19 Temmuz 2020

Ülkemizin, halk sağlığı alanında yüz kızartan eksiği: Psikologların bitmek bilmeyen çilesi

Ne meslek yasamız var, ne koçlardan, şifacılardan ve sahte psikologlardan başımızı kaldırabiliyoruz...

Mesleğimizi hakkıyla yapabilmek için kendimizi bir ömür eğitimlere, öğrenmelere adıyoruz. Ne devlet desteğimiz var sonunda, ne halk mesleği tanıyor, sayıyor. "Olsun, bütün çilesini çekeriz, nasılsa gelişir", diyoruz yıllardır, geliştirmeye gayret ediyor, emek veriyoruz. Mesleğin kendisinin meşakkatini hiç söylemiyorum, o bizde.

Yetmiyor, bir de şimdi "açık öğretimle psikolog olur" diyorlar! Olmaz. Çünkü olamaz.

Başını bilimden uzak diyarlara, dünyada yıllardan beri sürdürülen örnek sistemlerden ta öte taraflara çevirenlerin eseri bu! Bu kararı alanların, halkın psikolojik sağlığını önemsediğini nasıl düşünebiliriz artık? Eninde sonunda bir gün hepimizin ihtiyacı oluyor ruh sağlığı uzmanlarına, kendimizin, yakınımızın, çoluk çocuğumuzun, biliyoruz, biliyorsunuz. O zaman da iyi bir psikolog arıyoruz. İyi bir psikolog aradığınızda bu satırları hatırlayın lütfen.

Şimdi geniş bir açıdan, biraz geriye doğru bakınca, totalitarizmin yıllardan beri bize bu ve benzeri çileleri çektirmeye zaten nasıl alışkın olduklarını, gelin bu yazıda birlikte görelim.

Katledilmiş terimlerimiz, sahipsiz mesleğimiz

"Herkes kendinin psikoloğudur.

"Bugün kendime terapi yaptım, sahilde kahve içtim.

"Sabah depresyondaydım şimdi neyse ki çıktım!

"Kadın çok dengesiz kesin bipolar! 

"Bizim çocuk çok zeki, akşamları hiperaktif oluyor!

"Kocam asla terapiye gelmez. Böyle şeylere inanmıyor. (İman gerektirmiyor aslında, din değil ne de olsa.)

"Siz psikologlar oturduğunuz yerden para kazanıyorsunuz, oh ne güzel, keh keh keh…(Oturmayıp bir yandan ayakta duralım, ya da aynı zamanda taş taşıyalım?)

"Ben de bir çok psikoloji kitabı okudum, bunların hepsini biliyorum. (Mesleği küçümseme?)

"Aaa psikolog musunuz, siz şimdi ben konuşurken beni analiz ediyorsunuzdur? (Başka işimiz yok ki zaten.)

"Ben nasıl biriyim, nasıl görüyorsunuz beni söylesenize? (!)

"Psikolog musunuz? Hmm o zaman hemen size bir şey sorucam! (Burada güneşlenmemin tek sebebi bu zaten, tabi.)

"Ben de psikolog olmak istiyorum, epey ilgim var aslında yarı psikolog sayılırım!

"Onun yaptığında ne var, oturmuş dinliyor, bir de üstüne para veriyorsun. Gel ben seni dinlerim. (Buyrun bir günümüzü size devredelim.)

"Bunlar psikoloji okuya okuya deliriyorlar yaa keh keh keh… (!)

"Deli doktoru yani neticede, bilemiyorum… (Alma sen beni ablacım)

"'Şifacıymış' kadın, elini alnıma bir koydu, vallahi bir sıcaklık hissettim, enerji yaniii. Sonra çok iyi oldum. Hiç bir stresim kalmadı, uçtu gitti. (Gittikleri gibi gelirler.)

"Geçen bir "yaşam koçuna" gittim saati 3000 tl ama olsun her şeyimi dinledi, bana bir sürü tavsiye verdi. Artık onsuz hiç bir karar almıyorum. Çok süper bişi.

"Ama sizin de fiyatlarınız çok pahalı, soyut bir şey bu sonuçta, ne bilim… (Zihinde enerji ölçerle ve öğrenmeye ayırdığımız yıllarla fiyatlandırabilsek keşke seanslarımızı...)

"Gece kabuslar görüyordum, arkadaşlar beni bir "enerjici"ye götürecekler, galiba enerjim tıkanmış, çakralarım tersine dönmüş. (Dönüşte de kırıkçıya götürüler belki.)

