15 Ocak 2022

İktidar nereden gelir?

Foucault’nun iktidarı bir form üzerinden tanımlamadığını hatırlatmak gerekir. Güçler ilişkisinin içinden geçen iktidar bir yapı veya bir form değildir

Bugün, sanıyorum, aradan geçen onca zamana rağmen teorik olarak olduğu kadar pratik olarak da hala tam oturamayan bazı şeyler var. Bunlar bazen ideolojik bazen ise sanatsal olarak tezahür etmekteler. Bu açıdan bakıldığında, bunlar soruları tam olarak yerli yerine oturtamamaktalar hala.  Bazıları 19.yüzyıl terimleriyle siyasi olan yere bakmaya ve yerleşmeye çalışmaya devam etmekteler. Bu, tabii onların tercihidir. Ama başka siyasal bir “epistemik yapıya” geçtiğimizi burada vurgulamak isterim. Ben tekrar sosyal ve siyasal bilimlere olduğu kadar sanat tarihine de çok etki yapmış olan 20.yüzyılın ikinci yarısının iki isminden bir kez daha bahsetmek istiyorum: Foucault ve Deleuze.

Yaşananlar bazen teorik olarak analiz edilmeye kalkıldığında, herhalde her zaman bir zemine oturamıyor olmasından dolayıdır ki, bazen “Marksist bakış ile diyalektik” bazen ise “Marx’la bakış ile anti-diyalektik” olarak çoğalmaktadır. Bu tip analizler daha sonra, bu şekilde, bir dizi teorik bakış oluşturulabilecek başka yeni bakışları eklemeye kadar gidebilir. Bu üçüncü ve devamına Hintli entelektüelleri ekleyebiliriz; çünkü onların büyük bir kısmı da “Postkolonyal bakış” içinde Fransız yapısalcılık-sonrasından beslenmişlerdi (Spivak bir yerlerde bu kavramı ilk olarak kendisinin telaffuz ettiğini söylemişti (doğrulanmalı mı?).

1960’lardan 1970’lere kadar giden Fransız düşüncesinin 1980’lerin ikinci yarısında başlayan ve Gramsci üzerinden geliştirilen “Madun Çalışmaları” ile olan çakışmasının 1990’lı yılların teorik literatüründe belirgin olduğunu görmek çok açıktır. Burada teker teker isimlerini saymayacağım; çünkü bunun için yer yok burada. Ancak; söylemek istediğime geri dönerek, Foucault’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarın ne olduğu sorusundan çok nasıl işlediği sorusunu sormanın, cevabını aramanın ve bunu hatırlatmanın, belki de bunlara sahip olmamış yeni nesiller için yararlı olabileceğini düşünmekteyim. Çok mu iyi niyetliyim, onlar için acaba bu bakımdan?

İktidarı en basit tarifiyle siyaseti yönetenler olarak ele alanlar var. Devletin iktidarı diye bir şey var. Siyasal toplum ve sivil toplumun iktidarı diye adlandırılan yapılanmalar var. Bunları daha da uzatarak Parti iktidarı, proletarya iktidarı, halk iktidarı vb.; bu şekilde uzatılabilir. Ancak bu iktidar modellerinin hemen hemen hepsinin bir forma bağlı olduğunu söylemek gerekecek.

Michel Foucault

Belirli bir form ve formata uygun bir şekilde düşünülen iktidar biçimlerinden çok farklı olarak öne sürülen, formu olmayan bir iktidar anlayışı Foucault’nun öne sürmüş olduğu bir iktidar tarifidir. Foucault’nun “yönetimsellik” anlayışının nüfus ile ilişkisinin kurulmasına rağmen, bugün bunun hala bir forma, hatta milliyetçi bir forma veya muhalif olarak zannedilen bir forma bürünmek durumunda kalındığını görmekteyiz; hatta o kadar ki nerdeyse diyalektik bir karşıtlık ilişkisiyle, bugünün moda laflarından biri haline gelen “Batı-karşıtlığının” ve “Batı dışılığın” ve “Avrupa-merkezciliğin” veya hatta “iktidar karşıtlığını” andıran bir yaklaşımın prangası altında kalındığını izlemekteyiz.

