01 Mayıs 2020

Sinemamızda 2019 yılının 'gişe mucizesi'

Keşke biraz daha sade olabilseydi...

7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE

X X X

Yönetmen: Mehmet Ada Öztekin
Senaryo: Özge Efendioğlu, Kubilay Tat
Görüntü: Torben Forsberg
Müzik: Hasan Özsüt
Oyuncular: Aras Bulut İynemli, Nisa Sofiya Aksongur, Deniz Baysal, Celile Toyon Uysal, İlker Aksum, Yurdaer Okur, Sarp Akkaya, Yıldıray Şahinler, Deniz Celiloğlu, Gülçin Kültür Şahin, Ferit Kaya, Cankat Aydos, Hayal Köseoğlu, Doğukan Polat, Serhan Onat, Emre Yetim, Serhat Üstündağ

03 Turkey Medya- C3 Entertainment yapımı.

Ne hikâyeymiş bu... Bir Kore filminde (elbette Güney Kore) işlenmiş. Ve hemen değilse de bir süre sonra birkaç kopyası yapılmış. Tarihleriyle vermek gerekirse, 2013 yapımı filmin 2019'da Filipinler'de, 2020'deyse Endonezya'da hemen aynısı çekilmiş.

Ve yine 2019'da bizde... Hem aynı adla, hem de temelde aynı hikâyeyle... Ama en çok ilgi göreni, sanırım dünya çapında en çok izleneni bizim film olmuş. Ne başarı!..

Doğrusu ülkemizde 2019 yılının en çok izlenen filmini böylesine gecikmeyle izlerken hem etkilendim hem kızdım hem keyif aldım. Öncelikle kendime kızdım, böylesine bir ulusal başarıyı kaçırdığım için... Ama derler ya, geç olsun da...

Film aykırı bir baş karaktere sahip. Zekası 6-7 yaş düzeyinde kalmış, ama çok sempatik bir genç adamı, Memo'yu tanıyoruz. Tam adıyla Mehmet Koyuncu. Muğla doğasındaki köyünde, 7 yaşındaki kızı Ova ve büyükanne Fatma'yla yaşamaktadır. Kızın annesi ortada yoktur, anlaşılan bir süre önce çekip gitmiştir. Bir sahnede Memo'nun utanarak anlattığı gibi, eşiyle 'halvet olup' ona Ova'yı armağan ettikten sonra... 

Dönem1983 yıllarıdır. Ülkede 12 Eylül darbesinin ağırlığı sürmekte, askerin borusu ötmekte, sıkıyönetim yer yer baskısını duyurmaktadır. Yerel sıkıyönetim komutanı yarbay Aydın'ın da Ova'yla aynı yaşta bir kızı vardır, Seda. İki kız da aynı marka bir okul çantasına gönül verip illa da o diye tutturmazlar mı? Bu durum iki babayı, yani gerizekalı Memo'yla gururlu ve acımasız yarbayı karşı karşıya getirmez mi?

Ve her melodram gibi (filmin katıksız bir melodram olduğunu geçerken söyleyelim!) bunda da "kader ağlarını örüyor" mantığı egemendir. Bu nedenle, hemen o sıralarda Memo ve küçük Seda'nın yolu birlikte kayalık sahile düşer. Ve ayağı kayan Seda denize uçar. Kızının ölümüyle sarsılan komutan için, Memo artık ezilmesi gereken bir düşmandır. Önce hapishane, oradan da, Allah'ın izniyle, idam sehpası... 

Ama oraya gelinceye kadar daha neler neler olmayacaktır ki... Ancak son idamını 1984 yılında uygulayan, 1994'de tüm dünyayı izleyerek yasaklayan ve 2004'te bu yasağı hukuken pekiştiren bir ülkede, yarbay ve benzerlerinin ellerini çabuk tutması gereklidir.

Kore filmini ve diğer kopyalarını görmemiş, bizim filmin sadece bizim piyasada 5 buçuk milyona ulaşmış (2019'un kesin gişe rekoru) seyirci sayısından elbette etkilenmiş bir sinema tutkunu olarak, bu filme de temiz kalple yaklaştım, Netflix'te gösterilmesinden yararlanarak... İşte başlıca düşüncelerim.

Bir kez, ilginç bir hikâye kuşkusuz birden çok filme konu olabilir. Özgünlük esastır da denebilir; ama unutmayın ki tüm klasikler -diyelim ki Hamlet- sayısız kez filme alınmış ve her film kendi sinemasal özellikleriyle yargılanmıştır. Burada da öyle olması gerekmez mi?

Bu rastlantılar, acılar, hüzünler ve keskin duygular yumağı film, sonuç olarak temiz, dürüst, hayli emek harcanmış bir çabayla perdeye aktarılmış, 132 dakika gibi hayli uzun bir süreyi yeterince doldurarak... Elbette hem asıl filmden 'müdevver' olarak hem de bizim Yeşilçam geleneğimizden kaynaklanan biçimde, filmin ağır bir melodram olduğu ve her şeyin fazla abartıldığı söylenebilir.

