20 Mart 2022

Siyah Amerikalı, Beyaz Rus, Maxim'in öyküsü

Bir süre İstanbul'da yaşayan yazar Willy Sperco'nun ifadesiyle Maxim, İstanbul'un en gözde yeri olmakla kalmayıp, bir şekilde İstanbul'dan geçen neredeyse bütün yabancıların uğradığı eğlence yeri haline gelmiştir

Pera Palas'ta gece yarısı

Mart ayı başında Netflix'in listesine giren, senaryosu Charles King'in mükemmel eseri "Midnight at the Pera Palace -The Birth of Modern Istanbul / Pera Palas'ta Gece Yarısı-Modern İstanbul'un Doğuşu"ndan esinlenerek hazırlanan diziyi izlerken, kitapta okuduğum ve içinde bulunduğumuz günlerde şahit olduğumuz talihsiz olaylara çok benzeyen kareleri hatırladım. Savaş korkusuyla binlerce insanın başka ülkelere göçü... Sizlere tam yüzyıl önce bizim içimizde, İstanbul'da yaşanan bazı olayları bu değerli kaynak başta olmak üzere aktarmaya çalışacağım.

Rusya'da Çarlık döneminin bittiği günlerde monarşiye sadık Beyaz Ordu, Bolşevik güçlerinin önünde panikle Karadeniz sahillerine doğru çekilmeye başlamıştır. On binlerce insan onları izleyerek güneye doğru göç mücadelesine girişir. Bugünkü Ukrayna'nın Karadeniz sahillerine, Odesa ve Sivastopol'e yığılan insanlar korku ile bekleyiş içindedirler. İstanbul'a gelmeden döviz ihtiyacı duyanlar 1 Sterlin için 650 bin Ruble ödemek zorunda kalırlar. Bu miktar kısa zamanda daha da yükselerek 1 Sterlin karşılığında 1 milyon Rubleye kadar çıkacaktır. Sonunda Cossack'ların oluşturduğu, başlangıçta dört bin kişiden oluşan Gönüllü Kuvvetler kendileri için sonrasının kalmadığını anlayarak ülkeyi terk etmeleri gerektiği kararını verirler. Gönüllü ordunun kumandanı General Anton Denikin, Novorossisk'deki karargâhını bırakarak Karadeniz'e doğru yol almaya başlamıştır. General ve ordusunun tahliyesi ile görevlendirilen İngiliz Pegasus gemisi subaylarından Charles Strafford savaş sırasında müttefikleri olan bu insanların içine düştükleri aciz durumu üzüntüyle izlemektedir. Strafford anılarında, bir kısım Cossack'ların limana kadar beraber geldikleri atlarını silahları ile vurduklarını, bazılarının da tepelere kadar koşturup, terk ettiklerini yazar. Strafford, sadık atların daha sonra eski sahiplerini takip ederek sahile kadar geldiklerini, onları gemi güvertesinde görünce, denize doğru akın ederek, yüzmeye başladıklarını yazar. Gemiler uzaklaştıkça umutsuz gözlerle bir süre daha bekleyen atlar, Karadeniz'in soğuk sularında boğulup, kaybolacaktır.

1919'da Odessa. Binlerce insan ülkeyi terk etti.

Bu acı olaydan kısa bir süre sonra, 11 Kasım 1920 günü, bu defa kendisinden üç kat daha güçlü Bolşevik kuvvetlerine karşı daha fazla dayanamayan Pyotr Wrangel, savaşın artık kaybedildiğini ilan ederek, askerlerine ülkeden ayrılmaları talimatını verecektir. Piper lakaplı Pyotr, gemiye bindiği sırada yakınlarda bulunan Fransız gemisi Waldeck-Rousseau 21 pare top atışı yaparak onu ve diğer gemileri selamlar. Gemilerin buharlı makineleri ve martıların çığlıkları gökyüzünde yankılanırken, bu sefer 126 gemiden oluşan büyük bir filo birbirini takip edecek şekilde hareketlenir. Wrankel komutu verir. Hedef İstanbul'dur.

