Bir nostalji değil, yaşanmış ve hâlâ yaşatılan bir iyilik… Maraş merkezli depremlerde gördük. Başkasının acısını görenlerin, o acılara yüz çevirmeyenlerin, acıyı engellemeye çabalayanların öyküsünde Rum var, Ermeni, Türk, Kürt, Hristiyan, Yahudi, Alevi ve Sünni var.
10 Ekim Ankara Gar Katliamı'nda ölenler için ıslık çalanların da izlemesi gereken bir belgesel. Çanakkale Ayvacık'ta köpekleri kurşunlayanlar da izlemeli. Kürtçe konuşanlara saldıranlar da… Bir kadın öldüresiye dövülürken seyredenler de…
Onlar büyük yıkımların, kırımların, acıların enkazından iyiliğe dair öyküleri kazıp çıkardılar. Vicdan işçiliği…
Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yılları arasında fırtınanın ve alevlerin orta yerinde ayrı dilden ayrı dinden kardeşlik öykülerini buldular. Genel yönetmenliğini Nebil Özgentürk'ün yaptığı, genel koordinatörlüğünü gazeteci yazar Umur Talu'nun üstlendiği, tiyatro sanatçısı Tilbe Saran'ın seslendirdiği, jenerik müziğini Kardeş Türküler'den Vedat Yıldırım'ın bestelediği, Bir Arada Yaşarız Vakfı (Bayetav)'nın desteğiyle hazırlanan Vicdanımızın Hatıra Defteri belgeselidir bu cümleleri kurdurtan. İzmir Bornova'da düzenlenen basın tanımında belgeselin 20 dakikasını izledik. Ama aslında 128 dakika. Belgeselin gösterimi için seçilen yer de anlatılanla, dert edilenle uyumlu. Türkiye'den ayrılmak zorunda kalan Levanten bir ailenin 160 yıllık köşkünün bahçesinde izledik belgeselin 20 dakikalık bölümünü.
Bayetav, harabe halindeki köşkü satın alıyor ve restore ediyor. Bugün, geçmişin tanığı bir hafıza mekanı. Sanatçıların ortak üretim alanı.
Vicdanımızın Hatıra Defteri belgesel gösterimi
Belgeselde anlatılanlara hatıra değil de hafıza demenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Zira geçmişin bugünde yaşadığına inananlardanım. Belgesel 1919 ve 1924 arası yıllara odaklansa da kötülüklerin ardılı olan Ermenilerin yaşadığı kıyımların hafızasını da yokluyor. Ama iyi insanların eyledikleriyle, yükleriyle ve diliyle.
Gazeteci ve yazar Umur Talu ve Dr. Bengi Başaran, Ege'de savaşın ve nefretin yıkımları arasından iyilik öykülerini bulup çıkarıyor.
Rum komşularını koruyan Eskişehirlileri, Bileciklileri, Yunan işgal orduları gelirken Türk hemşerilerini saklayan Sökeli Rum doktor Perikli'yi, Zileli Rumları, Suriye'ye sürülen Ermeni bir ailenin köşkünde oturmayı reddeden yazar Yaşar Kemal'in annesini, Ermeni komşularını öldürmesinler diye kocalarının namlularını ekmek içiyle dolduran Kürt kadınları, yüzlerce can kurtaran Antepli Necmettin Bey'i, komşularına kol kanat geren Hacı Halil ve Ağa Temur'u, çocukları ağaç kovuğunda saklayan Vahabi Efendi'yi, Manisa'da Büyük Yangın'da evini kaybetmiş, komşularını kaybetmiş olmasına rağmen 6-7 Eylül Pogromu'na en güçlü tavrı alan yazar Yusuf Atılgan'ı da anlatıyor.
"Ayrımsız dayanışma ve yardım için koşanlara saygıyla… Birlikte yaşamak ne kadar zordu birlikte ölmek ise ne kadar kolay olabiliyordu. Toprağın üstünde nefreti, ayrımcılıkları, ezberleri, kimlikleri aşıp bir arada yaşamak zordu. Toprağın altında kimlik sorulmuyor. Büyük bir felaketin kurbanları yan yana. Çukurlara gömülüp bazen sadece numaralanıyordu. Ve cennetken dünyayı cehennem kılan insanoğlu ortalığı cehenneme çevirmiş bir felakette cennetten bir mucizeye sarılabiliyordu. Mucize denen dayanışmanın, ayrımcılık yapmamanın, vicdanlı olmanın zor durumdakine ses nefes olmanın el vermenin adıydı aslında. O nefesin hayatın her alanına her anına yayılmasına dair umuttu. Alevi, Sünni, Ortodoks, Katolik, Ermeni, Musevi, Rum Süryani…"
İyi ve vicdanlı insanların öykülerinden örnekler verelim…
Belgeselin genel koordinatörlüğünü yapan Umur Talu ile birlikte…
Yunan işgal ordusu gelirken Türk hemşerilerini saklayan Sökeli Rum doktor Perikli'nin öyküsü Umur Talu'dan dinleyelim:
"Beni doktor Aleko Perik'linin hikâyesi çok etkiledi. Bu adam Sökeli, babası rençber. Oğlunu göndermiş tıp okumuş. Gelmiş Söke'de doktorluk yapmış. Fakirlerin dostu olarak bilinen bir doktor. Yunan ordusu her yeri işgal ede ede geliyor o yıllarda. Türkleri meyan kökü fabrikasına İngilizler değil o götürüyor. Orası İngiliz toprağı sayıldığı için kurtuluyorlar. Perikli İstanbul'a geliyor ama tutunamıyor. Adını değiştirip Niko yapıyor. Sonrasında Atina'ya gidiyor ama orada da 'vatan haini'… Atina'da yoksullukla ölüyor, doktorluk yapamıyor.
