07 Mayıs 2021

Kelimeler bize ne anlatmakta?

Humboldt'un araştırmalarına göre her insan kullandığı kelimelerle bir dünya vizyonu oluşturur

Uzun zamandan beri toplumsal alanda konuşulan ve anlaşılmaya çalışılan sözler ve kavramlar arasında gezinip duruyoruz ve bunların kullanım şekilleri bizim sadece yaşam biçimlerimizi belirlemekle kalmıyor, aynı zamanda bizi belli bir grubun veya cemiyetin parçası haline getiriyor. Kullandığımız kelimeleri ailede, okullarda, cemiyetlerde, cemaatlerde ve arkadaş aralarındaki konuşmalarda öğrendiğimiz kadar bu kelime haznesini kuvvetlendirmek için daha ileri gitmek isteyenler kitaplar veya hatta daha da ender olarak gazete sayfalarını veya bu sayfalarda bilim ekleri, sanat ekleri ve kitap eklerini okuyarak dil haznesini ve dünyayı anlama yetisini geliştirmeyi biliyorlar.

Dilbilim üzerine de yazılar yazmış ve modern üniversite sistemine adını vermiş olan Humboldt'un araştırmalarına göre her insan kullandığı kelimelerle bir dünya oluşturur: Bir dünya vizyonu oluşur. Bu vizyon içinde daha yüksek seviyede düşünenler ve düşüncelerini daha kısıtlı tutanlar arasında sınıfsal farklar veya sınıf fraksiyonu ayrımları oluşmaya başlar. Bu ayrımlar bir yerde Fransız sosyolog Pierre Bourdieu'nin "Ayrıcalık" olarak adlandırdığı ayrımların yargı gücüne dönüşen halleri meydana gelir ve sınıfsal olduğu kadar kültürel ayrımlar da bu süreç içinde ortaya çıkmaya başlar.

Bu açıdan baktığımızda, konuştuğumuz dile göre bir dünya kurmaktayızdır ve kurduğumuz dünya bize bir dünya vizyonu vermektedir. Bir anlamda ideoloji olarak adlandırılan ve aslında bir yanılsama ve yanılsatma ilişkisini ortaya koyan kelimenin ne anlama geldiğini ancak farklı kullanım biçimlerinde aynı kelimenin bizde ne uyandırdığını ortaya koyabiliriz. Her ne kadar Descartes mumun erimesi örneğinden yola çıkarak yanılsama öğesini bize anlatsa da yanılsama üzerine olan bu tartışma neredeyse bazıları tarafından nesnel olmayan öznel bir dil olarak adlandırılmaktadır. Toplum içinde ortak bir şekilde yaşayanların ortak dili bu anlamda milli bir dil, bu şekilde anılmaktan çok daha fazlasına sahip olmaya başlayacaktır; çünkü bir milli dil içinde kullanılan kelimenin göndermesi o kelimeyi kullanan kişinin nasıl algıladığıyla ilgili olarak işlemekte olduğunu yukarındaki örnekle göstermek mümkün olacaktır. Birisine "ideolojik bir dil kullanıyorsun" denildiğinde ne demek istediğimiz bize hemen bir soru olarak geri döner. Bir kişiye "okul ideolojik bir aygıttır" ve sen bana okulu methederken ideolojik bir dil kullanıyorsun diye söyleniyorsa, o kişiye okulun ideolojik bir aygıt olduğunu yazan bir filozofun bilgisi aktarılmış demektir. Fransız filozof Louis Althusser'in kitaplarından birisinin adının bu olduğunu varsayarsak, demek ki "bu filozofun bakışıyla" konuşuyoruzdur. Ama bu durum, milli dilin içindeki bir kelimenin anlamlarından sadece bir tanesidir. İdeoloji sadece bir belirleyici bir anlam değil aynı zamanda bir yanılsama vermekteyse eğer, o zaman "ideolojik aygıtın" anlamı değişmeye başlamaz mı? Aslında olmayan bir şeyi var gibi göstermiş olabiliriz. Bu da bizim klişelerle düşündüğümüzün (nesnel dil) bir örneği olarak geri döner.

