26 Nisan 2020

Amerika'nın ilk savaşı: İlk düşman Yusuf Karamanlı Paşa

Amerikan donanmasının Akdeniz'e ilk inişinin ve ABD'nin ilk marşı Deniz Kuvvetleri Marşı'nın Osmanlı'ya uzanan hikâyesi…

Amerika’nın en eski marşı Deniz Kuvvetleri’nin Marines’ Hymn - Denizciler Marşı’dır. Marşta yer alan ve “Trablus sahillerine doğru…” sözleri ile başlayan dizeler, 18. yüzyıl başlarında halk arasında çok popülerdir. Amerika’nın yaptığı ilk resmi savaşı, Birinci Berberi Savaşı’nı anlatır. Teğmen Presley O’Bannon’ın Amerikan bayrağını Derne’de burçlara diktiği tarihlerde, bu ifadeler denizcilerin bayrağına zafer işareti olarak işlenmiştir. Montezuma’dan, Trablus sahillerine doğru…”

1776 Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya ülkeler ailesine katıldığı yıldır. Bağımsızlık savaşını kazanan Birleşik Devletler yeni Başkanı George Washington’un tek hedefi vardır. Ülkesinin hiçbir devletle herhangi bir çatışma ve sorun yaşamadan varlığını sürdürmesi. Temel amaç bir çeşit izolasyon olmasına rağmen, savaş sonrası yaşanan mali sıkıntılar, ülkenin tek gelir kaynağı dış ticaret için yeni atılımlar yapılmasını ve mevcut pazarlar geliştirilmesini zorunlu kılar. Ticarette hedef Akdeniz’deki Güney Avrupa ülkeleridir. Thomas Jefferson’a göre New England eyaletinin toplam kurutulmuş morina balığı ihracatının dörtte biri ile tahıl ihracatının altıda biri Atlantik Okyanusu’nu aşarak Akdeniz’deki ülkelere gitmektedir. Sadece bu eyaletin ticaret gemilerinde yaklaşık bin kişi çalışmaktadır. İlerde ABD’nin ikinci Başkanı olacak John Adams’a göre bu rakamların iki katına ulaşabilmesi, çok önemli bir sorunun çözülmesine bağlıdır. Akdeniz’de Amerikan ticaret gemilerine aman vermeyen korsan saldırılarına son vermek ve Berberi devletlerle barış anlaşmaları imzalamak. Literatürde bazen Osmanlı Korsanları veya Berberi Korsanlar olarak da ifade edilen korsanlık faaliyeti Kuzey Afrika’da Tunus, Trablus, Cezayir, kısmen de Fas sahillerini kapsayacak şekilde sürmektedir. Osmanlı korsanlarının İzlanda’ya kadar ulaşarak ünlerini Kuzey Denizi’ne kadar taşıdıkları söylenir.

Koloni olduğu günlerde Amerikan ticaret gemileri İngiliz bayrağı altında dünyanın her yerinde serbestçe ticaret yaparlar. O tarihlerde, Akdeniz’de ticaret yapan tüm ülkeler, denizlerde kol gezen korsan saldırılarına karşı bir çeşit sigorta sistemi geliştirirler. Trablus, Cezayir, Tunus ve Fas merkezli deniz korsanlarına yüklü miktarda yıllık haraç ödeyerek. Ticaret gemileri bu şekilde korkusuzca yollarına devam ederek faaliyetlerini sürdürürler.

Amerika’nın bağımsızlık sonrasında ciddi bir sorunu vardır. İngiliz bayrağı taşıma imkânı olmayan ticaret gemileri, korsanlar tarafından talan edilmekte, tayfalar ve kaptanlar tutsak alınmaktadır. Başlangıçta Amerikan hükümeti Kuzey Afrikalı korsanlara haraç ödeme konusunu kabul eder. Ancak talep edilen ve yüzbinlerce dolarla ifade edilen rakamlar, Bağımsızlık Savaşı sırasında ciddi borç yükü altına giren hükümetin mali gücünün çok üzerindedir.