Pyotr Wrangel

Üç gün sonra filo Moda önlerinde demir atmaya başlar. Geçtiğimiz yüzyıl içinde en az dört kez savaş yaptığı ülkenin başkentine bu şekilde geleceğini hayal bile edemeyen Çarlığın eski askerleri ve soyluları heyecanlı bir bekleyiş içine girerler. Gemilerdeki insanlar adeta konserve kutusu içinde gibi bulundukları güverteden İstanbul'a hüzünle bakarlar. Kayıklar gemilere yanaşmaya çalışırken, açlıktan kıvranan binlerce insanın gemilerden aniden umutsuzca ve çığlıklarla haykırdığı duyulur. Daha sonraları Pera Palas'ta garsonluk bile yapmaya razı olacak olan Rus soylusu kadınlar, kürklerini ve hatta mücevherlerini yanaşan kayıkçılara atarak, ekmek için dilenirler. İngiliz komutan General Charles Harington bindiği bir geminin bit ve zararlı böceklerle kaplandığını, durumun tahmin edilenden daha kötü olduğunu rapor edecektir. Sonraki günlerde gemilerden tahliye işi oldukça sancılı bir şekilde sürecek, gelenlerin bir kısmı İstanbul'da açlık ve sefaletten ölecektir. İstanbul'a göç etmek zorunda kalan ve sayıları yüzbinlere ulaşan Ruslar, beş yıl önce şehre yerleşen dört yüz bin Balkan mültecinin yerleşim sorununu çözmeye çalışan, gıda yetersizliği ve açlık çeken İstanbul'u hiç beklemediği yeni ve büyük bir girdabın içine sokmuştur.

Charles Harington

"Pera Palas'ta Gece Yarısı" kitabında, İstanbul'daki işgal güçlerinin göçmen sorununu çözmek için gıda, giyecek ve tıbbi yardım gibi öncelikli konuları kendi aralarında koordine etmeye çalıştıklarını yazar. Sorunun düzene sokulması ve koordinasyonu için Fransızlar görevlendirilmiştir. Kitapta ayrıca, Sirkeci yakınlarındaki bir Amerikan savaş gemisinde açık hava kantini oluşturularak, ekmek ve kakao servisi yapıldığından bahsedilmektedir. 1920'lere gelindiğinde kurulan mutfaklarda 165 bin kişinin gıda yardımı aldığı söylenir. Bu sayı, İstanbul'un savaş öncesi nüfusunun beşte birine karşılık gelmektedir. O günden sonra yaklaşık 185 bin insan Rusya'dan İstanbul'a göç edecektir. Gelenlerin bir kısmı oldukça uzun bir süre kalır, bazıları fırsat bulduklarında diğer ülkelere gitmeyi tercih ederler. İstanbul işgal kuvvetleri yöneticilerinden bir grup Rusları bir an önce İstanbul'dan uzaklaştırarak, Kuzey Afrika'ya göndermeyi bile akıllarından geçirmiştir. 

Pera Palas'ın yöneticileri potansiyel zengin Rus müşterilerinden daha fazla para alabileceklerini düşünerek, gelen yabancı askerlerle birlikte sayıları gittikçe artan hayat kadınları başta olmak üzere, müşterilerinin büyük bir kısmını otelden çıkarmaya başlamıştır.

O günlerdeki ismiyle "Grande Rue" olan bugünkü İstiklal Caddesindeki Rusya Büyükelçiliği, yeni göçmenlerin organize ettiği yardım kampanyası ile ortaklaşa hummalı bir faaliyete girişir. Elçilik mensupları olağanüstü işler yapar. Kumandan Wrangel'in eşi Barones Wrangel, elçilik bahçesinde bir hastane kurarak, yaralı ve hastalarla bizzat ilgilenmeye başlar. Tarihin garip cilvesi, bir dönem sona ererken, Rusya tarihinin ilk ve en büyük sivil toplum örgütü, başka bir ülkede, İstanbul'da kurulmuştur. O dönemde İstanbul'da bulunan hukukçu ve eski Senatör Nikolai Chebyshev, "Hiç abartmadan söylüyorum, bu büyük göç sırasında hiçbir Slav ülkesinde kendimizi İstanbul'daki kadar evimizde hissetmedik" diyecektir.