Yaşadığı konak şimdi Söke Genç İşadamları Derneği'nin binası olarak kullanılıyor. Binan üzerinde Aleko'nun hayatının anlatıldığı bir levha asılabilirdi."
Sökeli doktor Perikli ve ailesinin konağı
Mübadele'nin, savaşların üzerinden yüz yıldan fazla bir zaman geçti. İnsanlar yok ama mekanlar duruyor. O nedenle mekanlar çok önemli. Belgesel için Ege'yi dolaşan, Kütahya'ya da giden Umur Talu ve Bengi Başaran mekanların hafızasının bilinmediğini söylüyorlar.
Örneğin yazar İlyas Venezis… 1904 yılında Ayvalık'ta doğdu ve burada lise eğitimini tamamladı. Kurtuluş Savaşı (1919-1922) sırasında ailesiyle birlikte işkencelerden kurtulmak amacıyla Ayvalık'tan Midilli, Yunanistan'a göç etti. Ancak Yunan askerlerin 1919'da Smirni'yi işgalinden sonra Anadolu topraklarına tekrar dönüş yaptı. Bölge sonrasında Türk ordusu tarafından geri alındığında, Venezis burada esir alındı ve bir "işçi taburunda"köleleştirildi.
Umur Talu'dan dinleyelim yine…
"Mesela Venezis'ten söz ediyoruz. Hapsedildiği yer, bugün veteriner kliniği olarak kullanılıyor. Hapsedildiği hücrenin demirleri duruyor muhtemelen. Annesi oraya dayanıp ekmek veriyormuş oğluna. Amele taburuna alacaklar onun için tutukluyorlar. Daha 17'sinde bile değil. O mekana gidince yaşananları gözünde canlandırabiliyorsunuz. Çünkü biz hikayeyi bilerek gittik ama çoğu bilmiyor.
Kütahya'ya gidiyoruz. Gomidas'ın yaşadığı ev duruyor, pencereden bir kadın bakıyor ama nerede yaşadığını bilmiyor. AKP yakın olduğunu düşündüğümü yerel bir tarihçi ile konuştuk. Bize kendi bakış açısıyla Gomidas'ı anlattı. 'Bizim evi de Rumlar yapmış, çok sağlam. Rum ustaların yaptığı bütün evler çok sağlam' dedi. İzmir yangını tartışmalı ama Manisa Yangını (Hariki Haila) kanıtlanmış bir şey. Yunan ordusu ve yerel bazı Rumların karıştığı bir yangın. Yusuf Atılgan etnik bir zulümle evini kaybetmiş komşularını kaybetmiş bir ailenin hikâyesini dinleyerek büyüyor. Ama 6-7 Eylül'de en çok tavır alanlardan biri. İşte bu yolculuk ilginç… Bir insanın etnik nefrete maruz kalmasına rağmen yine de bunu aşabilecek bilinci neyle gelişir, edebiyatla gelişir.
Venezis Ayvalık'ta doğmuş Rum yazar
Doktor Bengi Başaran da yangında büyük tahribat yaşayan, ayakta kalan birkaç hafıza mekanından biri olan Rahibe Okulu'nun hikâyesini paylaştı.
"Manisa'da bir cemaat yaşadığı için bir Rahibe Okulu da var. Rahibeler yangında ve Yunanlılar geldiğinde Müslüman ağırlıklı bütün çocukları okulda saklıyorlar. O okul ayakta kalan çok az yapıdan bir tanesi… Bir sonraki jenerasyonu kendi yerlerinden edilmek pahasına, yandaş olmamak pahasına korumuşlar. O beni çok etkiledi. Bir kadın refleksi olduğunu da düşündüm."
Belgeselde anlatılan ve beni etkileyen mekanlardan, hafızadan biri de Mersin Asri Mezarlığı… Toprak üstünde bir arada yaşamanın kıymeti bilinmese de toprak altında bir arada yatmanın anlamını çoktu. Kuvay-ı Milliyecilerden olan, daha sonra Mersin Belediye Başkanı olan Mithat Toroğlu, Müslüman, Ermeni, Rum ya da Süryani, Hristiyan, Sünni ya da Musevi'yi aynı toprağın altında yan yana getiren isim. Mezarlığı hayata geçiren kişi… Aynı mezarlıkta erkek şiddetiyle öldürülen Bergen'in, Özgecan Aslan'ın, Hizbullah'ın mezar evlerinde domuz bağı ile öldürülen Müslüman feminist Konca Kuriş'in, Almanya'daki ırkçılığı protesto etmek için bedenini ateşe veren Semra Ertan'ın da mezarları var.