"Bir kitap çıkmış, satın alıp okuyunca bütün sıkıntılarından kurtuluyormuşsun. (Bir daha kutsal kitap inmeyecek diye biliyoruz biz ama, siz bilirsiniz...)"

Ben küçükken hep ileriye doğru gideceğimizi sanırdım, o zamanki algı böyleydi.

Herkes birbirinin, kendinin, onun, bunun, şunun psikoloğu. Herkes psikoloji kitapları okur, herkes psikolog olmayı ister. Hem özenilen, hem oldukça ilgi çeken, hem de alay konusu edilen mesleğimizin anlamı geçmiş on yıllara göre daha iyi anlaşılıyor elbette ama mesleğimize doğru hala süren bir negatif ayrımcılık var. Özellikle politik ve bilimsellikten uzak diyarlarda. Ne de olsa bilimin değersizleştirildiği bir dönemdeyiz diyerek kesip atamıyorum. Psikoloji/psikiyatri özellikle ülkemizde mizah konusu olmaya, anlaşılmamaya devam ediyor, veya kendisinden korkuluyor. Ama iş major depresyona gelince, travma sonrası stres bozukluğuna gelince veya panik bozukluğa gelince psikoloji ile ilişki birden bire değişiyor. Veyahut iş büyük bir hayal kırıklığı, kayıp, üzüntü, başka türlü iyileşmeyen fiziksel semptomlara gelince "iyi bir psikolog" aranıyor. (Psikolog kelimesini, ruh sağlığı alanında çalışan uzmanlar anlamında kullanacağım, sadece psikoloji mezunlarını kastetmiyorum. Psikiyatrist, psikolojik danışman, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, psikiyatri hemşireleri gibi)


Eser sahibi: Derya Aydedim

İyi bir psikolog?

İhtiyaç duyulduğunda bulunmasını arzu ettiğiniz iyi bir psikolog, ülkemizde hangi koşullarda çalışmaktadır. İçerden bilgi vereyim. 

Ülkemizde ruh sağlığı camiasının, dünyanın gelişmemiş ülkelerindekine benzer büyük problemleri vardır. Çözülmemesi ve kolaylaştırılmaması için sanki elden ne gelirse yapılmaktadır.

  1. Ülkemizde halihazırda bir "ruh sağlığı meslek yasası" yoktur! Kimin psikoterapi yapacağını yasal olarak bilemeyiz, nerden mezun olacak, nerede yüksek lisans yapacak, hangi yeterlilikleri olacak, belirlenmiş değildir ve üzerinde büyük bir kavga sürmektedir. Psikiyatristlerin bir kısmı sadece kendilerinin psikoterapi yapabileceğine inanır ve meslek yasasının önüne bu sebeple her zaman bariyerler koyarlar. Gelişmiş ülkelerde psikoloji, psikolojik danışmanlık, sosyal hizmet uzmanlığı, psikiyatri ve psikiyatri hemşireliği gibi alanlardan mezun olanların lisans (ehliyet gibi) alarak, çoğunlukla sigorta sistemiyle devletin ücretsiz olarak halka sunduğu, çiçek gibi planlamaları ve uygulamaları varken, bizim ülkemizde kimin psikoterapi yapacağına, o bölümlerde okumamış kimseler karar verir. Kendi camiamız içinde de bu farklı değildir. Psikiyatrlar psikologların ne yapacağını ve yapamayacağını söyler, psikologlar psikolojik danışmanlarınkini…bu böyle devam eder. Defalarca meslek yasası çıkarılması için heyetler kurulmuş, bazı milletvekilleriyle işbirlikleri yapılmış, konu meclise gitmiş, ancak gerek sağlık bakanlığı ve aile bakanlığının koordineli bir şekilde ve iyi niyetle meseleyi ele almamasından gerekse ruh sağlığı alanındaki mesleklerin kendi aralarında güçlü biçimde uzlaşı kuramamasından ötürü, küçük (tuhaf) adımlar dışında ilerleme kaydedilememiştir. Şu anda psikologları veya danışanları (yani halk sağlığını) koruyacak merciler, ne yazık ki sadece meslek derneklerinin sözlü uyarıları olabilmektedir. (Yani yoktur.) Danışan ve terapist hakları belirsizdir. Etik ilkeler yasada yazılmamıştır. Kendi içimizde APA (Amerikan Psikoloji Birliği)’nın etik kodlarını kullanırız. Bir dava açılsa değerlendirilecek, yasa maddeleri yoktur. Ülkemizde ruh sağlığına gelişmemiş ülkelerdekinden daha çok değer verilmiyor. Bunları halkın da bilmesi gerekiyor. Bilmeli ki zorlandığında, yardım veya destek almaya ihtiyaç duyduğunda doğru kişiyi bulma olasılığının düşük olduğunu, kandırılabileceğini, uygunsuz biçimde mesleki uygulamalara maruz kalabileceğini bilsin. Dikkatli olsun. Basit şeyleri sorsun, diploma, yeterlilik, hangi tür eğitimleri aldığı gibi. Ve devleti sorgulasın: Sene 2020 ve neden ruh sağlığı meslek yasası yok?!

