16 Mayıs 2020

Virüs Çağı mı?

Dante’nin "İlahi Komedya"sının Cehennem bölümünün hemen başında yazdığı gibi: "Hayat yolumuzun ortasında/ Karanlık bir ormana düştü yolum/ Çünkü doğru yol kaybolmuştu." Tekrar yolumuzu, doğru yolumuzu nasıl bulacağız?

Eric Hobsbawm’ın 1994’te çıkan kitabının adı "Aşırılık Çağı"ydı. Alt başlığı ise: "Kısa 20. yüzyıl Tarihi (1914-1990)." Bu çalışmasında Hobsbawm; "aşırı siyasi" güçlerin siyasi yönetimi ele aldıkları bir çağ içinde, umutların canlandığı, felaketlerin yaşandığı topyekun savaş yıllarının ekonomik uçurumlara sürüklendiği, büyüme anlarında "toplumsal bir devrim" içine girildiği, kültürel, ekonomik ve siyasi bir dünyayı anlatmaktaydı. 21.yüzyıl başında ise, aşırılıklar toplumları belki yine benzer süreçleri yaşamaya doğru sürüklemeye başlamıştı. Unutulanları (Temerküz Kampları, anti-semitizm, zorunlu şehirleşme geri gelmeye başladığı siyasi dışlama hareketleri) tekrar yaşamaya başladık; ama bizi bugün asıl başka bir çağa doğru taşımaya başladı: "Virüs Çağı".

2002 yılında Çin'de, Sars CoV-1 ile başlayıp, kuş gribi, domuz gribi (İnfluenza), bir Koronavirüs enfeksiyonu olan Mers CoV ve Ebola, Kırım Kongo Kanamalı ateşi, bilhassa Brezilya’da Zika salgını, şu anda pek konuşulmayan balıklardan gelen CoV ve en son da bebeklerde görülen Kawasaki gibi hastalıklar birbiri ardına sürdü ve sürmeye devam etmekte. Koronavirüs salgını en sonunda pandemi olarak dünyayı sardı. Covid-19 adı altında hepsinden etkili oldu ve hayat şartlarımızı, yaşantı biçimlerimizi değiştirmeye doğru sürükleyen vurucu bir etki yarattı. Bunların Antroposen ile alakalı olduğu ileri sürülmekte: yolculuklar, kıtalar arası uçuşlar veya yer değiştirmeler. Son yıllardaki uçak yolculuklarının dört milyar civarında olduğu ileri sürülmekte (Philippe Sansonetti, College de France Paris 15 mart 2020 kaynaklı bilgi).

Bir evvelki salgın süreçlerini tam olarak hatırlamıyor olabiliriz, belki de. Etkilendiğimiz ve etkilenmediğimiz salgınlar olarak bunlar haberlerde takip edip de aklımızda pek kalmadı. Halbuki, bazı aklı evveller bu duruma yıllar evvel dikkat çekmiş vaziyetteler. B. Gates’in konuşması bunlar arasından en çok bilineni. Bütün dikkat çekmelere ve haberlerde çıkan çeşit çeşit salgınlara rağmen nasıl oldu da ülkeler bu virüse bugün, bu kadar hazırlıksız yakalandılar? Hatta sağlık sistemleri kuvvetli olan bazı ülkeler bile, bu salgınlara tıbbi yatırım yapmak şöyle dursun, salgınları ciddiye bile almadan hastane ve sağlık sistemlerini zayıflatan kararları geçtiğimiz yirmi sene içinde almaya devam ettiler. Salgın tehlikesinin var olduğu yeni bir yüzyılda nasıl bu kadar gafil avlanıldı? "Salgınlar Çağı" nasıl atlandı?

