09 Mayıs 2022

Belirsizlikte uluslararası pusulayı şaşırmamak

Türkiye’nin pusulayı şaşırmaması, kendini doğru yere konumlaması gerekiyor

Rusya-Ukrayna savaşı üçüncü ayında giderken, bir soluklanıp, gidişat nereye doğru diye düşünmekte fayda var.

Hemen hemen tüm uluslararası ilişkiler uzmanları ve diplomatlar, -her ne kadar Rusya an itibariyle gündemi meşgul etse de- ABD’nin asıl hedefinde, Çin’in olduğu konusunda mutabıklar.

Joe Biden, ABD’de yönetime geldiğinden beri sözü edilen ikinci Soğuk Savaş’ta ilk perde açıldı. Ancak hasımlar ABD ile Rusya değil. ABD için asıl hasım kendisini sadece ekonomik değil stratejik anlamda da sıkıştırmaya başlayan Çin.

Biden Çin’e karşı ittifaklarını sağlamlaştırma arayışında.

Bunu yaparken de, karşıtlığı demokratlar-otokratlar üzerinden kurguluyor.

Bir yanda demokrasiler, diğer yanda otoriterler, tek adamlar rejimi, diktatörlükler diyor.

Çin’deki Uygur Türklerine yapılan mezalimi dilinden düşürmemesinin ardında bu var.

Avrupa’yı demokratik değerler üzerinden arkasında hizalaması nispeten kolay. Dünyanın geri kalanı için aynı şey geçerli değil.

Misal, Asya’dakiler hibrid demokrasi olduğu için, Çin korkusuna ABD’ye yanaşmak isteseler de fazla demokrasi vurgusu rahatsız ediyor.

Öte yandan ABD’nin özellikle baba-oğul Bush döneminde sergilediği liderlik sırasında yapılan hatalar, soğuk savaş sonrası tek güç olmanın getirdiği küstahlık, gücü suistimal etmesi, tüm bunlar çok ciddi iz bıraktı.

Batı'nın aşı stoklaması tepki yarattı

İnsani değerler, temel haklar gibi konularda dünyanın geri kalanına ders veren Batılı demokrasilerin Covid döneminde ihtiyaçlarının da ötesinde aşı stoklaması, başta Afrika ülkelerinde olmak üzere tepki yarattı.

O nedenle de Avusturya, Kanada, Güney Kore ve Japonya gibi bir grup ülkeyi bir kenara koyarsanız, Rusya’ya karşı Avrupa’nın başını çektiği yaptırımlara dünyanın geri kalanı mesafeli.

“Ama, Birleşmiş Milletler oylamasında, sadece bir kaç ülke Rusya’ya destek çıkarken; geri kalanı kınama kararına destek çıktı,” diye hatırlatacak olursanız; bunun ardında Rus saldırganlığının başkalarına örnek olmasını önlemek var. Pek çok ülkenin kendi “Donbass” sorunu ya da yanıbaşında tehdit oluşturan başka bir ülke var.

Öte yandan Asya ve Afrika’nın bazı ülkeleri Batı’ya tepkili olsa da Rusya ve Çin’le yaşanan tecrübeden de çok memnun değiller. Örneğin Çin, “demokrasi, insan haklarını” dert etmiyor; ama öyle bir borç sarmalına batırıyor ki, Çin’le iş yapmaktan pişman oluyorlar.

"Swing" devletler

İşte tüm bu denklemde Türkiye gibi orta sıkletin üstü bazı ülkeler özel bir konumda bulunuyorlar. Bu ülkeler için ABD’de demokratlara da cumhuriyetçilere de kayabilecek olan eyaletler için kullanılan “swing state” ifadesi kullanılabilir.

Bugün için bunların en önemlisi Hindistan. Çin’in karşısında Rusya’yı yakınında tutmaya çalışıyor; bu nedenle ciddi miktarda Rusya’dan silah alımı yaptı. Savaşın başından beri, Hindistan’ı ikna etmek için Biden bakanlarını gönderdi. İngiltere Başbakanı daha yeni gitti.

Rusya’dan aldığı S400'lere göz yumulacak deyip, burada bir parantez açalım.

(S400’ler konusunda Hindistan, Türkiye karşılaştırması mantıklı ve sağlıklı değil. Türkiye herhangi bir üçüncü ülkeye karşı NATO’nun 5. Maddesinin koruması altında. Hindistan’ın öyle bir güvencesi yok. Kaldı ki yine Türkiye’nin silah sistemlerinin NATO ile uyumlu olması gerekiyor.)

Türkiye de "Swing" devlet mi oldu?

Sonuç olarak ABD, Hindistan benzeri ülkeleri kendi yanında tutmaya çalışacak. Bir Hindistan olmasa da Türkiye de bölgesinde özgül ağırlığı olan bir ülke. Ak Parti iktidarı sırasında izlenen politikalar nedeniyle Türkiye de bir “swing” devlet niteliği kazanmış gibi duruyor.

Ankara’daki bazı Batılı büyükelçiler, Rusya Ukrayna’ya saldırdıktan üç gün sonra Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi’ne dayanarak Boğazları Rus gemilerine kapatmasına şaşırmış durumdalar. Yani olumlu anlamda şaşırmış durumdalar. Aslında şaşırmalarına bizim şaşırmamız gerekir. Montrö Sözleşmesi uygulamaya girdiğinden beri, sözleşmeyi harfi harfine uygulayacağını söyleyen, müttefikleri lehine bile esneme göstermeyeceğini vurgulayagelmiş bir Türkiye’nin başkü türlü davranması belki de sürpriz olurdu.