  2. Ruh sağlığı uzmanlarının, ("klinik psikolog" olmaya dair devlet tarafından bazı yönetmeliklerce özendirilmesiyle birlikte) yeni trendi "klinik psikoloji yüksek lisansı" yapmak olmuştur. Bunu duyan bazı özel üniversiteler klinik alanda (psikoterapi yapacak) çalışabilecek yeterlilikte uzmanlar yetiştirebilme kriterlerinin suyunu çıkarmış, bir bilim kurumundan ziyade bir ticarethane işletir gibi, ideali 10-15 olacak öğrenci kapasitesini 100 kişilik 2’şer 3’er sınıflar açarak imkansız bir eğitim vermeye başlamıştır. (Tüm özel okulları kastetmesem de araştırılınca kolaylıkla bulunabilir). Burada bir rant vardır. Öğrencilerin kuramsal derinliğini uyaracak tartışmaların yapılması, meslekte zenginleşmenin önünü açacak genişlikte derslerin yapılması, öğrencinin bir özenle stajını yapabilmesi, vaka görmeye başlaması ve bir hocası tarafından gördüğü vakalar üzerinden usta-çırak ilişkisi yürütecekleri süpervizyon alması gibi mesleğe hazırlık aşamaları, imkansız hale getirilmiştir. Açılan bunca yüksek lisans ticarethanelerinde ülkemizde yeterli derecede akademisyen bulunmaması ilginç çözümlere de sebep olmaktadır. Alan derslerini alandan olmayan veya yeterliliği olmayan kişiler vermektedir!

  3. Psikiyatristler dışında, özel çalışmak isteyen psikoterapi eğitimlerini tamamlamış psikologların, psikolojik danışmanların… (yazarken utanıyorum) ülkemizde serbest çalışma izni yoktur! Tamamen devletin dayatmasıyla bu haklarını yasa dışı şekilde yapmaya itilmektedirler. Çünkü devlet, halk sağlığını ziyan etmekte ve yasa çıkarmamayı sürdürmektedir.

  4. Mezun olan lisans öğrencilerinin kafası çok karışık, nereden başlayacaklarını bilmezler, yana yakıla her mezun bizlere koşar, "ne yapayım ben şimdi hocam?" Yıllardan beri üzülerek, yeni mezun meslektaşların hayallerini kırmak üzere, ülkenin bu halini anlatmaktan içimiz çürümüştür. Ya yüksek lisansa başlayıp hemen "klinik psikolog" ünvanı alacaklar (üniversitelerin kalitesinden bağımsız) ya da bir an önce alanda bitmek bilmez dışardan eğitimlerin vadisine düşeceklerdir. İkisini de yapmak zorundadırlar. (Çünkü ticarethane yüksek lisansların eğitim içeriği yeterli değildir) Alanımızda neredeyse her uzman (veya yarı uzman) her türlü eğitimi vermektedir. Yani psikoterapistler psikoterapistleri eğitmeye okuldan sonra devam etmektedirler. Ünvan, dışardan alınacak yeterlilikler, vs derken zaten henüz iş bulamamış yeni mezun, eş dost yardımıyla şanslıysa bir kaç danışan bulur, düşük ücretle çalışmaya başlar. Başlar ki seneden seneye bir portfolyosu oluşsun. E ama meslek değil mi bu karın doyurması da lazım? Ama o kadar zor ki karın doyurmak. Para basmak gerekiyor bu eğitimlere evvela, sonra, belki yıllar sonra biraz karın doyar.

