13 Kasım 2019

Yakalayın Ahmet'i ve betona gömün…

"Reisimize destek vermeyen, karşısına geçen o adam mapuslarda çürüsün" diye naralar atıp yazılar, haberler döktüren AKP medyasının istediği oldu, muratlarına erdiler…

Hemen hemen bitmiş bir yazı çöpe atılır mı ?

Atılır.

Attım zaten.

Haber geldi:

4 Kasım günü tahliye edilen Ahmet Altan hakkında yeniden yakalama kararı çıkarıldı.

Hatırlarsınız, 26. Ağır Ceza Mahkemesi Yargıtay kararına uymuş ve Yargıtay'ın "O kadar ağır olmasın, şöyle 5 ila 15 yıl arası bir ceza verin gitsin" tavsiyesine(!) uymuş ve 10 yıl 6 ay hapse mahkum edip hapiste yattığı süre göz önüne alınarak tahliyesine karar vermişti.

Savcı derin(!) hukuk bilgisine dayanarak sadece Ahmet Altan hakkındaki tahliye kararına itiraz etmişti. Kural gereği itirazı görüşen 27. Ağır Ceza Mahkemesi üç yıllık kalın dosyayı jet hızıyla inceleyip tahliye kararının hukuksuz olduğuna ve Ahmet Altan'ın yeniden tutuklanmasına, bu sebeple de yakalanmasına karar verdi.

Böylece Ahmet Altan'ın meslek kusurlarından başlayıp, asker düşmanlığına, Cemaat muhipliğine filan sıçrayıp bütün günahlarını(?) histerik intikam çığlıkları atan ve "Benim gibi düşünüp davranmayan gebersin" diyen sağlı sollu (evet sollu) sosyal medya cellatlarının ve "Reisimize destek vermeyen, karşısına geçen o adam mapuslarda çürüsün" diye naralar atıp yazılar, haberler döktüren AKP medyasının istediği oldu, muratlarına erdiler…

Bana da…

Bana da avukat arkadaşlarımın "Sakin ol, yazdıklarını üç kez oku. Öyle yayınla. Ahmet'in yanına bir de seni eklemesinler" öğütlerine uymak düştü.

Elimden gelen bundan ibaret. Bitmek üzere olan bir Tırmık'ı çöpe atıyorum ve becerebildiğim kadar "sakin" olarak okuduğunuz paragrafları yazıyorum.

Bitmek üzere olan Tırmık'ı ise aşağıya yapıştırıyorum. Okumanız için değil sahiden çöpe attığımın kanıtı olsun diye…

Buyrun.

* * *

Medya kabuk değiştiriyor

Farkında mısınız, basılı gazeteler, bizim meslek jargonunda kağıt gazeteler can çekişiyor. Her gün düzenli bir kağıt gazete alanlardansanız bu çöküşün, hatta yok oluşun farkında olmayabilirsiniz.

Sayıların çıplak dili sözünü ettiğim yok oluş sürecini açıkça kanıtlıyor.

1998 yılında Türkiye'de, ulusal düzeyde dağıtılan gazetelerin günlük net satışı 6.850.000 idi. (Yazıyla: Altı milyon sekiz yüz elli bin)

2019'un Kasım ayının ilk haftasında kağıt gazetelerin net satışlarının toplamı ise 1.900.000'den ibaret. (Yazıyla: Bir milyon 900 bin)…

1998'den bu yana düşüş sarsıcı: 4.950.000 (Yazıyla: Dört milyon dokuz yüz elli bin)

Ben mesleğe başladığımda medya denince esas olarak kağıda basılı gazeteler, siyah beyaz devlet televizyonu ve yine devlet radyoları anlaşılırdı. Hoş henüz "medya" terimi de bilinmez; bilenler de kullanmazdı. Varsa yoksa basın…

Gazeteler eritilmiş kurşunun küçük harf kalıplarında dondurulmasına dayanan yöntemle dizilir, lokomotif büyüklüğünde baskı makinalarında (Rotatif) basılır, kamyonlarla Türkiye'ye dağıtılırdı. İstanbul okuru bir önceki gece yarısına kadar gelen haberleri okuyabiliyordu. Ankara ve İzmir saat 22.00'den sonra olup biteni gazetelerden değil, radyodan filan öğrenebilirdi.

Geri kalanları ise gazetelerine kavuşmak için İstanbul'a uzaklıklarına göre ve iklim koşullarına bağlı olarak öğle saatlerinden ertesi gün öğleye kadar beklemek zorundaydılar…

Gelelim bugüne… Artık başka bir medya iklimindeyiz. O kadar ki adeta

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim