01 Haziran 2018

Mavi en sevdiğimiz renkti...

Siz büyüdükçe ardında bıraktıklarınız küçülür mü? 

Neriman'a,
Şimdi neredeyse...

"Bazen tek seçenek doğru olmayandır..."
Memlekette "dış düşman" faslında da tartışma konusu edilebilen La Casa de Papel dizisini, penceresi kapısına bahar dayanmış gıpgri bir Ankara'ya bakan o hastane odasında izlerken not almıştım bu cümleyi. 

Yaşam destek cihazları, serumlar, kateterler, yorgun bir yüreğin yine de süreğen lisanını haber veren mütemadi dıt dıt'lar arasında biteviye mekik dokuyan hemşireler; hastalığın çetin yokuşlarında sözlerinde hikmet, gözlerinde deva aranan hekimler ve elbette evlatları refakatinde 80. baharında hayat denen mucizeye tutunmaya çalışan bir annenin yanı başındaki çocukluğun hâl tercümesinden midir... Yoksa, hayatın elbette, ama ölümün de çocukları olduğumuzu unutmayan aklın o sırada açılıveren çekmecelerinden bir fısıltı mıdır, bilmiyorum; ama "son"dan başka bir yolu olmayan hayatı düşündürdü bana o birkaç kelime. Artık yaşanamayan bir hayatı, o kısalmış soluklardan da teslim alan ölümün, sulh lisanı gibi de yürürlüğe giren şaşmaz edasını:
"Bazen tek seçenek doğru olmayandır..."

Yaşlanmak, tesadüflere de hasret tenha mı tenha bir düzlük müdür?.. 
Mina Urgan -Atatürk'ten Troçki'ye, Falih Rıfkı'dan Halide Edip'e, Abidin Dino'dan Ahmet Haşim'e, Sait Faik'ten Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet'e ne çok hayatın tanığı bir hayat- yazmıştı, yaşlılıkta gecelerin zor geçtiğini. Edebiyattan sanata, akademiden siyasete sek sek oynayan lunapark gibi bir hayat da, sonunda, o hiçbir zilin çalmadığı ıssız gecelere hesap veriyor işte. 

Peki, zillerin susmadığı, başka hayatlara artakalmayan sözüm ona o meşgul mü meşgul çağlarımızda ne yapıyoruz acaba, nerelerde kayboluyoruz?

Seni her aradığımda farklı bir kadın cevap veriyor. Ama hâlâ daha seni seven birinin sesini duyamadım. Ben anlarım. Yine de seni yerleşip durulmuş ve birine âşık olarak görmek isterim. Ama senin için hayat orada; burada sadece hayaletler var. Unut gitsin Toto.

Giuseppe Tornatore şahanesi Cinema Parodiso’da (Cennet Sineması), annesi, bütün bir hayatını peşine taktığı sinema tutkusunun kahramanı olan makinist Alfredo’nun cenazesine katılmak üzere 30 yıl sonra Sicilya'daki evine dönen Salvatore’sine söyler bunları.
Toto” şöhretli bir yönetmen olarak büyümüş de büyümüş, çoktan “Salvotore” olmuştur. Ama annesi “Toto” der. Çünkü annelik bitmez. Ve anneliğin hüküm sürdüğü yollarda ömür bitse de çocukluk bitmez.

Akdeniz'le başlar Cinema Parodiso, Sicilya'yı avucuna almış masmavi bir Akdeniz'le. O deniz öpücüğü mavi, bir kadının gözlerinde beter olur. Alfredo, öyle der Toto'ya; en beteri mavi gözlülerdir. 
Ama Toto, gençliğiyle köpüklenen hayallerinin peşinde mavi gözlü Elena'ya âşık olacaktır. Aşkı, kavuşamayarak da aşk olacaktır.

Tutkunun, aşkın, arkadaşlığın, değişimin, gitmek zorunda oluşların, dönüşlerin, dönemeyişlerin filmidir Cinema Parodiso. Her seçimin bir sonucu olduğunun, seçmeyerek seçişlerin nelere mal olduğunun filmidir, Akdenizli hayatın filmidir. Ve anneliğin de, hayat koşusunda geride bırakılanların arasında bilgece işaretlendiği bir film.

30 yıldır ziyaret etmediği annesinin telefonla bile ulaşmakta zorluk çektiği bir oğuldur Toto. Filmin başında Akdeniz'den sonra kadraja giren annesi, Alfredo'nun ölümünü haber vermek için aradığında da ulaşamayacaktır Toto'ya. Toto, hayatın çırağı her çocuk gibi annesine meşguldür. "Sarılmanın telafisi olmadığını" bilmeyen her çocuk gibi, uzak.

Siz büyüdükçe ardında bıraktıklarınız küçülür mü? 
Yaşamın hangi kıyısı hayatınız zamandan demir aldıkça büyür; uzaklaştığınız kıyılar mı, yaklaştıklarınız mı?

Ve hayatın dip akıntılarında seyretse de, hiçbir zaman silinemeyecek köklerden uzaklaştıkça olacağımızı sandığımız şey midir büyümek?

Alfredo der ki Toto'ya:
"Terk et burayı... Devamlı burada yaşayınca, dünyanın merkezi olduğunu zannediyorsun. Hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanıyorsun. Sonra gidiyorsun; bir yıl, iki yıl. Geri döndüğün zaman her şey değişmiş oluyor. Çark kırılmış, bulmaya geldiğin gitmiş, senin olan kayıp..."

Kimi gidemeyişler, bütün bir ömür içinizde havlayan bir "keşke" olur. Ve kimi gidişlerin de kayıplarını dönüşlerde anlarsınız. Ne gidişsiz hayal olur, ne kayıpsız dönüş. Bunun da filmidir Cinema Parodiso.

Hayat, yaşamaya mahkûm ediyor insanı. Bazen yenilmemişsindir de henüz yenmemişsindir, aradaki mesafe 'umut'tur. Ve anne en büyük 'umut'tur, artakalan ne varsa gerçek.

Ömür salıncağının sarkacında yaşamanın tuhaf tadını alabildiğine düşündüren o hastane odasında, geride bırakılmış bir anneliğin merceğinden Cinema Parodiso'yu da düşünürken Merve hemşire giriyor odaya; "Mavi kod" diyor, "Mavi kod..."

Evlat, anneliğin en çetin, en soylu sınavıysa altı defa hayat birincisi, hayat bilgicisi, savaşkan, tertemiz, sobalı gecelerimizin komik ve oyunbaz masalcısı "mavi kod"la hayat burcundan çıkıp gidiyor.

La Casa de Papel'in şahane haydutları, ölümle saklambaç oynarken üzerinde güneş batmayan o şarkıyla dans ediyor; Ciao Bella, hoşçakal güzelim...
Her zor zamanımızın gözü pek Akdeniz'i, Cennet Sineması'nda şimdi.
Mavi en sevdiğimiz renkti...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?