Rus soylularından akademisyen kökenli olanlar kendi kısıtlı olanakları ile eğitim merkezleri açarak başarılı buldukları öğrencilere yurt dışında eğitim yapmalarını sağlayacak sertifika verirler. Sertifikalarını alan yüzlerce öğrenci Avrupa ve Amerika'daki iyi okullardan kabul alarak İstanbul'dan ayrılacaktır.

İstanbul'da işgal kuvvetlerinde görev yapan bir İngiliz askeri, gelen Rus göçmenlerini yakından izleme ve inceleme fırsatı bulur. İngiltere'ye, babasına yazdığı bir mektubunda, bazı Rus askerlerinin eski Cossack kıyafetlerini giyerek neredeyse her gün Grande Rue'de gururla yürüdüklerini anlatır. Özenle göğüslerine koydukları madalyaları çapraz astıkları fişekleriyle birlikte dizen askerler, gümüş hançerleri ve uzun siyah ceketleri ile caddeyi renklendirmiştir. Bu arada Beyaz Rus ordusunun askerleri, her çeşit insanın yaşadığı böylesine kozmopolit bir ortamda siyaset yapmaktan kaçınırlar. Elçiliğin geçici hükümetten Bolşeviklere geçişiyle birlikte, İstanbul'da yaşam artık onlar için eskisi kadar kolay olmayacaktır.

Gelen göçmenlerden Gürcü kökenli Koka Dadoiani ve Niko Nizharadze, Pera'nın yan sokaklarından birinde şarap servisi yapılan nefis bir lokanta açarlar. "Koki ve Niko'nun Yeri" olarak bilinen bu mekanda nefis çorba ve Gürcü şarabını Gürcülerin efsanevi misafirperverliği ile sunarlar. O günlerde işsiz kalan Gürcü soylu Dmitri Shalikashvili kendisine yapılan barmenlik teklifini kabul ederek, bu mekanda çalışmaya başlayacaktır. Koki ve Niko, bir zamanlar St. Petersburg'da sanatını başarıyla icra eden efsanevi gitarist Sasha Makarov'u da gece programlarına dahil ederler. Rus Çarlık donanması subaylarından Grizzo restoranda şiş kebap işinde ustalaşarak, rakiplerini geride bırakmıştır.

Dmitri Shalikashvili

Mekanın barmeni Dmitri Shalikashvili, Gürcü bir ailenin çocuğu olmasına rağmen St.Petersburg'da eğitim almıştır. Zamanında Rus Çarlık Muhafız Alayının en başarılı subaylarından biridir. Devrim sonrasında 1921 yılında İstanbul'a gelir. İlk günlerinde, Florya sahillerindeki bir sahil gazinosunda müdür olarak iş bulur. Bütün yaz boyunca zorluklar içinde çalışır, ayakta kalma mücadelesi verir. Yaz sezonu bitip, soğuklar başladığında işsiz kalır ve soluğu Pera'da alır. Shalikashvili yıllar sonra Polonya ve Almanya üzerinden Amerika'ya gidip, yerleşecektir. Ölümünden sonra cenazesi 1990'lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri Genel Kurmay Başkanı olan oğlu John Shalikashvili tarafından ailesinin ve köklerinin olduğu Gürcistan'a götürür ve orada defnedilir.

Frederick Bruce Thomas'ın (Fyodor Fyodorovich Tomas) öyküsü

"Çalsın Maksimbarın cazbant kolu
çal bre kara köpoğlu
anlatayım Konstantinopl'u:
Yüzük, bilezik, gerdanlık, küpe
muslin, krepdöşin, tül, ipek
-Şu herif de karıma sersemce kur yapıyor pek!""