Milli bir dildeki renklerin kullanımı da bize güzel bir örnek verebilir. Renklerin ne olduğu hakkında tartışanların kitaplarını veya yazılarını okuduğunuzda, tanımlardan birisine ait olarak bir bilgi sahibi olabilirsiniz. Newton'un renk anlayışı ile Alman yazar Goethe'nin renk anlayışı arasındaki fiziki olan ile ilahi olan arasındaki farklı bakıştan hangisi sizin renk anlayışınıza uyacaktır? Aynı dil ailesinde ve aynı milli dilde olmamıza rağmen vermiş olduğunuz iki örnekte de farklılaşan bakışlar ortaya atılacaktır; iki kişinin aynı dili ve aynı kelimeyi kullanma biçimine göre iki ayrı dünya vizyonu ortaya çıkacak ve bir anlaşmazlık üzerinden konuşma geliştirilecektir. İki kişi o halde kullanılan aynı kelimenin anlamı üzerinden anlaşamamaktadır. Burada iletişimsel eylem yapma, hareket tarzı ayrılmaktadır ve sosyolojik açıdan anlaşmanın zorlaştığını görmeye başlayacağız demektir. Bir başka örnek için siyasete baş vurulabilir. Demokrasi kavramının içinde geçtiği bir cümlede nasıl bir tasvir ortaya konulabilecektir? Kimisi için söz söyleme özgürlüğüyken diğerleri için bir hukuki kısıtlama anlamına geldiğinde işin içinden çıkmak nasıl zor olmaya başlamaktadır. Sınırlar ve hukukun ne olduğu sorusuna hiç girmiyorum bile; çünkü zaten bu iki kavram üzerine filozofların ortak bir anlayışının olmadığını bilmiyorsak bile, hatırlatan birisi çıkacaktır.

Sanat burada belki bize yardımcı olmaya başlayacaktır; çünkü siyasi veya toplumsal olmayan bir alana girmeye başlamaktayız ve bilgiyi kullanmanın biçimi başka bir seviyeye taşınmaya başlayacaktır. Renk teorisi ışık ve karanlık ilişkileri; dillere göre farklı renklerin bazı dillerde olmayışı bazılarında ise çok çeşitli bir şekilde nüanslara göre ayrımlara gidildiğini bilmekteyiz. Bu alana geldiğimizde ise medeni şehir toplumlarının bilgilerinin ne kadar kısıtlı olduğunu antropoloji bize göstermekte. Beyaz rengin Eskimolardaki çeşitli kelimelerle gerçekleşen tanımıyla bizim beyaz olarak gördüğümüz aynı renk olamayacaktır (Franz Boas adlı antropolog bize bu yarı gerçeği paylamıştır). Veya doğa söz konusu olduğunda yerlilerin veya hatta şehirlilere nazaran köylülerin bitki ve ağaç isimleri üzerine bilgisinin eğer öğrenmemişsek ne kadar kısıtlı olduğunu artık çok insan deneyle görmekte değil midir? Yabanların bilgisinin medenilerden çok olduğunu, Claude-Lévi Strauss sayesinde, görmekteyiz.

O halde, sanat sadece şehirlerde ve Güzel Sanatlar Akademileri'nde yapılan ve öğrenilen bir şey değildir; sanat, öznel dili kullananların yaptığında ortaya çıkmaya başlayacaktır ve öznel dili nesnelleştirmek için dışarıdan bakanların aşırı yorum yapmaktan başka, o halde, şansı kalmayacaktır. Sanatçı renk ve kelime dilinin öznelliği içinde tekil bir yaratı sürecini ortaya koyan birisi olarak çok özel bir yere sahip olmaktadır ve bu özellik kendilerini sanat yapan biri zannedenlerin kısıtlı deneyleriyle gerçekleştirmesini imkânsız hale sokmaktadır ("Herkes bir sanatçı olabilir" önermesinin "herkesin kendi mesleğini bir sanatçı gibi yapması" olarak okumak doğru olacaktır).

Bu konu çok tartışılır bir konudur ve üzerine düşünmeye devam etmeye değer.

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır