09 Kasım 2019

Siyaset ve Eko-sistem: Arkaizmlerden çıkmak

Bugün, siyasetin nasıl yapılması gerektiği üzerine düşünmek için artık nelerin bu yönetilme biçimi içine girmeye başladığını anlamak iyi olacaktır

Günümüzde zamanına göre geride kalmış gibi duran ve birçok yerde “temsiliyet krizi” olarak adlandırılan, içinde yaşamakta olduğumuz toplumsal alan ile ilişkisi azalmaya başlayan ve bir anlamda arkaik olarak kalan bir alan var: Politika! Ne anlıyoruz bu kelimden? Siyaset olarak Türkçeye Arapçadan gelen bu kelime seyislik etmek anlamını taşımakta. Eski Yunancada ise şehirden (polis) türeyen bu kelime, şehrin yönetimi ile ilgili olarak gelişmekteydi. Bu kelimenin kökeninde bir sıfat yatmakta: “Şehirde oturan insana ait” olan bir alan olarak tarif edilmekte. Öyleyse şehir içinde yaşayanların  yönetimi anlamına gelmekte.  Bu kullanım daha sonra Devletin olduğu yerde yaşayanları ilgilendiren  bir yerin yönetimi olarak bir anlam kazandı; hüküm edenlerin kararları ve kurumları ve pratikleri ile ilgili bir alan olarak değişikliğe uğradı.

Eski Yunanda “vatandaş” olanlar yani otokton olarak adlandırılanları ilgilendiren bir kavram olarak politika, ancak o şehirde doğanların ilgi alanıydı. Euripides’in İon adlı tiyatro piyesi bunu en güzel gösteren oyunlardan birisidir. Oyunun kahramanı olan İon, annesinin kim olduğunu bilmeyen birisi olarak annesinin kim ve nereli olduğunu aramaktadır. Annesinin muhtemelen Atinalı olması koşulunda, onun siyaset yapma imkanı doğacaktır. Bu demek değildir ki, Atinalı olmayanlar siyaset yapamaz; ama siyaseti adabıyla yapabilmek için, yani tiran olmamak için, demokrasinin kurallarına göre idare etmek için o şehirli bir anneden doğmak zorunluluğu vardır; çünkü doğru siyaset yapmak için cesaretle doğruyu söylemek gerekmektedir. Sadece cesareti göstermek değildir amaç, cesaret tiranlarda da var olabilir; ama şehirli olmak ve Atina’nın içinden gelmek şartı doğruyu söyleme hakkını demokrasinin kuralı olarak vermektedir. İon oyunun sonunda bin bir entrika   sonrasında tesadüf o ya, Atinalı bir anneden geldiğini öğrenir ve mutlu sonla biten bir Yunanlı piyesi ortaya çıkar. Bu mutlu sonun olabilmesi için, demokrasinin gereği olarak, hükümdarın iyi yönetimi sağlayan biri olması şarttır. İon, o bakımdan, İyonya’da yetişmiş olsa bile Atinalı bir ataya sahip olarak, o zamanın koşullarının içinde, oyunu doğru bir şekilde oynamayı başarmaktadır.

Eski Yunandaki anlamın tersine Orta Doğu geleneğindeki anlamı eğer atların yönetilmesi ise, seyislik bu anlamda başka eski bir anlama gönderme yapmaktadır: Platon’dan gelen bir gelenekte siyaset halkın çobanlığından geçmektedir. Belki de, hatta, İsa’nın “çobanlığı” bile bu gelenekle ilişkilendirilmektedir. Buradaki anlamı ise, şehirden çok kır toplumu üzerine odaklanmaktadır. Daha göçebe bir halka ait bir yönetim tarzı olarak düşünülebilir. İddia edilenin tersine, belki de, eski Yunan’da sıfat olarak kullanılırken (“politik kişi”), seyislik meslek olarak bir isimdir. Bugün bile, politik adam denildiğinde politik sıfat olarak kullanılmakta, aksine çoban veya seyis bir mesleğe ait olarak ifade edilmekte ve  anlamlandırılmaktadır.