Büyük usta Nazım Hikmet 1930 yılında kaleme aldığı 835 Satır'da, İstanbul'un 1920'li yılların sonlarında en gözde mekanı olan Maxim'i, böyle anlatır. Öykünün kahramanı Frederick Bruce 1921 yılında İstanbul'da açtığı Maxim ile büyük sükse yapmıştır. Onun öyküsü çok renkli ve ilginç manzaralarla süslüdür. Önemli bir bölümü de İstanbul'da geçmiş ve orada sona ermiştir.

Frederick Bruce Thomas, Mississippili bir kölenin oğlu olarak dünyaya gelir. İç savaş sonrasında başlayan kuzeye göç macerasında binlerce güneyli siyahi gibi iş bulma umuduyla kuzeye göçer. Amerika'nın altın çağının başladığı yıllarda yoğunlaşan ırkçılığın yarattığı olumsuz havadan kaçarak Londra'ya gider. Sonrasında Paris'te bir süre çalıştıktan sonra hiçbir siyahi Amerikalının yapamadığını başararak 1899 yılında Moskova'ya kapağı atar. Bir Rus'la evlenir ve Rus vatandaşı olur. O artık Fyodor Fyodorovitch Tomas'tır. Moskova'da çalıştığı restoran "Yar" neredeyse kıtanın en mükemmel mekanıdır. Çok çalışır ve sonunda kendi yerini açar. Moskova'daki mekanı bölgede ender görülen revülere ev sahipliği yapar, müthiş kalabalıklara sahne olur. Thomas kısa sürede çizgiyi aşar. Amerika'da hayal edemeyeceği servet ve şöhrete ulaşır. Fakat, bir anda hiç beklenmedik olaylarla sarsılmaya başlar. Siyaset ve devrim Rusya'yı altüst etmeye başlamıştır. 1917 yılına gelindiğinde Moskova'da artık herkesin alacağı yer belli olmuştur. Thomas sonunda Beyaz ordunun yolunu izler ve aynı yılın Ağustos ayında Odesa'ya kaçar. 1919 yılına kadar orada kalır. Sonunda diğerleri ile birlikte soluğu İstanbul'da alacaktır. 


Frederick Bruce Thomas

Thomas'ın İstanbul'a gelişinde kendisini tanımlamada sorun yaşar. Kaydı yapılırken kendisini Amerikalı olarak tanıtır. Pasaportunda Beyaz Rus olduğu yazılıdır. Amerikalılar siyahi bir Rus vatandaşını tanımazlıktan gelirler. Kısa bir süre sonra kendini tekrar bulur ve bu güzel şehirde büyük işler yapabileceğini düşünür. Büyük hayaller kurar. İş için gittiği Pera'da karşılaştığı Bertha Proctor ile tanışıp, aşık olan Frederick, Bertha ile birlikte Şişli'de tramvay yolu üzerinde, önce "Anglo-American Villa and Garden", "Bertha's" ve sonunda "Stella" adını verdikleri yeni bir mekanı hizmete açarlar. Stella kısa sürede Müttefik Kuvvetler İşgal Gücü subaylarının en gözde mekanlarından biri haline gelir.

Yar restoranın iç mekanı

İşler birden büyüyünce 1921 yılının sonbaharında Sıraselviler üzerinde ve Pera Palas yakınlarında Moskova'daki eski mekanının ismini verdiği, İstanbul'un en gözde meydanı Taksim'i de çağrıştıran dans ve yemek kulübü, "Maksim"i açar. Bir süre İstanbul'da yaşayan yazar Willy Sperco'nun ifadesiyle Maxim, İstanbul'un en gözde yeri olmakla kalmayıp, bir şekilde İstanbul'dan geçen neredeyse bütün yabancıların uğradığı eğlence yeri haline gelmiştir. Maxim başından itibaren eski Rus soylularının ve amatör bohemlerin müdavimi olduğu bir yerdir. Tütün ve içkinin bol miktarda tüketildiği ve sahnede siyahi cazın en iyisinin yapıldığı, Paris tarzı yaşamı izleyen İstanbul'u peşine takan bir keyif mekanı olmuştur. 