Ve, sonunda bugün Koronavirüs ile doluyuz, onu konuşuyoruz, onu dinliyoruz, ona göre hareket ediyoruz ve onun korkusuyla yaşıyoruz. Her yerde ve her harekette nasıl davranmamız gerektiğine dair tıp dünyasının tam da sabitlenemeyen anlatılarını takip etmeye çalışıyoruz. Tedavi yöntemleri de ülkeden ülkeye değişip duruyor. Kimisi daha temkinli kimisi ise daha şiddetli yöntemler. Çoğunluğun immün sistemi üzerine odaklanmak ile fiziki izolasyon arasında gidip gelmeleri izliyoruz. Doktorların tedavi yöntemleri de farklar göstermekte. Tıp dünyası bir yandan tedavi yöntemleri üzerine birbirleriyle çelişmekte ve çekişmekte. Ele alınan vakalara bakış, "istatistiki bilgiler" (rakamlarla insanları kategorileştirmek) ile "insani bilgiler" (her insanın hayatının ayrı olduğuna dair) bu anlamda, farklar göstermekte. Tanıdığınız birisine bakışınız ile rakamlara bakış farkı arasındaki ayrımdır bu iki bakış arasındaki ayrım. Chris Marker ve Pierre Llhomme’un 1962 yılında yaptıkları "Güzel Mayıs" adlı filimde Paris’teki insanlar ile röportajlar yapmaktalar tek tek onların görüşlerini almaktalar. Filimin sonunda, Paris’te, Zafer Abidesi’nin gece görüntüsü içinde hızlı bir şekilde arabaların bulvarlardan geçiş görüntüsünde Yves Montand’ın dış sesi istatistikleri veriyor: Ne kadar elektrik harcandı, ne kadar su, kaç araba üretildi, kaç ton tütün içildi, kaç litre şarap tüketildi veya süt içildi, kaç kişi neden öldü, kaç kişi intihar etti vb. Bu soğuk ve ifade vermeyen bakış bize istatistik olarak verilmekte. Bu film yakın çekim ile kuş bakışı çekim arasındaki sıcaklık ve soğukluk farkını ortaya koymakta. Bu, isimler ve rakamlar arasındaki ayrı bakış, 19. yüzyılda Paris sokaklarında ve caddelerinde apartman isimleri yerine artık sayı konulmaya başlamasıyla gelişen "kontrol toplumunun" başlangıcındaki gibi bir ayrımı hatırlatıyor.

Marsilya’daki Dr. Didier Rault gibi doktorlar, hem tedavi şekli bakımından hem de insan varlığına sayısal ve kategorik bakmanın eleştirisi içinde kendi görüşlerini ileri sürmekte. Diğer yandan ise virüs ile mücadele içinde mümkün olduğu kadar pragmatik bir şekilde mücadele eden tıp dünyası söz konusu. Bunların yanında bir de virüsün bir laboratuvarda mı yoksa bir hayvan pazarında mı ortaya çıktığı bile doktorların ve tıp dünyasının hem fikir olmadığı bir durumu arz etmekte. İnsan DNA’sının yüzde sekizinin (protein kılıfı olarak geçmekte) virüsten oluştuğu bir tıp bilgisi olarak verilmekte. Bu virüsün doğal olmadığı ve o nedenden dolayı da canlı kalmak için canlılara ihtiyaç duyduğu söylenmekte. Virüs canlı bulamadığında dekompoze olup yok olmakta. "Protein kılıfı üretmek" için, yani beslenmek ve çoğalmak için canlı bedenlere ihtiyaç duymakta virüs. Tıp dünyasında, virüs canlı tanımında kabul edilmemekte ve canlıların içinde mutasyon geçirmekte olduğu ileri sürülmekte. Ve de aynı zamanda çelişkili olarak bazı biyologların virüsleri "canlı statüsüne" sokmakta olduklarını okuyoruz. Kim biliyor? En azından biz tıp dışı insanlar nasıl bileceğiz? Benzer bir çelişki virüsün sıcak havada etkisinin azaldığı veya sıcağın etkisi olmadığı arasında gidip gelen yorumlarla bizi şaşırtıyor ve anlamakta çaresiz bırakıyor. Hangisi doğru? Nasıl bileceğiz?

Komplo teorisi yazanların sevdiklerinin çok dışında bir yerlerdeyiz bu anlamda. Onlar kesinliklerin gizliliğini bize açıklamaya kalkıyorlar: "Aslında böyleydi" diyerek! Bill Gates ve Melinda Gates 2000’lerin başında, İngiliz epidemiyoloji araştırma merkezi Pirbright Enstitüsü ile çalışacak tıbbi araştırmalar üzerine filantropik (hayırseverlik) bir vakıf kurdular ve hayvanlar üzerine uygulanmak üzere aşı çalışmaları başlattılar (Le Monde, 5 Şubat 2020). Bu haber sanki "2000’den önce salgın yoktu da şimdiyi mi beklediler?" sorusunu sordurur. Yoksa salgının bir simülasyonunu yaptıkları için mi? Uluslararası büyük şirketler arasında bu tip bir araştırmayı, herhangi bir sektörde, yapmayan şirket var mı? Yukarıda gördük ki, daha 1980’lerden, AIDS’ten başlayıp Ebola'dan geçen ve onlarca Koronavirüs ile salgınlar kapıdaymış da biz bilmiyormuşuz.

Evet biz, asıl, pek bir şey bilmiyorduk ve hâlâ da bilmiyoruz. Ne zaman bu durumdan çıkacağımız hakkında kesin bir şey de söylenememekte. Aşının ne zaman bulunabileceği veya hatta bulunup bulunamayacağı bile, içinde olduğumuz şu anlarda, belli değil daha! Dünya Sağlık Örgütü’nden ülkeleri yönetenlere kadar bu tehlikeyi tam olarak öngörememiş olarak, hepsi hazırlıksız yakalandılar. Ama bilimsel bilginin bu kadar yüksek olduğu bir zaman biriminde ve dünyanın her yerinde araştırmacıların araştırdıkları bir ortamda, bu aşının veya tedavinin daha kesin yollarla, yani ilaçlarla yapılabilme ihtimalinin de çok büyük olacağını düşünebiliriz. Ve zaten ilk zamanlara göre bugün iki-üç ay içinde bile yeni imkanlar denenmeye başlanmış vaziyette.

İyi haber ise -ne kadar doğru olduğunu şu anda bilemeyeceğimiz!- Marsilya’daki doktor Didier Rault’un "ikinci dalga" olmayacağı iddiası ve Koronavirüs etkisinden çıkmaya başladığımızı ilan etmesi. Fransa için mi? Dünya için mı? Başından itibaren yöntemiyle tartışma konusu yaratan bu doktor, bu sefer yeni bir haber ortaya attı. Fransa’da BFM televizyonunun haberine göre (13Mayıs 2020) "epidemi ortadan kalkmak üzere" mi? Kesin bir şey söylemek mümkün durmuyor. "İkinci dalganın hiç bir yerde olmadığı" üzerine geliştirmiş olduğu bu açıklama ne kadar gerçeği yansıtmakta? Didier Rault sadece "orada burada küçük vakaların" olabileceği bir döneme doğru girmekteyiz" diye açıklama yapmakta. Küçük grupların izolasyonuyla bu epideminin geçiştirilebileceğini düşünmekte. Umarız, bütün kalbimizle, öyle olsun!

Ancak son yirmi yıl boyunca, bu tip virütik atakların var olabileceğini okuduğumuza göre ve tekrar gafil avlanmamak üzere, şimdi ve umarız sonrasında, yani bundan sonrası için, sağlık sistemini güçlü ve sosyal tutmanın korunmanın ilk şartı olduğunu da sanki aklımıza yerleştirmek zorundayız. Tunus Pasteur Enstitüsü Müdürü Dr. Charles Nicolle’ün (1866-1936) 1933 yılında, "Enfeksiyöz Hastalıkların Kaderi"nde yazdığı gibi, "bir salgından sonra her zaman başka bir salgın gelecektir". Öyle değil mi? 2002’den beri çeşitli grip enfeksiyonları ile karşılaşmaya başlamıştık zaten.

Dante’nin "İlahi Komedya"sının Cehennem bölümünün hemen başında yazdığı gibi: "Hayat yolumuzun ortasında/ Karanlık bir ormana düştü yolum/ Çünkü doğru yol kaybolmuştu." Tekrar yolumuzu, doğru yolumuzu nasıl bulacağız? Zamanla, herhalde, tekrar doğru yolda yaşamaya doğru! "Sevgi mutlağın söz vermesidir". Her şeyin sonrasında, umarız ki Paul Ricoeur’ün "küçük mucize" adını vermiş olduğu gibi, yine sevdiklerimizi gördüğümüzde her şeyi tekrar tanıyacağız.

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır