10 Ekim 2019

IMF’nin Marx Enstitüsü mezunu yeni Başkanı ve kapitalizmin geleceği

2008-2009 Küresel Krizi her şeyi değiştirdi

Dünya Bankası’nın Başkanı teamül gereği Amerika, IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) Başkanı ise Avrupa tarafından belirleniyor. Evet, adaletsiz bir teamül. “Galiplerin adaleti” de diyebiliriz buna. Çünkü bu teamül, II. Dünya Savaşı’nın sonunda dünya finansal sistemine yeniden şekil vermek üzere düzenlenen Bretton Woods Konferansı’nda yapılan “Centilmenlik Anlaşması”na dayanıyor. Dünya Bankası ve IMF bu konferansta kurulmuştu. Bretton Woods’un mimarı ünlü İngiliz iktisatçı Keynes, IMF’nin Amerikalılar tarafından yönetilmesini öngörmüştü. Ama dönemin Amerikan Hazine Bakanı Frederick Vinson, Dünya Bankası’nı bir Amerikalı’nın yönetmesi gerektiği konusunda ısrar etti. Wall Street, yani Amerikan sermaye piyasası da onu destekledi. En çok tank da ondaydı. Ve Dünya Bankası’nın ilk başkanı bir Amerikalı (Washnigton Post gazetesinin sahibi Eugene Meyer) oldu. IMF de Avrupalılar’a bırakıldı. (Onun da ilk Başkanı bir Belçikalı’ydı: Camille Gutt.)

Sonraki dönemlerde bu teamüle hep uyuldu. IMF’nin başkanları hep Avrupalı’ydı: Beş Fransız, iki İsveçli, bir Alman, bir Hollandalı, bir İspanyol… Ve şimdi de bir Bulgar. (IMF’nin “Başkanlar galerisi”nde tam listeyi inceleyebilirsiniz.)

Son Başkan Kristalina Georgieva’nın diğerlerinden bir farkı var. Sosyalist bir ülkede doğdu. Komünizmin rahle-i tedrisinden geçti. İktisat eğitimini "Yüksek Ekonomi Enstitüsü Karl Marx"ta aldı. (Kurumun bugünkü adı Ulusal ve Uluslararası Ekonomi Üniversitesi. Ama 1952 ile 1992 arasındaki 40 yıl boyunca “Yüksek Ekonomi Enstitüsü Karl Karx” adıyla faaliyet gösterdi.)

IMF, emekçilerin, yoksulların canına okuyan ekonomi politikalarını tüm dünyaya dayatmasıyla tanınan bir kurum. Standart taleplerinin arasında “emek piyasasının esnekleştirilmesi” (Yani Türkçesi, işten çıkarmanın kolaylaştırılması), “kamu kesiminin küçültülmesi” (Yani memur sayısının azaltılması) ve maaşların kırpılması yer alır. Mesela geçtiğimiz günlerde açıklanan IMF’nin son Türkiye raporundaki başlıca taleplerinden biri, memur maaş zammının gerçekleşen enflasyona değil “gelecekteki enflasyona” (Enflasyon beklentilerine) endekslenmesiydi. Bu, maaşların reel olarak kırpılması demek. Enflasyon beklentileri çoğunlukla gerçekleşen enflasyonun altında çünkü.

Marksist iktisat öğretisiyle, Das Kapital’le yetişmiş bir iktisatçının emekçilerin canına okuyacak politikaların bayraktarlığını yapacak olması… Tarihin cilvesi değilse nedir?

IMF’nin Başkanlığına Kristalina Georgieva’nın seçilmesi sosyalizmin yeni bir yenilgisisi, neo-liberal iktisadın yeni bir zaferi anlamına mı geliyor? Georgieva IMF’nin başına 20 sene önce, 2000’lerin başında seçilseydi, evet, belki. O yıllarda, yani 1990’larda, “Tarihin sonunun” geldiğini, kapitalizmin “mücadale”den mutlak bir zaferle çıktığını söylemek modaydı. Neo-liberal iktisadın mutlak bir ideolojik hegemonyası vardı.

Ama 2008-2009 Küresel Krizi her şeyi değiştirdi. Dünya 2008-2009 Krizi’nde 1929 Buhranı benzeri bir felaketin eşiğinden döndü. (1929 felaketinin boyutlarını hatırlamak isteyenler Amerikalı romancı John Steinbeck’in eserlerine, başta Gazap Üzümleri olmak üzere bakabilir. 1929 Buhranı’nın II. Dünya Savaşı’nın da tetikleyicisi olduğunu da unutmamak lazım.)

2008-2009’da dünya uçurumun kenarından nasıl döndü? IMF’nin de amentü bellediği neo-liberal iktisat politikalarıyla mı? Hayır, dünyayı yeni bir 1929 felaketinden “Neo-Keynesçi” politikalar, Türkçesiyle devlet müdahalesi kurtardı.

2008-2009 Krizi’nde Amerikan Merkez Bankası trilyonlarca dolarla ekonomiye müdahale edip finansal kurumları ayakta tuttu. İflas eden veya iflasın eşiğine gelen dev bankalar devlet tarafından kurtarıldı. Eğer ekonomiyi kurtarma görevi piyasa mekanizmalarına bırakılmış olsa bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olacaktık. 2008-2009 Krizi, kapitalizmin ve neo-liberal iktisadın yaldızlarını döktü. “Tarihin sonunun geldiği” tezi demode oldu. Sosyalizme ilgi yeniden canlandı. Marx’ın Komünist Manifestosu baskı üzerine baskı yapmaya başladı. Amerika’da Bernie Sanders, Elizabeth Warren, İngiltere’de Jeremy Corbyn gibi solcu siyasetçiler genç kuşakların desteğiyle popülarite kazandı. Amerika’da gelecek yıl yapılacak Başkanlık seçiminde Trump’ın rakibi büyük ihtimalle Bernie Sanders veya Elizabeth Warren olacak. İngiltere’de ise kamulaştırma yapmaktan söz eden Jeremy Corbyn anketlerde önde görünüyor.

Benim kuşağım neo-liberal politikaların alternatifinin olmadığı masalıyla büyüdü. Özelleştirmelere karşı çıkanlar eski kafalı olmakla suçlandı. Neyse ki yaşlandık ve dünya yenilendi…. Neo-liberal dogmalardan uzak yeni bir kuşak var artık dünyada. Benim kuşağım sosyalizmin yıkılışını görmüştü. Bu kuşak 2008-2009’da kapitalizmin yıkılışını değilse de başarısızlığını, devlet olmadan ayakta kalamadığını gördü. Amerika’da solcu Sanders ve Warren’ın, İngiltere’de Corbyn’in özellikle gençler arasında büyük ilgi görmesinin sebebi bu.

IMF’nin Başkanlığına Kristalina Georgieva’nın seçilmiş olmasının hiçbir anlamı yok. Olsa olsa AB’nin Doğu Avrupa’yı çatısı altına alma becerisini gösteriyor, o kadar.

On yıllarca Batı Avrupalıların başkanlık ettiği bir kurumun ilk kez bir Doğu Avrupalı tarafından yönetilecek olması elbette önemli bir gelişme. Ama IMF’nin zeminini oluşturan 1944 tarihli Centilmenlik Anlaşması artık eskidi. Asya ekonomileri Avrupa’yı solladı geçti. Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Afrika’da yepyeni dinamikler doğdu, gelişti. Başkalarına “reform yapma” tavsiyesi veren IMF’de kapsamlı bir reform yapma zamanı geldi.

IMF neo-liberal ekonomi politikaları terk etmeli, Başkanlığına da artık Avrupa dışından biri seçilmeli.

Yazarın Diğer Yazıları

Helalleşme yazısı

Helalleşelim. Ama ayrılmayalım

Cumhurbaşkanı Erdoğan faiz indirimi konusunda neden ısrarcı? Kafasındaki plan ne?  

Muhtemelen (İki aydır olduğu gibi) kur akışa bırakılacak, faiz indirimleri sürecek, seçim öncesi olası atakları karşı rezerv açığı kapatılmaya çalışılacak, inançla yola devam edilecek.

Anadolu burjuvazisi şimdi ne düşünüyor?

2018’e kadar amasız, fakatsız destekledikleri AKP’nin arkasında dimdik duruyorlar mı hâlâ? Yoksa ekonomideki, dış politikadaki maceracılıktan, beceriksizlikten bezdiler mi?