03 Nisan 2022

Ahmak ıslatan

Ben varyantların yağdığı ahmak ıslatanlarda değil hüzün bulutlarından yağan yağmurlarla ıslanmak istiyorum biraz

Omikron adlı bir varyant ile kış başından beri yaşadığımız fırtına ve ardından gelen sağanak şimdilik ahmak ıslatana dönüştü.

Bitti diyemem, hâlâ Covid için ayrılmış iki servisimiz dolu.

Ama varyant fırtınalarının ilk öncü bulgusu olan şimşekler ilk acil servislerde çakar ve şimdilik acil servis Covid dışı sağlık sorunları ile tıklım tıklım.

Aşılı olup ayaktan geçirenler, orta şiddette bir gripten daha hafif geçirmiyor.

Sıkça da uzun süren bir halsizlikten şikayet ediliyor.

Hızlı testler ücretsiz ve kolay erişilebilir değil hâlâ.

İnsanlar ya ev tipi testler bulup ya da korona olduklarını varsayıp kendilerini izole ederek ama çoğunlukla salya-sümük dolaşarak, aldırmadan geçiriyorlar.

En iyi ve en uzak ihtimalle sonbaharda tekrar bir fırtına öngörüsüyle, hepimizin yaz mevsimini biraz nefes alarak ve sosyalleşerek geçirmeye ihtiyacı var.

Salgın başladığından beri koruyucu devlet rolünün üstlenilmediğini hatta niyetlenilmediğini yaşamışken, "artık çok yorgun hatta bitkin bireyi incitmeden koordine etmelisiniz" diyecek kadar naif değilim.

Umutlanmak yerine ummaktan da bitap düştük zira.

Buz gibi başlayan bahar yavaştan bahara benzemeye başladı.

Tesadüf diye bir şey var mı yoksa hikâyesizlikle baş edemeyen aklımız rastlantısal bağlantılara tesadüf mü diyor bilemiyorum.

Ama mart ayının üçüncü ve tatsız haftası biterken, benim için çölde vaha gibi bir ortamda, bir sanat kulübünde özgün bir sanatçıyla birlikte verdiğim açılış konferansı çok hoş tesadüflerle doluydu.

Ka; Görsel Kültür ve Sanatsal Düşünce için Mekân'ın adı bu.

Küresel İklim Değişikliği Çağında Sanat dizisinde, açılış konferansının başlığı "Virüs, Viral, Virtüel: Yeryüzünün Yeni Nomos'u, Sanatsal Bir Karşı Hamle" idi.

Benim anlattığım başlık; Bir pandemi, İnsan, Virüs ve Yerküre idi.

İnsan ile yerkürenin ilişkisi hastalanınca, pandemi ortaya çıktı diye başlayıp aramız düzelmezse durum sıkıntılı diye sürdürdüm.

Ve çoğunlukla yaptığım üzere sözümü, mikropların efendisi Louis Pasteur'den alıntıladığım "Son sözü mikroplar söyleyecektir" cümlesi ile bitirdim.

Yaşam onlarla başladı ve bunu keşfedenlere de mikropların efendisi diyoruz.

Aramız iyi olduğunda bu işbirliği yaşamı sürdürmemizi sağlıyor.

Aramız bozulduğunda yaşadığımız çarpışmalarda ise bizi hastalandırıyorlar.

Benimle birlikte konuşmacı olan Alper Aydın, küresel iklim değişikliğine sanatsal başkaldırının özgün örneği olan bir sanatçı.

En Büyük Mikroplar Serisi başlıklı bir projenin yürütücülerinden. Projenin esin kaynağı ise "Ekoloji" kitabı yazarı Ernest Callenbach'ın şu sözleri:

"Mikroplar sprey boya kullanabilselerdi, duvar yazılarında herhalde 'En büyük mikroplar!' yazardı (2010, s.104-106)."

Bu projede Alper Aydın gidebildiği şehirlere sprey boya ile bu duvar yazısını yazıyor. 