  5. Meslekte yeterli hissetmek için alınan, yıllarca süren karmakarışık eğitim serüveni sürerken, idealist bir psikoterapist, kendi psikoterapisine de gitmek ister. Çünkü o karşıdaki koltukta oturmazsa, o koltukta oturanlarla uyumlanması zordur. Çünkü o koltukta oturursa psikoterapinin ne olduğunu daha iyi anlayabilecektir. Bu da ettti mi başka bir masraf kapısı? Hala meslek yasası yok, devlet sigorta sistemi yok. Tek başınızasınız, çok sevmeseniz asla yapmayacağınız ve bu sıkıntılarına asla katlanmayacağınız, inanılmaz meşakkatli bir meslek seçtiniz ve neticede sürünmeye devam ediyorsunuz. 

  6. Bir de "danışanlarımla yaptığım psikoterapiyi dosdoğru yürütüyor muyum?" sorusunun cevabı olan süpervizyon meselesi var. Danışanlarınızı görüyorsunuz, seanslar yapıyorsunuz, sonra sizden deneyimli bir süpervizör hocanızdan randevu alıp, düzenli bir şekilde ve tabi ki ödemeli bir şekilde (o da aynı koşullarda) ona danışanınızı, ona yaklaşımınızı, yaptıklarınızı danışıyor, ondan akıl alıyorsunuz. Bu da ayrı bir masraf. Hani 2 danışanı olup 2 lira kazanan ama, 50 lira yüksek lisansa, 10 lira dışardan eğitimlere, 2 lirasını kendi psikoterapistine, 2 lirasını da süpervizörüne veren meslektaşım. Ne ile yaşamını sürdürecek? Akıl alır gibi değil….

  7. Meslekle böyle halleşirken, bir de tamamen ruh sağlığı alanı dışındaki mesleklerden gelip kendisini bir takım saçma açıklamalarla psikoterapist sayanlarla ve öyle gösterenlerle alandaki savaşı da sürdürmek durumundalar. Ne de olsa ülkemiz "ben şuyum" diyenlere sorgusuz sualsiz inananların ülkesi.

  8. Bu da yetmez, (meslek yasası olan!) yaşam koçları veya lalettayin kendine enerjici-şifacı diyen, psikoterapi yaptığını diyelim ki iddia etmeseler dahi, kendilerine böyle muamele edilmesine de karşı çıkmayan kimseler de var.

  9. Bütün bu sorunlarla boğuşan, bizlerin ve meslektaşlarımızın hayatlarını bir de açık öğretimden mezun olacak yarı-psikologlar (psikoloji kuramlarını öğrenen ancak psikoterapist olmayı öğrenemeyen) mı eklenecek? Yeterliliği sorgulanacak bambaşka bir alan daha! Üstelik bu öğrenciler mezuniyetten sonra alanda da dışlanacaklar. 

  10. Bu fikri ortaya atanların ve uygulamaya koymaya çalışanların, enerjilerini önceki maddelerde yer alan sorunları çözmeye harcamasını öneririm. 

Tüm bu açıklamaların üzerine kamuoyuna ve siz okuyuculara, sesimizi duyup destek vermenizi, açık öğretimle psikolog yetiştirilmesine karşı çıkmanızı ve meslek yasası ümidimize katılmanızı bir vatandaşlık borcu olarak rica ederim. Sorun hepimizin sorunu.

Bildiri: AÇIK ÖĞRETİM meselesi

"Ruh sağlığı" alanı, "açık öğretim" sistemiyle meslek elemanı yetiştirmeye uygun bir alan değildir. 

Psikolojik sağlık/ruh sağlığı alanındaki verimlilik, diğerleriyle "işlevsel ve sağlıklı ilişki" kurabilme becerisiyle ilintilidir. Lisans düzeyinde eğitimin birinci sınıfından itibaren, öğrencilerin meslekten insanlarla (hocalar, akademisyenler, staj alanlarındaki meslektaşlar) ilişki kurmasıyla uyarılmaya başlayan bu gelişim süreci, birlikte zaman geçirmeyi ve doğrusu bir "usta çırak" ilişkisini önemli ölçüde içermektedir. 

Lisans düzeyinde bir öğrencinin, ruh sağlığı alanında sağduyu kazanması, bilgi ve becerilerini bu yönde geliştirmesi ve bir ruh sağlığı meslek elemanı olması, varsayıldığı gibi okumalar yapılarak, kognitif bilgi testlerinden geçerek veya uzaktan eğitimlere katılarak, mümkün değildir. Bu mesleğin gelişimine aykırı ve tartışılmaz bir durumdur. Örgün lisans eğitimi boyunca öğrenciler bilgi, beceri ve duygulanımlara yönelik sayısız deneyim ve ilişkisel pratik kazanmaktadır, bu kazanım kurulan bu usta-çırak ilişkisinden yazısız ve sözsüz olarak edinilmektedir.