Frederick Thomas, ikinci eşi, ilk eşinden çocukları ve iş ortakları, 1913

Thomas müşterilerinin kimliğine göre şapka değiştirir. Amerikalı turistler geldiğinde kafasına fes takar, koro kızlarına şalvar giydirir. Ziyaretçilere kendilerini haremde hissetmeleri için her şeyi yapar. Şov bittiğinde ev sahibi olarak misafirlerini eğilerek uğurlar, kapıya kadar giderek "İyi akşamlar Efendi" der.

Yıllar geçtikçe Thomas'ın taklitçileri ve rakipleri artar. Yeni hizmet yöntemleri ile müşterileri başka mekanlara cezbedilir. "Rose Noire", "the Turquoise", "Karpich's" ve "Kit-Kat" en önemli rakipleri olmuştur. Dahası, en büyük müşterisi Rus aristokratlar yavaş, yavaş İstanbul'u terk etmeye başlamıştır. Thomas işleri toparlamaya çalışır, çok borçlanır. Sonunda büyük borç yükünün altından kalkamaz. Alacaklıları kapıya dayanır ve iflasını isterler. 22 Aralık 1927 günü Sultanahmet Cezaevine kapatılan Thomas hapiste iken alacaklıları Maxim'e el koyarlar. 1928 yılında hapiste iken ağır hastalanır, kaldırıldığı hastanede yalnız başına ölür. 55 yaşına kadar sürdürdüğü renkli ve macera dolu yaşantısı sessiz bir şekilde sona ermiştir. Onu Feriköy'deki Latin Mezarlığına defneden arkadaşları, mezar taşı için para vermediklerinden isimsiz olarak gömülmüştür.

New York Times'te ölümü ertesinde yayımlanan bir makalede "Savaş sonrası dünyada caz dönemi başladı. Ve Frederick Thomas kozmopolitan İstanbul'un bu akımın gerisinde kalmadığını bizlere gösterdi" şeklinde bir yazı yazar. Gazete onu "Cazın Sultanı" olarak ilan ederek adeta ödüllendirir.

Maxim'in kabaresinin reklamı, 1915


Kaynakça

  1. MIDNIGHT at the PERA PALACE-The Birth of Modern Istanbul- Charles KING
  2. A PEOPLE'S TRAGEDY-The Russian Revolution,1891-1924-Orlando FIGES
  3. 17 ADIMDA BİR DEVRİN EĞLENCE MABEDİ MAKSİM GAZİNOSU- Emel GÜRCAN
  4. AN AFRICAN AMERICAN IN IMPERIAL RUSSIA:THE STORY OF FREDERIC BRUCE THOMAS- by VLADIMIR ALEXANDROV (https://blog.oup.com/)
  5. (http://www.t-vine.com)

Yazarın Diğer Yazıları

Bize mutluluğun GNP'sini hesaplayabilir misin, Kuznets?

Birçok sorunun dikkate alınmadığı milli gelir hesaplamaları ve bu değerlere göre karar veren yöneticiler -mali analistler- şirketler bizleri hâlâ yanlış yönetip, yönlendirmeye devam ediyorlar...

On dokuzuncu yüzyılda Kırım, Kazan ve Türkistan'da aydınlanma: "Cedidçiler"

"Tarih bir intihar notu değil, hayatta kalmamızı sağlayan uyarı kaynağıdır." Jeanette Winterson

Sapere Aude; "öğrenmeye cesaret et"

Filozof Immanuel Kant aydınlanmayı "insanın doğasında olan olgunlaşmamış halinden kurtulması, aklını baskı altında kalmadan kullanabilmesi" şeklinde tanımlar. Aydınlanma, matbaanın icadından sonra insanların "baskılayıcı devlet ve dine, muhafazakar toplum yapısına, batıl inanışlara, zulüm ve adaletsizliğe karşı akıl, hoşgörü ve eşitlik gibi düşüncelerle bayrak açtığı bir akım" olarak ortaya çıkar