Tam o sıralarda, sıcak bir temmuz günü, Portekiz açıklarında Kaptan Richard O’Brien’in Douphin gemisi korsanlarca ele geçirilir. Aynı tarihlerde yine bir Amerikan gemisi, Maria korsanlarca alıkonulur. Korsanlar Cezayir Limanı’na geldiklerinde gemi mürettebatını soyup, zincirledikten sonra tek bir örtü ile tutsak sistemlerine dahil ederler. Gün doğumundan gece geç saatlara kadar çalıştırılan tayfalara, kahvaltıda ve öğle yemeğinde kuru ekmek ve ortak kapta sirke verilirken, iyi günlerde ezilmiş zeytin günlük diyete dahil edilir. Kaptana, diğerlerine göre daha özel bir muamele vardır. Bu durumdan kurtulmanın üç yolu vardır; din değiştirip Müslümanlığı benimsemek, kaçmak veya fidye ödemek. Genelde kendilerine verilen örtü ile yıllarca sefil bir biçimde yaşamak zorunda kalırlar. Kaptan O’Brien tam on yıl tutsak kalır. O tarihlerde, Amerika henüz ilk başkanını seçmemiştir ama ilk düşmanına kavuşmuştur bile.


ABD'nin 'Kurucu babalar'ı

Londra’da ‘Türk gibi’ tüttürülen tütün

Tarihin cilvesi ilk Başkan George Washington’dan sonra ülkenin ikinci ve üçüncü başkanı olacak her iki isim de, bağımsızlığın ilk yıllarında ülkenin dış temsilcileri olarak görevlendirilirler. Eylül 1782 tarihinde eşini kaybeden Thomas Jefferson, XVI. Louis’in kral olduğu dönemde ülkesinin Fransa temsilciliğine atanır. İki küçük kızını teyzelerine bırakarak, ablaları Martha ile birlikte 1784 yazında yola çıkar. Fransa’ya geldikten sonra en büyük korkusu, Amerika’da kalan kızlarının yanına gelmesi ihtimalinde korsanların eline düşebilmeleri tehlikesidir.

George Washington’dan sonra Amerika’nın ikinci başkanı olan John Adams da ülkenin İngiltere temsilciliğine atanır.

1786 yılının Mart ayında Jefferson, Londra’ya giderek, daha sonraki yıllarda aralarında çok ciddi rekabet yaşayacağı, sevgili arkadaşı John Adams’ı ziyaret eder. John Adams, Grosvenor Meydanı’na bakan evinde arkadaşını büyük bir mutlulukla ağırlar. Aralarında görüşecekleri en önemli konu, Amerikan ticaret gemilerinin en büyük korkusu, korsanlarla nasıl bir anlaşma ortamı sağlanabileceğidir. Her ikisi de yetişmeleri itibari ile diplomatik konulara çok uzaktır. İngiliz hükümetine danıştıklarında alınan cevap çok kesindir. Amerika artık koloni değildir. Çözümü kendi bulmalıdır. Sigorta maliyetlerinin çok yüksek olması nedeniyle, bu konu asla gündeme gelmemiştir.


Thomas Jefferson ve John Adams

Adams, bu ziyaretten birkaç hafta önce, Londra’ya yeni gelen Trablus Elçisi Sidi Hacı Abdurrahman’ı ziyaret eder. Sidi unvanı Kuzey Afrika’nın belirli bölgelerinde “bey veya dayı” anlamına gelir. Adams, Hacı Abdurrahman’ı ziyareti sırasında kendisine çok sıcak davrandığını, kahvelerini beklerken, şömine başında uzun çubuklarla tütün içip, karşılıklı duman tüttürdüklerini, Jefferson’a yazar. John Adams’in tütün çubuğunu başarıyla kullanması, toplantıdaki Türk hizmetliyi çok etkiler. O’na yapılabilecek en büyük iltifatı yapar: “Efendim, siz Türk’sünüz.” Bu sıcak havayı değerlendiren Adams, Trablus’la iyi ilişkiler kurularak tutsak Amerikalıların dostluk ilişkisi ile kurtulabileceği düşüncesine kapılır.

Jefferson’ın ziyareti sırasında, ikili, rüzgârlı bir Londra sabahında Sidi Abdurrahman’la biraraya gelir. Trablus’luların İngilizce bilmemesi nedeniyle toplantı biraz Fransızca, biraz da İtalyanca devam eder. Sonuçta Sidi Abrurrahman teklifini açıklar. Kalıcı bir barış için 30 bin İngiliz Ginesi veya karşılığı 120 bin Amerikan Doları ister. Bu rakamın içinde alacağı yüzde 10 komisyon yoktur. Cezayir, Tunus ve Fas dahil olduğunda rakam uçuk seviyelere gelecektir. Amerikan Kongresi’nin vermeyi düşündüğü haraç, 80 bin Amerikan Doları, teklif edilen paranın ilk peşinatını karşılayacak kadar değildir.