Ama filmin artıları da var. Bunlardan biri, olayların tam gereken bir döneme, yani 12 Eylül sonrasına oturtulmuş olması. Böylece askeri otoritenin varlığı ve de yarbay Aydın'ın tüm hikâyenin baş kötü adamı olarak gösterilmesi, bir yan destek buluyor. Ki aslında o hem mazlum (kızını yitirmiştir), hem zalimdir (bir baba-kıza karşı acımasızdır). Belki askerlerimizi tedirgin edecek bir durum, ama kendine göre gerekçeleri olan... 

Ayrıca hikâyenin biraz sürpriz biçimde, bu aile dramı ve intikam öyküsü kalıplarından sıyrılarak, bir hapishane öyküsüne kayması... Böylece işin içine bir düzineye yakın yeni kişilik giriyor: koğuşun başbelalısı Askoroğlu, Hafız, Yusuf, Tevfik, Selim... Müdür Nail, yarbayın sözcüsü yüzbaşı Faruk...

Ve başlarda, bu ağır suçlular koğuşunun hepsi ürkünç gözüken talihsiz insanları, giderek insanlığın o yok edilemez iyi yanlarını, merhamet duygusunu ve vicdan kavramını gündeme getirir oluyorlar. Başta 'çocuk katili' diye nefret ettikleri ve neredeyse kıyacakları Memo'yu, sonunda iyi bir oğul, iyi bir baba, iyi bir insan olarak görüyor, onu Ova'yla buluşturmak içi olmadık dümenler çeviriyorlar.

Ve herbiri içinde gizlenmiş insanlığı keşfediyor. Örneğin en azılı ve acımasızları olan, bir tür seri katil, sanki koğuşun reisi Astoroğlu, yüzüne bile bakmadığı eşi ve üç çocuğuna muhabbetle sarılıyor... En zalim bir suçu işlemiş, masum kızını öldürmüş bir diğeri ("ben artık öteki tarafta bile kızıma kavuşamam"), vicdanını ancak hayatı pahasına rahatlatabiliyor. Hep acımasız gözükmüş olan müdür Nail ve yüzbaşı Faruk, hakkın tarafına geçebiliyor. 

Ki bu çok geç gelen acıma duygusunun bana bambaşka bir eseri, Reşat Nuri Güntekin'in çok sevdiğim romanı Acımak'ı hatırlattığını da söylemeliyim.

Ve tüm bunlar akla sinema tarihinin ünlü hapishane filmlerini getiriyor: I Was a Fugitive from Chain Gang, The Last Mile, Angels with Dirty Faces, Brute Force, I Want To Live, Point Black... A Clockwork Orange, The Shawshank Redemption, Alkatraz Kuşçusu, The Green Mile... Bizden de 72. koğuş.

Bu arada bir sahnede Memo'nun canhıraş bir sesle "gardiyan" diye haykırması, bir zamanlar ülkemizde yaşayan İspanyol şarkıcısı Juanito'nun Türkçe söylediği "Gardiyan, etme beni ziyan" şarkısını akla getirmiyor değil!..

Ama ön planda baba-kız var. Memo ve Ova ilişkisinin belki sinemada görülegelmiş en etkileyici baba-kız ilişkisi olduğu söylenebilir. Kuşkusuz iki oyuncunun, Aras Bulut İynemli ve Nisa Sofiya Aksongur'un büyük katkılarıyla... O duvar arkasından bile söylenen Lingo Lingo Şişeler lafı kolay unutulmayacak!..

Ayrıca büyükannede Celile Toyon Uysal harika. Ki bugün 75 yaşında, yani evinden çıkamayanlardan!.. Mine öğretmende Deniz Baysal, başta Askoroğlu'nda İlker Aksum olmak üzere tüm koğuş ahalisi de iyi seçilmiş, iyi oynamışlar. Torben Forsberg'in görüntüleri, Hasan Özsüt'ün müziği de üst düzeyde. Ben filmde adı -yanılmıyorsam- Cengiz olan arkadaşın söylediği türküleri de çok beğendim.

Ve elbette yönetmen... Yani geminin kaptanı... Mehmet Ada Öztekin daha önce Martıların Efendisi ve Kaybedenler Kulübü Yolda filmlerini yönetmiş. İkisini de gördüm, yazdım. Ayrıca Kuzey-Güney, Bodrum Masalı, Ferhat ile Şirin gibi TV dizileri de yönetmiş. Bu 'ısmarlama' projenin altından iyi kalkmış ve umulan sonuca -hatta ötesine- ulaşmış.

Bu başarıdan ve erişilen seyirci ilgisinden sonra benim söyleyeceklerimin bir önemi yok, biliyorum. Ama filmin sanırım yeterince hakkını verdikten sonra, en azından şunu demeliyim: Bu her şeyiyle bir ölçü büyük tutulmuş, aşırıya kaçmış melodram keşke biraz daha sade olabilseydi... Belki seyircisinden biraz yitirir, ama daha çok saygınlık kazanırdı.


Not: Film Netflix’te Türkçe altyazılarla oynuyor. İşitme sorunu olanlara yararlı olabilir.  

Yazarın Diğer Yazıları

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...

Aziz Nesin'i sinemaya aktarmanın belki en usta işi örneği

Hikâyelerin tümü usta biçimde yoğrulmuş; alabildiğine serbestçe, özgür ve özgün biçimde perdedeki yerini almış: Nesin'e çok yakışan bir mizahın yer yer absürt biçime dönüşmesiyle...