Böylece evrendeki çok boyutluluğa dikkat çekiyor.

Pankromatika adını verdikleri konuşmalar dizisine ilişkin duyuruda yer alan şu giriş paragrafı, benim anlatmakta olduklarımın ve anlatacaklarımın mütemadiyen tekrarlanılması gerektiğine işaret ediyor:

"Evrenin kendine özgü bileşenlerinden bir tanesi olan yeryüzü, insan eliyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Manu Chao'nun güzel dizelerinde dile getirildiği üzere, 'Dünya çıldırmış halde, bu olağanüstü bir durum.'"

Trajik bir kurtuluşa ihtiyacımız var, bunun için de sanatsal bir başkaldırıya.

Ya ölümü var edeceğiz ya yaşamı.

Eğer yerküre ve birbirimizle ilişkiler ağımızın ne kadar hastalandığını kavrayamazsak bu yüzyılı çırpınmakla geçiririz.

Hem aristokrat bilimin hem sanatın sırça köşklerinden çıkıp sokaklara inmesi ve bunları anlatması ise her zamankinden daha yaşamsal.

Bir önceki hafta sonunda ise Ayvalık Belediyesi tarafından düzenlenen Kadın Oyunları Festivali'ndeki  Salgın ve Siyaset paneline panelist olarak katıldım.

Bir salgının, sanat, siyaset dahil nasıl her şeyi hastalandırdığını ve bu üçünün ne denli birbiriyle bağlantılı olduğunu yaşıyoruz zaten.

Bilim siyasetin kendi amaçları için uyarlandığında sözü nasıl da uçuşuyor nasıl da işlevsizleşip karşıtı olan safsataları büyütüyor. 

Siyaset, bilimi ve sanatı, her ikisini de sarıp sarmalamak ama mutlaka özgür ve bağımsız bırakmak sözünü vermeli.

Aynı masada ama sanat ve bilimin bir adım gerisinde duracak alçak gönüllülükte olmalı.

Tek başına bir hiçiz, gezegendeki tüm canlılara ve birbirimize çok muhtacız.

Ama delirmiş gibi muhtaç olduklarımızı, yaşam kaynaklarımızı yok ediyoruz.

Tüm bu delilik halinin iyileşmesi gerekiyor.

İyileştirebilecek olan ise sanat.

Siyaset ise sanatı tıpkı bir koza gibi korumalı. 

Doğa vaatlerini yerine getirmeye devam ediyor. 

Bizim olup olmamamıza hiç aldırmıyor.

Cunda, çocukluğumda yaz aylarında heyecanla yolunu tuttuğum Ayvalık'tan motorlarla geçip sokaklara dökülen incirleri yemelere doyamadığımız, kendi seslerimizin yankılandığı dar sokakları yokuşlu ada...

Cunda'da mevsim kıştan iyiden iyiye çıkmış, güneşe kendini bırakmış kediler ve köpeklerle dolu sahilde bir bankta oturup tepesine martılar üşüşen tekneleri izliyorum.

Ruhumu biraz havalandırıp kemiklerimi ısıtıyorum.

Şu virüs dilden anlasa ona olan yoğun ilgimi anlatacak duvar yazım şu olurdu:

"Her veda acıklı değildir." 

Ama…

Ben varyantların yağdığı ahmak ıslatanlarda değil hüzün bulutlarından yağan yağmurlarla ıslanmak istiyorum biraz.

Yazarın Diğer Yazıları

Hekimliğe övgü

Ölümlülüğümüzle aramızdaki mesafede, yaşamla ölüm arasındaki köprülerde, dost düşman ayırmayan, kimlik, millet gözetmeyen, bence yerküredeki en kutsal, yaşamsal olan o yemini etmiş hekimler var hep

Üç kadın

Ninem kadar açık sözlü, annem kadar dirençli ve inatçıyım. Tam bir asır boyunca zamanı aralarında yuvarlayan üç kadın

Köprüler ve duvarlar

Hayat ile aramızda köprüler değil duvarlar var...