Gelecek aylarda her iki arkadaş tutsak tayfalar ve gemiler için çok kafa yorarlar. Sonunda aralarında ciddi bir görüş ayrılığı belirir. Adams, pazarlık ve anlaşmadan yanadır. Jefferson ise barışın parayla satın alınamayacağı düşüncesindedir. Aradan beş koca yıl geçer. Her ikisi de görevde bulundukları sürece tutsakları kurtarmak için her yola başvururlar, Afrika’da çalışan gönüllü misyonerlerle irtibat kurarlar. Bu süre içinde, yüzlerce insan, çoluk çocuk gemilerle ele geçirilerek pazarlarda satılır, köle gibi çalıştırılarak kullanılır. Jefferson, bu işin ancak kurulacak kuvvetli bir donanma, deniz gücüyle çözümlenebileceği kanısındadır. Bu düşüncesini Amerika’ya her fırsatta iletir.

Thomas Jefferson Fransa’daki görevini tamamlayıp, Kasım 1789 tarihinde Amerika’ya döndüğünde, kendisini Norfolk sahillerinde şehrin Belediye Başkanı ve diğer yetkililer karşılayıp tebrik ederler. Aldığı haber kendisinde şok etkisi yaratır. Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk Dışişleri Bakanı olarak atanmıştır. Beş yıl gurbette olduğu dönemde Amerikan Anayasası yazılmış ve onaylanmış, George Washington 30 Nisan 1789 tarihinde ilk başkan olmuştur. Başkanın ilk icraatlarından biri, Jefferson’ı bu önemli göreve getirmek olur. Geçici başkent New York’ta yapılan 22 Mart 1790 tarihli ilk kabine toplantısında tutsaklar ve el konulan gemiler hakkında bilgi verilir. Bu durumun devam etmesi halinde Amerikan’ın güçsüz ekonomisinin çok büyük darbe alacağı konusundaki endişesini dile getiren Jefferson, ülkenin ticaret gemilerinin ancak kuvvetli bir donanma ile korunabileceğini ve ticaretin de ancak bu şekilde geliştirilebileceğini defalarca vurgular.

1793 yılına kadar hiçbir gelişme yaşanmaz. Ekim 1793’te dördü firkateyn olmak üzere 8 gemi ve mürettebatı Cezayir’li korsanlar tarafından ele geçirilir. Sonunda Başkan Washington’un emriyle 6 adet firkateyn’in inşası veya satın alınmasına karar verilir. Bu karardan tam üç yıl sonra ilk gemiler denize indirilir. Aynı yıl Jefferson emekliye ayrılmıştır. Monticello’daki çiftliğine çekilir. Takip eden günlerde karşı çıktığı çözüm olan, haraç ödenerek barışın sağlanması politikasını üzülerek izler. Kuvvetli bir donanmanın yüksek maliyetine rağmen, uzun dönemde sağlayabileceği fayda gözardı edilmiştir.

Amerika adına barış görüşmelerini yürüten Berberi devletler nezdinde Genel Konsolos Joel Barlow sonunda yaptığı pazarlıkla 85 denizcinin kurtulmasını sağlar. Bu arada Tunus, Fas ve Trablus’la haraç karşılığı yapılan anlaşmalar tamamdır. Ancak iş bitmemiştir. Esas büyük tehlike, Trablus Beyi Yusuf Karamanlı Paşa (Amerikalı yazarlar Bashaw şeklinde kullanıyorlar) daha devreye girmemiştir. Yusuf çok zalim, acımasız ve güvenilmezdir. Tahta çıkmak için bir kardeşini öldürmüş, diğerini, Ahmet Karamanlı’yı, ailesini tutsak alarak sürgüne göndermiştir. Çok kısa süre içinde gerçek kimliğini Amerikalılara gösterecektir.

Konsolos Barlow’un görevini tamamlamasından sonra Berberi devletlere yeni konsolos olarak üç isim gönderilir. Richard O’Brien tüm ülkeler nezdinde Genel Konsolos olarak görev yapacaktır. Eski tutsak James Leander Cathcard Trablus, William Eaton ise Tunus Konsolosu olarak görevlendirilirler.


