07 Ağustos 2022

Nihat Ziyalan: Gurbet duygusunun sopasıyla sıkça dayak yerim, özlem duygusuyla baş edebilmek için şiirime sarıldıkça sarılıyorum

"Şiirim dâhil bütün yazdıklarımda, bir resimleme, manzaralı bakmak vardır. Kamerayla çekiyormuş gibi"

Sinemadan edebiyata, Yeşilçam'dan kitaplara sırlanmış bir hayatı konuştuk Nihat Ziyalan'la. Ömür bir gurbet türküsü gibi çağladı fotoğraflarda.

 

- Şiir, roman, öykü, tiyatro, sinema. Benim gibi toy bir çocuğun sormak istediği pek çok alanda deneyime sahipsiniz. Ama şiire benim kadar bağlanmış birinin ilk soracağı şey elbette şiir üstüne olacaktır. Şiiri diğer tüm türlerden en az sinema kadar ayrı tuttuğunuzu düşünüyorum. Bu açıdan şiirle, şiirinizle ilgili ilk adımın sesini duymak isterim. İlk şiirinizin adı nedir, şiire nasıl yöneldiniz? Yurdunuzdan çok uzakta olmanın şiirinizi besleyen bir yanı var mı? Bu kadar uzaklık neyi değiştirdi? Özlem duygusu sizi yoruyor mu?

Şairliğimin yedi sekiz yaşındayken başladığına inanıyorum. Etrafımdaki insanların yüz anlatımını, ses tonunu, davranışını kendimde hissederek, özümseyerek bakardım. Soruşturan bir gözle bakar, kendimce yanıtlardım. Göçük insanlar, diğer canlılar, doğa ilgimi çekerdi. Kıyaslayarak bakardım. Bu da bana muhalif bir bakış kazandırdı. Neden yoksul? O neden varsıl? Bakışım öğretmenim oldu. Yıllar içinde beni yoğurdu, yetiştirdi. Duygusal biriydim. Salt benim değil, diğer göçüklerin de güler yüze, mutluluğa gereksinimi vardı. Moral veren bir muhalif bakışım oluştu bu yüzden. Yazdıklarımda ölüm çok az geçer. Boku bile yazsam "burcu burcu kokuyor" demesini öğrendim.

İlk şiirimin adı Dumlupınar Denizaltısı…  Hatırlamıyorum ama duygusal bir iş olmalı. Kimseye benzemeyen, etki filan taşımayan bir iş olmalı. Adana'da yayımlanan, Bugün Gazetesi'nin sanat sayfasında yayımlandı. (Belki arşivde bulunabilir.) Bu da bana hız verdi. Şiir çalışmayı sürdürdüm.

Yurdumdan çok uzaktayım. Elbette bu yazdıklarımı etkiliyor. Gurbet duygusunun sopasıyla sıkça dayak yerim. Özlem duygusuyla baş edebilmek için şiirime sarıldıkça sarılıyorum.

-Tiyatroyu, sinemayı edebiyattan çok uzak, ayrı bir yere koyamayız elbette. Tiyatroya, sinemaya uyarlanan metinlerden yola çıkarsak; Semih Gümüş editörlüğünde yayımlanan, aynı zamanda bir gençlik romanı olan,  Attım Kapağı Yurtdışına, sinemaya ve tiyatroya uyarlanmaya çok uygun bir kitap. Böyle bir uyarlama yapılsa nasıl karşılarsınız?

Şiirim dâhil bütün yazdıklarımda, bir resimleme, manzaralı bakmak vardır. Kamerayla çekiyormuş gibi. Attım Kapağı Yurtdışına'yı yazmaya başlar başlamaz "bunun filmini bakalım yapan çıkacak mı" diye sormuştum kendime. Bütün yazdıklarımın filmi çekilebilir. Ama bu bakışı sinemaya geçtikten sonra edinmiş değilim, dedim ya, yedi sekiz yaşlarında başladı.

-Şiirin yanı sıra öykü, roman, tiyatro oyunu yazdınız (Nasrettin Hoca İle Azrail ). Bir şairin diğer türlerde yazmış olması müthiş bir şey. Edebiyat ortamında çoğunluk böyle düşünmüyor. Bir şairin özellikle roman yazmasını eleştiren var. Sizce bir şair diğer türlerde yapıt kaleme alırken nelere dikkat etmeli. Diğer türlerden birini yazarken, özellikle roman, şiirsel bir dil kullanmalı mı?

Bana şair değil de, yazar denilmesini isterdim. Her türün dili ayrıdır. Eğer roman şiirsel bir dil istiyorsa şairin işine gelir bu. Şairin şiiri diğer türlere ancak yapıt izin verirse girebilir. Roman dili, öykü dili, oyun dili vardır. Olmalıdır.