Batı Avrupa tarihinde, bilhassa Orta Çağ’ın son dönemlerinde devleti iyi yönetmek anlamına gelen politika “iyi yönetme bilimi” olarak anılmaya başlayacaktır. Ve anlamı daha da gelişerek iyi yönetimi yapan kimseye “Politik Adam” denilmeye başlanır. Yönetimin anlamı, yönetilen yerin içinde yaşayanların hepsinin iyi yönetilmesi ve onların hepsinin mutlu olması şartı söz üzerine kuruludur. Mutluluk, iyi yönetim şartı, farzdır.

Politika, o halde, anakronik bir şekilde söylersek bir “şehir sosyolojisi” olarak ortaya çıkmıştır ve bu şekilde devam etmeyi sürdürür. 14. Yüzyılda Ambrogio Lorenzetti adlı ressamın resmettiği duvar resmi, Siena şehrinde iyi ve mutlu yönetimin ne olduğuna dair siyaset bilimcilerine bir örnek sunmuştur. Bunun adı “iyi yönetim freskosudur”. Komünal Sarayın duvarına 1338 yılında  yapılmış olan bu resim kamusal alandadır ve halka açık bir yerdedir.  Halkın bu duvar resmini görmesi şarttır. Politikanın ve iyi yönetimin ne olduğu hakkında halka bu resim bilgi vermektedir. Bu mutlu an Siena’nın kara vebaya yakalanmadan on yıl kadar evvel bir zamana rastlamaktadır: Duvar resmi iyi yönetimin ne olduğunu göstermektedir: Adalet, Eşitlik, Uyum. Bunlar kadınsı figürlerle alegorik bir şekilde sunulmuşlardır. Kötü yönetim ise, tiranlığın gudubet yüzüne, bölünmenin ekşimiş yüzüne ve kadınlara şiddet uygulayan askerlere sahiptir.  Lorenzetti’nin bu alegorik bakışı, kötü yönetimi  erkeklere ve şiddete taşımakta, iyi yönetimi ise kadınlar ve uyum arasındaki cinsiyet farkına doğru götürmektedir. Bugün eko-feministlerin (mesela Ariel Saleh’in şematik bakışı böyledir) söyledikleriyle bir benzerlik söz konusu olduğunu burada hatırlatmalıyız; çünkü toprak ana, kadın, dişil doğa ve demokrasi arasında iyi yönetim benzerliği kurulmaktadır. Uyum ne kadar beraberliği ve iyi-mutlu yönetimi ifade etmekteyse, bir o kadar da kötü yönetimin yüzü bölmek ve savaşmakla imlenmekteydi.

Görsel olan ile imaj arasındaki farka değinmeliyiz: Görsel olan imajın yerine geçmektedir burada: İmaj görülmesi gerekeni temsili olarak ifade etmekteyken, görsel görmekten bıktığımız şeye doğru değil de, anlamaya çalıştığımız şeye  bakışımızı çevirmektedir. Dünyaya çok benzeyen imajlardan bıkıldığında, o zaman, görsel bize alegorik olarak veya kelimesi kelimesine görmek istenen dünyayı sunmaya başlamaktadır. Görsel olan, imajın tersine, bakmaya sunulmuştur, ama direkt olarak göstermemektedir; böylece, tamı tamına imajın tersidir; çünkü imaj aynısı yapmaya doğru bir çabaysa (mesela Akademik resimlerde) görsel benzememe üzerine, tam tersine düşündürme üzerine kurulmuştur. Bugün çağdaş sanatlarda da, bu bakışın doğru bir bakış olduğunu düşündüğümü söyleyebilirim. Görsel bize bir şeyi gözümüzün içine sokarak göstermez, ama bir o kadar da her şey orada görsel olarak durmaktadır, okumasını bilenlere sunulmaktadır. Lorenzetti’nin resmi bize kadar gelmekteyse, Siena’ya gidildiğinde turizm için bile olsa, bu resmi algıladığımız gibi görsel bizim algılarımızı açmaktadır.