USS George Washington

USS George Washington İstanbul’a zorla gönderiliyor

Olayların en heyecanlı bölümü şimdi başlayacaktır. Yapılan anlaşmalara paralel olarak ‘Bey’lerin beklediği haraçlar yoldadır, ancak gemiler daha gelmeden Cezayir Beyi Amerikan Dışişleri’ne nota verir. Haracın eksiksiz ve gecikmeden gelmesi gerektiğini bildirir.

William Bainbridgein komutasındaki USS George Washington, Amerika’nın ilk başkanının adını taşıyan gemi olarak ayrı bir şöhrete sahiptir. Kaptanın görevi, sağlanan barış koşullarına göre emaneti yerine teslim etmektir. Cezayir sularına yaklaştığında, liman başkanı teamüle uygun olarak gemiye çıkar. Amerikalı kaptan geminin rotasını ona emanet eder. Karaya çıkan kaptan, konsolos ve arkadaşlarıyla hasret giderir.

Ertesi gün tayfalar yükü keyifle boşaltırken, daha sonra kopacak gerginlikten henüz haberdar olmamıştır. Cezayir Beyi Baba Mustafa, USS George Washington gemisi ve mürettebatına unutamayacakları bir sürpriz yapmak üzeredir.

Sabah erkenden, Kaptan Bainbridge ve Konsolos O’Brien, Cezayirli Liman Başkanı birlikte ziyaret ettiklerinde kendilerini karşılayan yaşlı Cezayir Beyi Baba Mustafa hiddetle bağırır: “Alacağımın tamamını verin… Bu şekilde davranırsanız benim tutsağım olursunuz ve dediklerimi yerine getirmek zorunda kalırsınız.”

Yeni talimat çok ağırdır. Amerikan donanmasının en şöhretli gemisi USS George Washington, sanki bir yük gemisi gibi, Padişahın payı dahil emanetleri İstanbul’a götürecektir. Yapılan hiçbir itirazı kabul etmez. Verilen görev Amerikan donanması için çok aşağılayıcıdır. Üstelik geminin adı USS George Washington’dur.

Kaptan Bainbridge daha sonraları Cezayirlilere gemisini emanet ederek kendisinin ağır kusurlu olduğunu kabul eder. Uzun süre vicdan azabı çeker. Liman Başkanı gemiyi doğrudan Cezayir topçusunun tam hedefi olacak şekilde demirlemiştir. Amerikalıların bir şekilde gemiye binip kaçmaları mümkün değildir.

220 mürettebatı taşıyacak şekilde tasarlanan USS George Washington gemisi bir elçi, 100 gemici ve 100 köle Afrikalıyla yola çıkacaktır. Bey’in Padişaha göndereceği 4 at, 25 sığır, 150 koyun, 4 aslan, 4 kaplan, 4 Antilop ve 12 papağan da yolcular arasındadır. Savaş gemisi adeta yüzen hayvanat bahçesine dönüşecektir. Dahası, Amerikan bayrağı indirilerek, yerine Cezayir bayrağı çekilecektir. İstanbul’a seyahat 23 gün sürecektir. Seyahatin en zor tarafı, her namaz vaktinde geminin yönünün Mekke istikametine çevrilmesidir. Bu talep geminin seyrini oldukça zor bir duruma sokar.

Gemi Amerika’ya döndüğünde, haberi alan Amerikan basını kaptan ve ekibini topa tutar. Bu defa, donanma konusunda çok ısrarlı olan Jefferson’un haklılığı ortaya iyice çıkmıştır.

Thomas Jefferson: Amerika’nın üçüncü başkanı

Baba Mustafa’nın Amerikalı denizcilere posta atarak, aşağıladığı günlerde, başka bir Akdenizli korsan beyi Yusuf Karamanlı Paşa’nın Trablus’tan gönderdiği tehdit ses getirecektir. “6 ay içinde Başkanınızdan (genelde Amerikan Prensi ifadesi kullanılıyor) cevap bekleyeceğim. Gelmezse Amerika Birleşik Devletleri’ne savaş ilan edeceğim.”

Amerika’da 1801 yılının ilk aylarında yeni ulusun birliğini bile sarsabilecek bir başkanlık yarışı olur. Thomas Jefferson çok eski dostu, bir önceki Başkan John Adams’ı zor bir yarışta yenerek ülkenin üçüncü başkanı olur. 4 Mart 1801 tarihindeki yemin törenine seçim sonucuna çok içerleyen Adams katılmaz.

