutanın davası, apar topar bitirilip, terfi ettirilen komutan aynı bölgede görevlendiriliyor.

JİTEM Ana Davası'nda yurtdışındaki bir itirafçının ifadesi yıllardır nedense alınamıyor.

Susurluk Çetesi davasında, avukatlar ne yapsa, devletin arşivindeki Susurluk Raporu'nun ekleri mahkemeye getirilemiyor.

Utanma yok, sıkılma yok, mahcubiyet yok, özür yok, bağışlanma dileği yok.

Sakil bir güçlülük, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edebilme özgüveni.

İşte bu nedenle ezberlenmişin dışında küçük bir adım olsun atılamıyor, günler, aylar, mevsimler hep aynı karanlıkta geçiyor.

Haysiyetin olmadığı yerde de kötülükten başkası doğmuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Cezaevi, dava ve yasaklar ülkesinde seçim sonrası "kulisleri": Erdoğan AKP'yi, Çukurambar Erdoğan'ı bırakır mı?

AKP'nin hikâyesi çok uzun bir zaman önce gecekondu mahallelerinden Çukurambar'a taşındı

Deprem skandalı: Her şeyden sorumlu Cumhurbaşkanlığı, İsias Otel'de, yıkılan tüm binalarda sorumsuz

Kentler yıkıldı, binlerce insan öldü ancak uçan kuştan bile sorumlu Cumhurbaşkanlığı'nın hizmet kusuru olduğunu iddia etmek bile mümkün değil

Devlet, ağzındaki baklayı çıkardı: "Ölmeniz, tedaviden daha ucuzsa…"

Devlet, ölüm durumunda ödeyeceği tazminat yüksek değilse, ilaç bedelini ödemek yerine ölmemizi tercih ediyor