-Çukurova Sanat Ödülü dışında siz de benim gibi ödüller konusunda pek heyecanlı değilsiniz. Ödüllerin, kurulların tarafsızlığını yitirdiği konusu dâhil, herkes için geçerli olmasa da, aldığı ödülü, hem de kendini berbat edenleri görüyoruz. Bu konuda gençlere, yazmaya yeni başlayanlara söyleyecek bir şeyiniz var mı?

Çukurova Sanat Ödülü ilki bana verildi. Belki Adanalı oluşumdan ötürü bu yetti. Diğer ödüllere katılma gereği duymadım. Ödüllerin seçici kurulunda arkadaşlarım var çoğunca, onun için bu konuda konuşmak istemiyorum. Yalnız kafasında ödül alacağım diye yazan biri ödüle tutsak olur, bu da onu kısıtlar. Ödüllerin gençlere verilmesinden yanayım.

-  Geçenlerde kaybettiğimiz Küçük İskender'in sinemaya katkıları olmuştu. Siz Küçük İskender'i nasıl tanırdınız? Edebiyattaki yeri nedir?

Küçük İskender'in oynadığı Ağır Roman'da yönetmen Mustafa Altıoklar onun şiirlerini kullandı. Bu da filme çok şey kattı. Başka bir filmde daha oynadı. Ama Ağır Roman'daki şiirleri müthişti. Sağ olsun yayınevine son iki kitabını göndertmişti. Valiz Bir'de eşcinsel yanını edebiyatla verişine tanık oldum. Buna hayran kaldım. Varoştaki çocuklara, garibanlara yakınlığı vardı. Onları mutlu etmeyi amaçlayan bir davranıştır bu. Onu eşcinsel yanından ötürü karalayan, yasak getirenlere şunu söyleyeceğim "Küçük İskender götüyle yazmıyordu. Eşcinsel yanını edebiyatla dillendiriyordu." Edebiyattaki yerini zaman gösterecektir. Hem yazar olarak, hem de arkadaş olarak unutamayacağım biridir.

- Dervişlik bir yaşam biçimidir bence. Şiirinizde, yazdıklarınızda güler yüzlü, umut aşılayan bir diliniz var. Bu doğuştan mı yoksa sonradan mı edindiniz?

Daha önce de söylediğim gibi göçük insanların arasında büyüdüm. Gecekondu çocuğuyum. Karamsarlığa düşman oldum bu yüzden. En karamsar yanımı dillendirirken bunu incitmeden, arabeske düşmeden, mıncıklamadan yapmaya çalışırım. Kişiliğimde var bu. Yazdıklarıma da yansıyor.

- Sinemayı özlüyor musunuz? Yazmak bu özlemi dindiriyor mu? Türkiye sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Bu sizi etkiliyor mu?

Filmlerimde hiç kendimi konuşmadım. Hep başkası konuştu. Dublajdır. Sesli bir filmde oynamayı çok isterim. Çünkü sinema oyunculuğunu öğrendim dediğim sırada sinemadan seks filmleri yüzünden uzaklaşmak zorunda kaldım. Bir süre önce beğendiğim yönetmen Ezel Akay'dan çekeceği film Zübük'te oynamam için rol teklifi aldım. Sesli çekileceği için hemen kabul ettim. Çalıştım. Hazırlandım. Fakat o sırada kalkışma oldu. Sponsorlar geri çekildiği için şimdilik film kaldı. 

Geldiğim yerle yatıp kalkan biriyim. Ülkeme bağlıyım. Orada olanları hissederek yaşamımı sürdürüyorum. Bu da yazdıklarıma yansıyor. Muhalif dilim acımasız oluyor. Atatürk ilkelerine bağlı kişiliğimden ötürü Cumhuriyet düşmanlarına karşıyım. Geçenlerde Notos'ta sevgili Haydar Ergülen "Direniş şiire sızıyor" dedi. "Direniş'in" başka bir tanımı "muhalif'tir". Şiirimin yapısında anadan doğma bu vardır. 

- 1980 sonrası yurtdışına gidip dönmeyen, dönemeyen birisiniz. Yılmaz Güney de bir daha dönemeyecek elbette. Fakat siz ne zaman yurda döneceksiniz? Yılmaz Güney'in sinema tarihi ve edebiyattaki yeri ve sizin hayatınızdaki yeri nedir? Yılmaz Güneysize ne kattı, siz ona ne kattınız?