Jefferson, uzun yıllardır savunduğu güçlü donanma projesini her vesile ile engelleyen Adams’a çok kırgındır. Başkan olunca ilk işi Berberi devletlerle olan son anlaşmaları gözden geçirmek olur. 1800 yılında imzalanan son anlaşma yıllık 20 bin dolar haraç ödenmesini öngörmektedir. Tunus Konsolosu artan haraç taleplerine artık silahla karşılık vermenin zamanı geldiğini hükümete iletmiştir.

Bu arada, Jefferson’ın başkan olduktan sonra, kendi kabinesinden bile savaş yetkisi almaya gücü yoktur. Birkaç bakan dışında, kabine üyeleri donanmanın güç kullanması için çok zor bir süreç olan Kongre’nin onayının alınmasını önerirler. Jefferson kıvrak bir politika izler. Donanmayı Akdeniz’e gönderecektir. Gemiler barış amaçlı gidecek, ancak kendilerine saldırı durumu olduğunda ateşle karşılık vereceklerdir.

Yusuf Karamanlı Paşa’nın Amerikan Başkanı’na attığı posta ve tehdit 6 ay içinde cevap bulamazsa Konsolos James Cathcart oldukça zor bir durumda kalacaktır. Altı ay bitmiş ve cevap gelmemiştir. Cezayir Beyi’nin bile Amerikalılardan daha çok haraç aldığını iddia eden Yusuf Paşa miktarı 225 bin dolara çıkarır. Hatta daha da ileri giderek George Washington’ın ölümü nedeniyle alacağı miktara 10 bin dolar daha eklenmesini ister. Cevap yine gelmeyince, Trablus askerleri Amerikan Konsolosluğu’nu basar. Konsolos, Danimarka Konsolosu Nicholas Nissen’e işlerini havale ederek, eşi ve küçük kızıyla birlikte denize açılır. Üç gün sonra Malta’ya ulaşan aile, mevcut durumu Amerika’ya posta ile hemen iletir. Cathcard Amerika’da seçim olduğundan ve Jefferson’ın seçimi kazandığından habersizdir.

Bütün bu gelişmelerden sonra, Başkan Jefferson’ın mücadelesi sonunda ses getirir. Yeni tasarım dört gemi Akdeniz’e doğru yola çıkar. President, The Philadelphia, Essex ve daha küçük bir gemi Enterprise. Donanmanın ilk uğrak yeri İngiliz limanı Cebelitarık olur. Amerikalılar limanda daha önceki ismi Betsey olan gemiyi hemen tanırlar. Geminin kaptanı Murat Reis aslen İskoçya Perth doğumlu Peter Lisle’dir. Yıllar önce İslamiyeti seçerek Trablus’a yerleşmiş, Yusuf Karamanlı Paşa’nın kızıyla evlenmiştir. Amerikan gemisinin ismi de “Mesude” olarak değiştirilmiştir. 

Amerikalıların her ihtimale karşı bloke altına aldıkları Murat Reis Cebelitarık’ta mahsur kalır. Diğer gemiler Berberi devletlere doğru yola çıkarlar. Fas’ı ziyaret ettikten hemen sonra Trablus’a gelirler. Trablus’ta İsveç Kraliyet Donanması’nın kısmi liman ablukası dikkatlerini çeker. Heyet Başkanı Dale, Yusuf Karamanlı Paşa’ya 25 Haziran 1801 tarihinde limandan bir nota gönderir. Paşanın Amerika ile savaş halinde olup, olmadığını sorgular. Paşa uzun bir süre düşündükten sonra, söylediklerini inkâr etmeyi tercih eder; böyle bir niyeti olmadığını ve yanlış anlaşıldığını söyleyerek, konuya açıklık getirir. Başta Mesude gemisi olmak üzere savaş gemileri limanda olmayan Paşa faka basmıştır. Jefferson’ın donanma gücünü gösterir politikası nihayet meyvelerini vermeye başlamıştır.

19. yüzyıl model CIA operasyonu

Akdeniz’deki filonun başarılı faaliyetleri Başkan Jefferson’u cesaretlendirir. Donanmanın güçlendirilmesi için bütün gücünü kullanır. Bu arada Konsolos William Eaton günümüzdeki CIA operasyonlarına taş çıkaracak bir projeyi hükümete sunar: Berberi devletlerin en sorunlusu Yusuf Karamanlı Paşa’yı askeri bir darbe ile devirme planı.