Yönetmen Nebil Özgentürk de kendi öyküsünü paylaştı, öteki olmanın öyküsünü…
"300 yıl önce Filistin'ten Lazkiye'ye, Lazkiye'den Adana'ya gelen bir ailenin çocuğuyum. Babaannem Arapça konuşurdu Türkçe bilmezdi. Babam bana Arapça öğretmek istemedi, rahat edeyim diye. 'Oğlum bizim evde Arapça konuşulduğunu söyleme öğretmenlerine… Ezerler seni' demişti bana. Bugün bile anlatırken boğazım düğümleniyor. Oysa ben Arapça konuşmak çok isterdim olmadı… Keşke olmasaydı sonumuz böyle. Biz böyle bir toplumun içinde büyüdük. Buna rağmen olağanüstü çiçek bahçesine de sahibiz. Dünyanın en aşağılık insanlar bu topraklarda ama dünyanın en vicdanlı insanları da bu topraklarda…"
Özgentürk belgeselini yaptığı edebiyatın büyük çınarı Yaşar Kemal'in annesi Nigâr Hanım'dan da söz etti.
Yönetmen Nebil Özgentürk
1915 Ermeni kırımı sonrası yıllar… Yaşar Kemal'in ailesi Van'da toprakları olan bir aile. Bereketli topraklar diye Adana Çukurova'ya geliyorlar. Ağa ailesi oldukları için onlara toprak ve çok iyi bir konak gösteriyorlar. Yaşar Kemal'in annesi Nigar Hanım konağın öyküsünü soruyor. 1915'te Suriye'ye gidenlerin konağı olduğunu öğrenince "Ben yuvası yıkılanın yuvasına giremem" diyor ve daha mütevazı bir eve yerleşiyorlar.
Belgeselin müziğini yapan Vedat Yıldırım'ın "Özgürlükçü olmak zordur. 31 yıldır bu yoldayız. Türkiye'de çok kültürlülük, bir arada yaşam ne yazık ki çok örselendi. Bugün herkes kendi mahallesinde ve kendine Müslüman bir şekilde yaşamayı tercih ediyor" sözleri aslında iyiyi arayanların ortak duygusu. İyi ki bu belgesel yapılmış. Yolu açık olsun. Umur Talu'nun dediği gibi Söke'de, köylerde, farklı farklı illerin meydanlarında gösterilse, okullarda çocuklar bu öykülerle de büyüse… Tarihi başka türlü yazanlara da yer ayrılsa ders kitaplarında… Belgeseli izleyenler yüreklerinde bir yer açabilse kendisi gibi olmayana…
Bu belgesel o yanıyla bir nostalji değil. Bakıp izleyip akıntıya karşı kürek çekenlerin cesaret ve iyiliğini bugüne bulaştırabileceğiniz bir tarih anlatımı… Unutmayalım kötülük gibi iyilik de bulaşıcıdır!
Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı
Bir arada yaşamayı kendine ilke edinen vakıf üç yıl önce kurulmuş. Vakfın yönetim kurulu başkanı, öyküsü Türkiye'ye dair çok şey söyleyen iş insanı Ali Rıza Çelik…
Vakıf eğitim, sanat, akademi ve doğa-tarım alanında faaliyetler yürütüyor. Vakfın Genel Sekreteri Bülent Şık "Temel ilkemiz toplumsal hayatın devamlılığını tehdit eden her türlü problemle çözüm odaklı olarak uğraşmak, çabalamak, umut verici bir takım çalışmalar yapmak" sözleriyle özetliyor vakfın amacını…
Vakıf, toplumsal barış, gıda, ekoloji, çevre ve eğitim konularında akademik çalışmalar yapıyor. Önümüzdeki günlerde toplumsal ve siyasal barometreler de hazırlayacak İzmir'e dair.
|
Candan Yıldız kimdir?
Candan Yıldız, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu.
Gazeteciliğe HBB'de On'da On Haber program editörlüğü ile başladı.
Kanal D, TV 8, Birgün Gazetesi, CNNTürk, İMC TV, Halk TV'de muhabirlik, editörlük, ana haber editörlüğü ve haber program koordinatörlüğü yaptı.
Haber kanallarında çeşitli program formatları yarattı. Radyo ve Gazetecilik Ödülleri En İyi Program Ödülü/(1997), Çağdaş Gazeteciler Derneği En İyi Haber Program Ödülü/ (2002) ödülünü aldı.
Avustralya'da SBS Türkçe Radyo Haberler servisine haber yaptı.
"Öteki Sesler" isimli belgesel yaptı. "Dicle'nin Göz Yaşları" ile "Şiddete Karşı Anlatılar-Ayakta Kalma ve Dayanışma Deneyimleri" ortak çalışmalarda yazarlık yaptı.
T24'le birlikte internet gazeteciliğine adım attı.
|