Bu iktidar başta olduğu sürece yurda dönmem mümkün değil. Ben ölmeden giderlerse hemen geleceğim. Yılmaz Güney'i tanınmış bir edebiyatçı olması için Adana'dan uğurlamıştık. Fakat geçim sıkıntısından sinemaya girdi. Çok da başarılı oldu. Yaşasaydı çok daha önemli filmlere imza atacağına inanıyorum. Yılmaz Güney, Özdemir İnce'yle bir sac ayağıydık. Birbirimize dostluklarımızı verdik.  Özdemir yaşamımın önemli bir parçasıdır. Ömrü uzun olsun dilerim.  Kültürümüzü genişletirken birbirimize yardımcı olduk. Yarışırcasına kitap okur ve bunlar üstüne tartışırdık. Bizi geliştiren bir yaşam biçimiydi bu.

- Sormadan edemeyeceğim bir isim de Özdemir İnce'dir. Onun şiirini sevdiğinizi biliyorum. Yaşamınızın yanı sıra şiirinizde de bir yeri var mı? Genç yazarlara Özdemir İnce'yle ilgili vereceğiniz bir mesaj var mıdır?

Özdemir gençliğimdir, Çukurova'mdır. Yalınayaklığımdır. Şiiri yücedir. Kendisi söylemez ama başka dillere çokça çevrilen bir yazardır. Onun en önemli yanı şiirinin oylumudur. Kitap şiir yazan, nehir şiir yazan duruma geldi. Benim şiirim ayrı teldendir. İkimizin şiiri de başkasının şiirine benzemez. Gençler Özdemir'in şiir kuramı kitaplarını okusun. Üniversitelerde ders olarak okutuluyor. Ellerinin altındaki bu fırsatı değerlendirirlerse, çabuk yol alırlar.

- Son olarak; benim için neden önemli olduğunu kestiremediğim, fakat söyleşi yaptığım yazarlara sormadan edemediğim bir şey vardır: Sevdiğiniz bir şarkının, türkünün sözü veya aklınızdan çıkmayan beğendiğiniz şiirin bir bölümü lütfen?

 "tüm varlığım karanlık bir ayettir benim

seni

kendinde tekrarlayarak

yeşermenin ve çiçeklenmenin sonsuz gündoğumuna götürecek.

ben bu ayette senin için ah çektim, ah!

ben bu ayetle

ağaçla ve suyla ve ateşle birleştirdim seni.

FURUĞ FERRUHZAD

 (Yeniden Doğuş'tan)

Ayfer Feriha Nujen kimdir?

Ayfer Feriha Nujen; yazar, sosyolog ve mühendistir. İlk şiirleri on dört yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Yokluk, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Amargi gibi dergi ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Pek çok alanda ve türde çalışmalar yaptı. Halen T24'te haftalık yazılar yazmaktadır.

Bedenim Mezarımdır Benim, Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül, Aşkın 7. Harikası Tac Mahal, Ay İle Güneş Arasında, Duasız Ölüler, Şairin Kara Kutusu/ Nilgün Marmara, Kırağı/Seyhan Erözçelik Şiirine Bodoslama, Öteki Cins Şair, Ey Arş Sıkıştır! yayımlanmış bazı kitaplarıdır. Yazmayı ve çeviriler yapmayı sürdürmektedir. İstanbul'a bağlı bir kasabada yaşamını sürdürmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Bazı şairler, kitaplara girmemiş şiirler gibisiniz: Sami Bey, şimdi nerelerdesiniz?

Herkes kendi derinliğini kendi doldurur, kendiyle doldurur tabii ama Sami Baydar'ın çocukluğu da ilk gençliği de ve son günleri de yoksullukla doludur. Onun derinliğini yaratan da dolduran da bizim bilmediğimiz, bildiklerimizin yetersiz kalacağı derece ciddi bir yoksulluk ve onun getirdiği bir yalnızlıkla doludur. Hakkında yazılmış hiçbir makalede buna değinilmemiştir

Bir tahlil değil, bir hatıra: Ne güzel şarkıdır Destina

Kelimelerin de elbette bir ruhu var, dizelerin içinden bazen fışkıran bu sesler gaipten gelen sesler değiller. Yaşamışız, insanız ve o sesleri yaşatan geçmişe dayanır insanlığımız. Burası, yaza okuya sonunda insanın varacağı yer. Aşk acısı gibi değildir, o da deler ama geçer gider. Retoriğe sığmayan dünya sancısının bir formudur şiir

Yorgun genç şairler, üzülmeyin: "Elimize değen ölür"

Hiçbir şeyi, şiirin teknik hiçbir dayanağının olmadığını, içimize yerleşmiş bir konuşma ihtiyacının ürünü olduğunu öğrendiğim kadar hızlı öğrenmedim