Yusuf Karamanlı Paşa’yı devirme planı Eaton’un tasarladığı çok ilginç bir projedir. Konsolos William Eaton, planını Yusuf Paşanın kardeşi ve tahtın gerçek varisi Ahmet Karamanlıyı kullanarak gerçekleştirecektir. 

Amerika’nın Berberi Devletler Genel Konsolosu Tobias Lear’in şüpheleri dışında Trablus’ta darbe girişimi projesi yönetimden onay alır. Eaton Kasım 1804 tarihinde USS Argus gemisiyle Mısır’a hareket eder. Küçük ordusunda iki deniz asteğmeni ve sekiz denizci vardır. Ahmet Karamanlı’yı bulabilirse ona sadık askerleri ile Trablus’a kara savaşına kalkışabilecektir. İlk temaslarında Sidi Ahmet Karamanlı’nın izine rastlayamaz. İskenderiye’ye geldiğinde Mısır’da, toplumda garip bir parçalanma olduğunu sezerler:

Yönetiminde bir Arnavut’un olduğu Türkler ile Orta Çağ’dan beri kültürel varlıklarını koruyan yine Türk-Kafkas kökenliler.

Eaton, Nil boyunca Mısır içlerine doğru ilerler. Sonunda Mısır’lı Vali Ahmet Hurşit ile tanışır. Ahmet Hurşit, yeni dünyadan gelen Eaton’u merakla sorgular. Amerikalı bir subayın Mısır’da olması ilgisini çekmiştir. Vali’nin desteğiyle Ahmet Karamanlı sonunda bulunur. 1795 yılında hakkı olan beyliği ağabeyi Yusuf’a kaptıran Ahmet, eşi ve çocuklarının rehin olması nedeniyle endişe içindedir. Eaton, Ahmet Karamanlı ile sonunda anlaşma yapar. Trablus Beyi olursa, The Philadelphia’nın tutsak mürettebatı dahil tüm tutsakları serbest bırakacak, Amerika ile ilelebet dost olacaktır.

Sonunda Amerikalı denizcilerin tarihi Derne yürüyüşü 6 Mart 1805 tarihinde başlar. 400 silahlı asker İskenderiye’den Trablus’a doğru yürüyüşe geçerler. Sidi Ahmet 90 kadar Trablus’luyu kendi yanına çekmeyi başarmıştır. Diğerleri parayla kiralanmış işsiz güçsüz Arap ve Rumlardır. Eaton kendini ordunun generali olarak ilan eder. Yolda yemek sıkıntısı ve para vaatlerinin yerine getirilmemesinden kaynaklanan isyanlar ve sorunlar binbir güçlükle aşılır. Ordu tüm sahil şeridini izleyerek Derne’ye varır. Amerikan gemilerinin silah ve bombalama desteği altında tarihi Derne Savaşı başlar. Savaşın en şiddetli bölümünde Eaton yaralanır. Komutanlığı alan Teğmen O’Bannon Amerikan tarihine geçen atağı yapar ve tarihte ilk defa yabancı bir toprakta Amerikan bayrağını kalenin burcuna diker. Derne zaferi Trablus Paşası Yusuf Karamanlı’yı çok tedirgin eder. Ancak onun imdadına bir Amerikalı yetişir. Eaton’un operasyonuna başından beri karşı olan, bu başarıyı şiddetle kıskanan Genel Konsolos Tobias Lear, Yusuf Paşa’ya acil haber göndererek haraç rakamını düşürmesini önerir. 60 bin doları kabul etmesi ve tutsakları serbest bırakması halinde barış ilan edebileceğini söyler.

Derne yenilgisinden sonra sıkışan Yusuf Paşa, Lear’ın teklifini tereddütsüz kabul eder. Amerikalı tutsaklar serbest bırakılır. Barış ilan edilir.

Diğer tarafta, Derne operasyonunu başarıyla yürüten Eaton bu haberi duyunca şok geçirir. Kendisine güvenerek bütün Akdeniz sahilini geçen, asker toplayan ve savaşan Sidi Ahmet Karamanlı’nın gözünde çok küçük duruma düşer. Sefere katılanlar da, Trablus’u almanın heyecanını yaşarken, aynı hayal kırıklığı içinde Derne’den ayrılırlar.


