15 Aralık 2020

İfşacı mısınız, linççi mi?

-

Mantoları nedense hep kahverengi olurdu bizim mahalledeki teyzelerin. Gözleri yerde, kamburları çıkık öyle ahlaya, oflaya yürüyüşleri vardı ki, onları her gördüğümde (iç içeydik zaten) çocuk aklımla dünyayı ikiye böler; teyzeleri bir tarafa, hayatı başka tarafa yerleştirirdim.

Hayat benim için, her türden neşe ve sevinç, her türden kutlama, yaldızlı kartpostallar, komik filmler, akşama kadar sokakta oynamalar... olurken, bu teyzeler de hayatın öbür yüzü ama daha çok ölüme benzeyen bir şeydiler.

Evlenip çoluk çocuğa karışmış, her biri "ununu elemiş, eleğeni asmış"tı. Zira ev oturmalarında ne zaman eğlenceli bir yere gitmekten ya da yeni bir şeyler almaktan bahsedilse, "anam, ben unumu elemiş, eleğimi asmışım" derlerdi. Bu söz, evli ve çocuk sahibi olan bütün kadınların koruyucu kalkanı gibiydi sanki. Başlarına hayata dair bir şey geldiklerini hissettikleri anda otomatikman böyle söylerlerdi.

Teyzeler dedimse yanlış anlaşılmasın tabii, bugünün yaş algısıyla "hâlâ çok genç" olan kadınlardı hepsi; taş çatlasa kırklarındaydılar.

Bir de "hafifmeşrep" olanlar vardı. Yani "orosp..." olmaya ramak kalmış olanlar. Ev oturmalarında "orosp..."lar pek gündeme getirilmezdi de "hafifmeşrep" olanlar (mazallah) böyle giderse "kötü yola" düşüp "orosp..." olabilirlerdi.

Korkulu, karanlık bir geçidin üzerinde salınıp duruyordular "hafifmeşrepler". Ama "başları bağlanır"sa...

Bir taraflarına insan dışkısı sürülmüş gibi üzerlerini parmak uçlarıyla eller; "tüühh, yazıklar olsun!" derlerdi bilmem kimin "hafifmeşrep" kızı için. "Babası da nasıl, saygıdeğer bir adam. Adama yazık!" Yıkılacak, darmadağın olacak, izzet-i şerefi lekelenecek biri varsa, o babaları ya da erkek kardeşleriydi. Bahsettikleri kadının hayatı değil.

Kötü yola düşmek üzere olan kadınlar babaları ve erkek kardeşleri nezdinde bütün erkeklerin hayatlarını lekeliyorlardı.

Neşenin ve hayatın hafif göz kırpması karşında bile tir tir titreyen kadınlardı hepsi.

Ağırbaşlı, ezik, çok çekmiş halleriyle hayata karşı kendilerini savunmaya alıyorlardı (güya). Öldüklerini, diri diri mezara gömüldüklerini biliyorlar mıydı?

Biliyorlardı belki de. Biliyorlardı da laf olsun diye konuşuyorlardı belki de. Hem böyle yaparak kendilerine zehir olan hayatın, henüz yolun daha başında olan diğer kadınlara da zehir olmasını istiyorlardı belki de.

Herkesin (yaş skalasına göre), böyle bir büyükannesi, annesi, ablası, halası, teyzesi, yakını, komşusu olmadığını kim söyleyebilir!

Son günlerde duyulan linç mi, ifşa mı diye ikiye ayrılmış sesler; bu teyzelerin (arketipsel -kültürel yapıtaşı-) reflekslerinde mi can buluyor yoksa!

Gerçi çoçukluğumuzun hayatı, neşeyi, kadınlığı karşısına almış teyzelerinin bu halde olmalarına neden olan erkeklik duruşundan, onun bizzat fail oluşundan bahsetmedik henüz.

Bilindiği gibi onlar gizli özne. Bilindiği gibi gizli özneler, günah keçilerini öne sürerek bitirirler işlerini.

Çocukluğumuzun teyzeleri "anam biz unumuzu eleyip, eleğimizi asmışız" demek yerine, kocaları tarafından nasıl tecavüze uğradıklarını, değersizleştirilip yok sayıldıklarını, sadece kadınlıklarının değil ömürlerinin de nasıl çalındığını söyleyip, çevrelerindeki erkeklerin kendilerine yaptıklarını tek tek anlatsalardı nasıl olurdu?

Linçci mi olurlardı, ifşacı mı?

Bugünlerde önemli olan tek soru bu. Yani konu horoz döğüşü haline getirilip, yaşanlardan soyutlanarak çoktan gizli öznelerin ve günah keçilerinin uzağına düşmüş durumda.

Hangi taraf kazanacak diye, keyif çekip eğlenenler var.

"Amaan bu feminikler de çok oldular" diyenler de var.

"Bu güç sahibi adamların hepsi aynı şeyi yapıyor" diyenler de...

Ama konu hiç bu kadar basit değil?

Zira, nesiller boyu daha ölmeden diri diri toprağa gömülenlerin basit tartışmalarla işi olmaz.

Duyulan, nesiller boyu hayatları daha başından kırılmış kadınların sesidir.

Bu ses birilerine çok güçlü, çok agresif, çok müsahamasız, çok katı, çok acımasız gelebilir.

Ama inanın, duyulan "orospu, hafifmeşrep" yaftası asılarak çalınmış, parçalanmış hayatların sesidir.

İnanın açık olmanın, adaletli olmanın sesidir!

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!