Ama anlaşılan dünyada Türkiye’nin Rusya’ya öylesine yanaştığı, Batı’dan da o oranda uzaklaştığına dair bir algı oluşmuş ki, Montrö’nün Rusya’nın aleyhine de olsa uygulamaya konmuş olması sürpriz etkisi yaratmış.

Montrö kararı şaşırttı

İtiraf etmem gerekirse, ben de Boğazlarla ilgili kararının bu kadar hızlı gelmesini beklemiyordum.

Eskiden olsa, üst üste yapılan toplantılarda, savunma bakanlığı ne demiş, dışişleri ne görüş bildirmiş, hangi meseleler masaya konmuş, kararın zamanlamasına dair ne gibi unsurlar devreye girmiş; yazardık. Lakin iktidar her haber tek elden çıksın “aldığım kararı ne anlatmak zorunda kalayım ne de sorgulansın” zihniyetinde olduği için o imkân kalmadı. Kaldı ki, zaten kararla ilgili bir beyin fırtınası oluyorsa o da Cumhurbaşkanının beyninde oluyor ki zaten oraya hakim olmak mümkün değil.

Ve fakat 19 yıllık bir dış politika uygulamasına baktığımda, Erdoğan’ın, “bu kararı ne kadar hızlı alırsam Batı baskısına o denli maruz kalmam, ne kadar erken alırsam, bunu Washington’la arayı yumuşatmak için kullanırm” diye düşünmüş olabileceğine kanaat getiriyorum.

Bu karar alınırken, ne kadar Türkiye’nin çıkarlarının dikte ettiği öncelikler, ne kadar Erdoğan’ın fırsatçılığı rol oynadı emin olamıyorum.

Bu zamanlama sayesinde hava sahasını kapatmama, yaptırımlara katılmama konusunda bir süreliğine elini de rahatlatmış oldu.

Savaş uzadıkça, ki uzayacağı belli oldu, bu rahatlık giderek azalaaktır.

Her halukarda, Boğazlar konusunda yaşanan “beklenmedik sürpriz,” hali bize, Türkiye’yi Batılılırın gözünde bir “swing” devlet, “yani güvenilir olmayan, her an karşı tarafa kayacak” bir statüde gördüklerini gösteriyor.

Rusya savaşı uzun sürecek bir belirsizlik dönemine kapıyı araladı. Belirsizlik dönemlerinde kafaların karışması daha kolay olabiliyor. Bu nedenle Türkiye’nin pusulayı şaşırmaması, kendini doğru yere konumlaması gerekiyor.

Türkiye'nin yeri belli

Aslında Türkiye’nin yeri yurdu belli. NATO ve Avrupa Konseyi üyesi, AB’ye aday ülke. Pek çok Avrupa kurumunun üyesi, yada stratejik ortağı. Ticaretinin çok önemli bir bölümü Avrupa ile. Şimdi herkes ne olacak Rus turistler diye soruyor ama hatırlayalım, Covid’in başında Avrupa’dan turist akışı durmasın diye, turizm bakanı Avrupa başkentlerine koşturmak durumunda kaldı.

Elbet Batılı demokrasiler de sütten çıkmış ak kaşık değil. Ancak kendilerini de sorguluyorlar. Türkiye aynı göz hizasından bakıp Batılı müttefikleri sabah akşam eleştirebiliyor. Aynı durum Tük - Rus, Türk- Çin ilişkileri için söz konusu değil.

Türkiye’nin sağlam bir şekilde Batı’ya çıpalanması, onun Batı’yla her anlamda aynı çizgide olması anlamına gelmez. Elbet diğer küresel ve bölgesel güçlerle de ilişkilerini geliştirecektir. İşte mesele o dengeyi, altın oranı tutturmak. Şimdiye kadar yapılan şark kurnazlığı idi ki, o fırsatçılığın sınırlarına çoktan gelindi.

Yazarın Diğer Yazıları

Yeni dönemde CHP'nin dış politikası nasıl şekillenecek?

Seçim sonuçları Türk kamuoyu kadar kadar dünya için de sürpriz oldu. Bu nedenle uluslararası kamuoyu, CHP'ye ayrı bir gözle bakmaya başladı bile. Yani CHP'nin uluslararası ilişkiler ve dış politikaya eskisinden çok daha fazla önem vermesi kaçınılmaz

Seçimler bitti, Bakü'yle İsrail sendromu da bitmeli

Ankara, Ermenistan liderinin AB ve ABD ile yaptığı üçlü toplantıya tepki gösterdi. Bakü'nün dayatmasına teslim olan iktidar, Kafkaslar'da barış için gerekli adımları atamıyor. Azerbaycan'ın korkusuna inisiyatif alamayınca boşluğu başka aktörler dolduruyor

İmamoğlu, Erdoğan'ın uluslararası konumuna da rakip olarak geliyor

CHP'nin de seçim sonuçlarını uluslararası bir vizyonla okuması; dahası bundan sonra siyasetinde uluslararası vizyona daha fazla yer açması gerekir. Bunun ipuçlarını özellikle İmamoğlu'nun 31 Mart gecesi yaptığı konuşmada görmek sevindirici. Erdoğan'ın balkon konuşmalarında yaptığı gibi İmamoğlu da dünyaya mesaj verdi