Psikoloji ve genel olarak tüm ruh sağlığı eğitimleri (psikiyatri, psikolojik danışmanlık, sosyal hizmet uzmanlığı gibi) öğrencilerin öncelikle kendi süreçleri ile yüzleştikleri, öğrendikleri bilgilerle an be an kendi yaşamlarının üzerinden geçtikleri önemli bir kısmı da içerir. Öğrencinin önce kendisi, öğrendiği kuramsal açıklamalar üzerine, bu ameliyat masasına yatacak, kendisini analiz etmek, incelemek, gözlemek isteyecektir. Bu durum mesleğimiz için kaçınılmaz ve bir o kadar da faydalı bir doğal öğrenim/deneyim/kazanımdır.

Bu duygusal olarak yüklü süreçte öğrenci, etkileşim içinde olduğu hocalarına, bir gruba/sınıfa, yüz yüze ilişki kurduğu ve kendini kısmen de olsa açabildiği bir güvenli alana ihtiyaç duyar. Açık öğretim gibi uzaktan eğitim sistemleri böyle bir ihtiyaca cevap veremez çünkü aynı etkileşimselliği sağlayamaz. Böylece öğrencinin bu "kendi üzerinden öğrenme" süreci hem baltalanmış hem de öğrenci zaman zaman endişe yaratabilecek kendi sorgulamaları içinde yalnız bırakılmış olacaktır.

Açık öğretim alanını ruh sağlığı mesleklerine açmak isteyen kişilerin ne toplum ruh sağlığını ne de sağlıkçılarını riske atmak istemeyecekleriniz düşünmek istiyoruz.

Öğrenciler hocalarından ve klinik alanda çalışan kıdemli meslektaşlarıyla temas etmeden, insan ve ilişkileriyle çalışmayı kesinlikle öğrenemez. Bu alan açılsa dahi alanın vereceği mezunlar kısa zaman içinde alanda dışlanacak ve iş bulmakta zorluk yaşayacak, kendilerini yalnız ve eksik hissedecektir. Gençlerin gelecek hayallerinin umursamazca heba edilmesine karşı çıkmak her meslektaşımızın ve vatandaşımızın görevidir.

Giderek eğitim kalitesi düşürülen ve henüz meslek yasası dahi çıkmamış bir mesleğin ayakta kalma çabalarını görmezden gelmek, gelecekte olacak bir çok riskli durumun sorumluluğunu almaktır.

Bir defa daha belirtelim. Ruh sağlığı alanı açık öğretim ile meslek elemanı yetiştiremez. Ve bu konu mesleğin kendi yapısı gereği değiştirilemez, tartışılmaz. Değiştiği anda artık başka bir meslekten bahsediyor oluruz.

Yazarın Diğer Yazıları

Seçmenin cevabı: Seçimin psikolojik analizi 101

14 ve 28 Mayıs seçimleri, özellikle muhalefetteki siyasi partilere sert bir dille ve yüksek volümle seslendi: Değişin!

Utancımı duyan var mı? | Afetzedelere ve çaresiz tanıklara, psikolojik ilk yardım

Bu hafta uzaktakilerden veya bölgeden en çok duyduğum, gördüğüm okuduğum, yüksek düzeyde hissedilen utanç duygusu ve yoğun bir yardım etme isteği ve sorumluluğu. Bana kalırsa yaşadığımız utanç ve sorumluluk duygusunun üç sebebi var. Bir, bu kadar kötülük karşısında iyiliğe olan ihtiyacımız; iki, yaşamda kalmanın ve şanslı tarafta olmanın getirdiği suçluluk duygusu ama en önemlisi de utanması ve sorumluluk alması gereken kişilerin utanmaması ve sorumluluk almaması. Onların sahip olmadığı utanç sorumluluk duyguları sanırım bizde ikame ediyor

Kadın cinsel(siz)liği

Bakmaya bile cesaret edemediği, orada, aşağılarında başına bela olacak bir organın içine, nasıl olacak da bir erkeğin penisi girecektir? Yüzyıllarca kalınlıktaki kapıları kırarak hem de. Cinsellik budur kızım!