Derne

Nihayet barış

Berberi devletlerle yapılan 6 Eylül 1806 tarihli barış Jefferson için bir zaferdir. The National Intelligencer “Tutsak askerlerimiz ülkemizin gururunu kurtardı” şeklinde başlık atar. Savaşa katılan tüm askerler Kongre onayıyla istisnasız terfi ettirilerek ödüllendirilir.

Amerikan Kongresi Eaton’un raporlarına dayanarak Sidi Ahmet Karamanlı’yı eşi ve çocukları ile biraraya getirir, aileye parasal destek sağlar. Ahmet, Mısır’da 1811 tarihinde sürgünde ölür. Yusuf Karamanlı, Trablus’u 1832 tarihine kadar yönetir. Eaton’a büyük zarar vererek, operasyonun ve sürecin şeklini değiştiren Genel Konsolos Tobias Lear 1816 tarihinde bilinmeyen bir nedenle beylik tabancası ile intihar eder.

İngiltere’nin Amerika’nin içlerine girdiği, hatta Beyaz Saray’a kadar ulaşıp, bir kısmını yakmayı başarabildiği 1812 Savaşı Amerikalıları bir süre için tekrar Akdeniz ticaretinden mahrum bırakır. Bu savaşta, İngiliz donanmasının blokajıyla Amerikan donanması ve ticaret gemileri Akdeniz’den uzunca bir süre mahrum kalırlar. Durumu Amerika’nın zayıfladığına yoran Cezayirli korsanlar fırsat bulup, Amerika’ya tekrar savaş açarlar. Bu defa on gemiden oluşan bir filoyla Akdeniz’e gelen Amerikalılar, bölgeyi iyi bilen kaptanlar Stephen Decatur ve William Bainbridge’in komutasında (Temmuz 1815) yaptıkları saldırıda, çok sayıda gemilerini ele geçirerek Cezayir’i son barışa zorlarlar. Bu tarihten sonra Akdeniz’de korsanlık faaliyetleri neredeyse sona erer.

Amerika Birleşik Devletleri’nin üçüncü başkanı ve Akdeniz’de korsanlarla barışı tesis eden Thomas Jefferson emeklilik günlerini Monticello’da geçirir. 1826 yılı Temmuz başlarında ağır hastalanır. Bağımsızlığın ellinci yılının kutlanacağı 4 Temmuz günü son nefesini verir. Tam beş saat sonra, 600 mil uzaklıkta, Massachusetts’deki çiftliğindeki hasta yatağında, sağlığında Jefferson’la siyasi mücadelesini kıran kırana sürdüren John Adams da yine ellinci yıl dönümüne denk gelen gün hayata veda eder.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, Denizcilerin Trablus sahilleri ile başlayan marşı Marines’ Hymn, korsanlarla yapılan savaşı ülkenin tarihine işlemiştir. Dahası, Derne Kara Savaşı’nda sembolleşen Memlük Kılıcı Deniz Kuvvetleri’nin üniformasına 1825 yılında eklenerek tarihi semboller arasında yerini almıştır.


Yararlanılan kaynaklar

  • Thomas Jefferson and the Tripoli Pirates, Brian Kilmeade & Don Yaeger,
  • Barbary Wars, Wikipedia
  • The Young U.S. Navy Battled North African Pirates, Robert Mc Namara

Yazarın Diğer Yazıları

Tarih tesadüfleri sever (II): Mehmed Memduh Paşa'nın Anılarında 31 Mart 1908 Olayı ve İkinci Meşrutiyet

Tarih tekrarları olduğu kadar, tesadüfleri de sever. Geçmişte yaşanan acı ve tatlı olayların aydınlattığı gerçekler unutulmaz, hatırda kalırsa bizleri, hepimizi hata yapmaktan alıkoyar. Tekrarlanan olaylar iyi olanlarla devam eder ve tarih güzel olaylara tesadüf eder

Bize mutluluğun GNP'sini hesaplayabilir misin, Kuznets?

Birçok sorunun dikkate alınmadığı milli gelir hesaplamaları ve bu değerlere göre karar veren yöneticiler -mali analistler- şirketler bizleri hâlâ yanlış yönetip, yönlendirmeye devam ediyorlar...

On dokuzuncu yüzyılda Kırım, Kazan ve Türkistan'da aydınlanma: "Cedidçiler"

"Tarih bir intihar notu değil, hayatta kalmamızı sağlayan uyarı kaynağıdır." Jeanette Winterson