17. yüzyıla geldiğimizde ise politika artık becerikli ve temkinli anlamını taşımaya başlamıştır. Uluslararası ilişkiler daha karmaşıklaşmıştır; değişik devletlerin savaş ve barış üzerinden hukuki olarak yönetilmesi, daha oynak bir zemini düşünerek, temkini gerekli kılmaktadır. Hükmedenin becerikli olması halkını iyi yönetmesi gayesiyledir; temkinlilik ise ülkesini, tebaasını veya vatandaşlarını tehlikeli maceralara doğru taşımaması içindir. Temkin, Aristoteles felsefesinin önemli karakterlerinden birisidir. Nikomakhos’a Etik adlı eserinde Aristoteles temkini öne sürmektedir. Bilgelik ne anlama gelmekteyse, felsefede temkinli olmak da benzer bir şekilde kullanılmaktadır. Düşüncenin erdemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Ahlaki olarak hakikati göstermek için bir yoldur. Her an değişen bir dünyada her an yeni bir olanak veya kaza ortaya çıktığı içindir ki, politikacı bu yeni durumlar için temkini elinden bırakmamalıdır; çünkü kaybettiği bir durumda hem kendisini hem de halkını tehlikeye atacaktır. Hüküm eden kişi hesaplamak zorundadır tehlikeli olabilecek maceralara sürüklenmemelidir. Temkin göreceli bir şekilde bakmayı değil, mutlak bir şekilde tehlikenin bertaraf edilmesini öngörmelidir; çünkü göreli bakış içinde bir taraf kazanma ihtimaline sahip olsa bile diğer tarafı veya tarafları riziko altına alacak girişimlerden kaçınılmalıdır. Kaderi zenginlik üzerine kurulu bir başarıya değil, ama herkesin mutluluğunu garanti altına alacak eylemlerde aramalıdır. Eğreti her türlü dış etkenden kendisini ve vatandaşlarını korumanın yolu temkinli olmaktan geçmektedir; çünkü Aristoteles’e göre, bilgelik insan üstü güce ait olarak işleyen bir karakterken insani olanı es geçebilmektedir; ve bu anlamda, insani olana zarar verebilmektedir. İnsani olan karakter ise temkinlilik olarak adlandırılmaktadır. İnsan üstü bilgeler bazen kendi çıkarlarını bile unutabilmektedirler. İnsana iyilik ve mutluluk verecek olana ulaşmak için politikanın temkinle yapılması gerekmektedir.

Bugün geldiğimiz noktada seyislik, çobanlık tanımıyla yapılamayacak olan bir siyaset kendi tarihinin içinden eskimiş bir şekilde geri gelmektedir. Temsiliyet krizi artık siyaset ile ilgilenenlerin azalmakta olduğu toplumlarda kendisini göstermektedir. Oy atma oranlarındaki düşüş ( yakında İspanya’da yapılacak seçimlerde kamu oyu yoklamamaları yüzde otuz beş oy kullanmayan vatandaştan söz etmekte) uzun zamandan beri insanların siyasi alana güvenlerinin sarsılmakta olduğunu göstermekte, bilhassa Batılı ülkelerde.  Moda olmaktan çıkan bir alan olarak siyaset değil insanların ilgisini çeken bugün, belki de? Ama asıl, olmakta olan olayların “haklılık imkanlarına” karşı bir merak olabileceğinden söz edebilir miyiz belki ? En basitinden gazete köşe yazılarının yazdıklarına veya televizyonlarda yapılan tartışma programlarına bakıldığında: Kim, niye öyle demiş ? Kim, niye o şekilde cevap vermiş ? soruları gündeme gelmekte. Bu ilişkilerle işleyen sorular, bir yönetim ilişkisi olmaktan uzak bir şekilde, tersine, kimin haklı olduğuna veya bir adım daha ileri gidersek, kimin galip gelebileceğine odaklanmış vaziyette. Siyaset bugün bir spor müsabakasına benzemeye başladı. Bu anlamda, eski karakterini kaybetmiş  bir  görünümde duruyor.

Bugün, siyasetin nasıl yapılması gerektiği üzerine düşünmek için artık nelerin bu yönetilme biçimi içine girmeye başladığını anlamak iyi olacaktır; çünkü bilim (jeoloji, zooloji, mineraloji, etoloji, astronomi, matematik, geometri, cebir, istatistik, botanik vb.) ve sosyal alanlarda yaşayan insanların kaderi birleşmeye başlamıştır: Ekolojik kriz, bizi siyasetin anlamını tekrar düşünmeye doğru sürüklemektedir. Bu ise, bir zorunluk haline gelmiş gözükmektedir. Hatta acil olan bir durumu bize doğru yönlendirmektedir!

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır