09 Eylül 2019

Kayyım tartışmaları ve Kaftancıoğlu kararı

Yargı erki tarafsız ve bağımsız bir nitelik kazanmadıkça, hukuki normlar kağıt üstünde kalmaya mahkumdur

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, gazetecilerin İstanbul ve Ankara belediyelerine kayyım atanıp atanmayacağına ilişkin sorusuna, "Pazar günü açıklayacağım" yanıtını vermişti.

Pazar günü geldi ve Soylu, İstanbul ve Ankara belediyelerine kayyım atanmasının söz konusu olmadığını açıkladı. Bir belediyeye kayyım atanması için o belediyenin terör örgütüyle ilgili veya ilişkili olması gerektiğini söyledi. Böylece hem iktidarın "demokrasiye saygılı" olduğu mesajı verdi hem de Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine kayyım atarken 'ne kadar haklı' olduğunu kendisi açısından bir kez daha açıklamış oldu. Ankara ve İstanbul'a kayyım atanmamış olması, Diyarbakır, Mardin ve Van'a kayyım atanmasının haklı olduğunu kanıtlamaz.

Şunu söylemek gerekir ki; bir sorunun yanıtını iki gün sonraya erteleyip, bu süre içinde, "en büyük iki şehrin belediyelerine kayyım atarlar mı atamazlar mı, böyle bir çılgınlık yaparlar mı yapmazlar mı" tartışması içinde bazı kesimlerin "atarlar, bunlar herşeyi yaparlar", bazı kesimlerin de "yok artık o kadarını yapmazlar herhalde" yorumlarını dinlemek ve sonra da "yok yok kayyım atamayacağız" demek, demokrasiyi, hukuku ve seçmeni ciddiye almamak demektir. Sanki bir lütufmuş gibi "kayyım atamayacağız" denilmesi ve bunun rahatlama yaratması çok ciddi bir demokrasi sorununa işarettir.

Bu tutumun yanlışlığı bir tarafa, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerine kayyım atanması olasılığının bulunduğu havasını yaratmak da abesle iştigaldir. Maalesef bu hava, seçim öncesinde de sonrasında da iktidar tarafından yaratılmış, baskı ve tehdit aracı olarak kullanılmıştır. Bu demokrasilerde onaylanacak, kabul görecek bir siyasi davranış biçimi değildir.

Konunun gündemde olması bile Türkiye'de iktidarın demokrasiyi ne kadar sorunlu bir şekilde yorumladığı ve uyguladığını gösterir.

Bu soru ve iki gün sonra gelen yanıt normal bir demokratik ortamın bulunmadığına işarettir.

Kaftancıoğlu kararı

Demokrasilerde hukuk ifade özgürlüğünü korur. Bunun nedeni ifade özgürlüğü ile demokrasi arasındaki doğrusal bağdır.

Ceza hukuku ülkelerin rejimlerini yansıtır. Demokratik ülkelerde ceza hukuku da insan hak ve özgürlüklerini esas alır ve bireyi devlete karşı korur. Bu hak ve özgürlükleri değil, aksine devlet dahil hak ve özgürlükleri sınırlayanları cezalandırır. Ceza hukuku bir ülkedeki rejimin yansımasıdır.

Bu açıdan bakıldığında CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'na verilen 9 yıl 8 aylık ceza, neresinden bakılırsa bakılsın hukuki açısından savunulamaz. Kaftancıoğlu, 2013 yılında Gezi olayları sırasında ve 2015, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında attığı tweet mesajları nedeniyle hapis cezasıyla cezalandırıldı. Gerekçe olarak bu tweet mesajlarıyla Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiğine, terör örgütü propagandası yaptığına hükmedildi. Duruşmada Nazım'dan şiir okuması da indirimden ve ertelemeden yararlanmaması için gerekçe olarak değerlendirildi.

Öz itibariyle, hakaret ettiği ve propaganda yaptığı gerekçesiyle 6 ve 4 yıl önce attığı tweet mesajları nedeniyle 9 yıl 8 ay hapis cezası verilmesi hukuki değil, siyasi bir karardır.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na yumruk atanların serbest bırakıldığı bir ortamda tweet mesajı nedeniyle neredeyse 10 yıl hapis cezası verilmesi en azından orantısız, taraflı ve siyasi bir karar olduğu açıktır.

Keza Kaftancıoğlu kararı, cezaların kişiye göre farklı uygulanmaması gerektiği kuralına da aykırı bir durum oluşturdu. Kararın, bireylerin yasa önünde eşitliği ilkesine aykırı bir karar olarak anayasaya aykırılık oluştuğu eleştirileri de yapıldı. Bir hukuk kuralı kişinin özelliğiyle bağlantı kurularak uygulanamaz.

Kararın, Kaftancıoğlu'nun CHP İstanbul İl Başkanı olması ve İstanbul seçimlerinde gösterdiği başarı nedeniyle verildiği görüşü, yaygın kabul gören bir görüştür.

Yargı iyi sınav vermiyor

Yargı erkinin sadece anayasa ve yasalardan değil de başkaca güç odaklarından yapılan yönlendirmeyle karar vermesinin ne kadar ağır sonuçlar doğurduğunu 15 Temmuz darbe girişimi sırasında gördük.

Yargının FETÖ mensupları tarafından ele geçirilmesinin, 12 Eylül 2010 referandumuyla yüksek yargıyı etkisi altına almasının, demokratik, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak açısından "bir taşla iki kuş vurmak" etkisi yarattığını da yaşayarak öğrendik. Yargı yetkisinin kullanılarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nde nasıl tasfiye yapıldığını ve yerlerine atanan FETÖ'cülerin nasıl kanlı bir darbeye giriştiklerini de ağır bir bedel karşılığında öğrenmiş olduk.

Bu nedenle yargının hukuk dışında hiçbir güç kaynağına göre hareket etmemesi, siyasallaşmaması gerekir.

Yargıyı FETÖ'den temizlerken, iktidara göre karar alan bir yargı kuşkusu, kaygısı, korkusu yaratacak uygulamalara imza atılması, demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından çok zarar verici bir etki yaratır.

Yargı erki tarafsız ve bağımsız bir nitelik kazanmadıkça, hukuki normlar kağıt üstünde kalmaya mahkumdur.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.