O halde, bütün bunların üzerinden hızlıca geçtikten sonra, ilk olarak Foucault’nun iktidarı bir form üzerinden tanımlamadığını hatırlatmak gerekir. Güçler ilişkisinin içinden geçen iktidar bir yapı veya bir form değildir. Mesela Deleuze’ün hatırlattığı gibi, iktidar bir devlet-formu değildir: “Her güç ilişkisi bir iktidar ilişkisi halinde işlemektedir”. İktidar ilişkileri de ikili bir şekilde işlememektedir, her yandan gelebilir. İkinci hatırlatılacak olan bu önermedir. İki form arasında bir iktidar ilişkisi mevcut olamaz. Güç olarak adlandırılan tikel bir yapı olmaktan çok uzaktır; güç hep çokludur. O halde bir güce karşı başka bir güç söz konusudur; bunların yeri veya siyasi yapısı yoktur. Bunlar karşı karşıya gelerek, yer değiştirerek (kimi zaman iktidar karşıtlığı iktidar haline gelerek) mücadele etmektedir. Her gücün içinde zaten birden çok güç vardır; güçler çoğuldur. Burada taraf olmak da basit bir iktidar karşıtı muhalif tavır almak da söz konusu değildir. Bir taraf tutmak kadar iktidar tarifinin dışında bir hareket yoktur. Bugün birçok genç ve de yetişkin insanın tavırları bazen bu şekilde arkaik bir şekilde sabitlenmektedir. Bir tür sabit fikir olarak düzenlenmektedir. Aynı şekilde devam edilirse, gücün ne nesnesi vardır ne de öznesi. Bunlar bireysellik-öncesi vaziyetlerde oluşmaktadır.

Görünürlük ise bir form olabilmektedir, ama bu bir ifade biçiminden veya bir önermeden, bir sözceden başka bir şey değildir. Bu anlamda, şiddetli bir karşı çıkış söz konusu olmaktan epeyi uzaktır. Şiddeti aşan bir güç ilişkisi mevcuttur. Görünürlük burada güç ilişkilerinin içinden geçerek var olabilmektedir ve bunların sabit bir yapısı yoktur.

Şiddet olarak adlandırılan tam da formları yaratandır ve başka formların karşı-formuna saldırıda bulunmaktan öteye gidemez.  Gücün içinde ise şiddet değil sadece başka bir kuvvet mevcuttur. Bu da ilişkinin kendisidir. Bunlar değişenlerdir. Form olmadıkları için değişerek yer değiştirirler; direnme birdenbire gücün kendisi olarak iktidar haline gelebilir. Direnmenin yeri değişken olduğu için bu ilişki kuvvetler arasında belirlenmekten başka bir şekilde işlemez.

Bir eylem başka bir eyleme doğru dönüşür ve çoklu ilişkide izlenebilir. Her bir saldırı başka bir forma döndüğünde ki bu sık sık rastlanan bir durumdur, birdenbire kendisinden bir iktidar biçimi ortaya çıkarır ve zaten bunu yapmaktan da asla vaz geçmediğinden, istenmese de bir iktidar-formu yaratmaktan kaçınamaz. Bu açıdan bakarsak, iktidarın formu olmadığı için “iktidarın ne olduğunu ve nerde durduğunu soramayız; ancak iktidarın o anda nerden geldiğine bakabiliriz. Nasıl işlediğini sorgulayabiliriz." Bu, etkiden başka bir şey değildir. Her etki başka bir etkiye doğru yönelir. Şiddet etkilerle iktidara dönüşür. Ve şiddet, saldırdığını egemenliği altına almaya çalışır, en azından bunu dener. Fizikidir, şiddet her halükârda!

Ruha da saldırı buradan geçmektedir; etkiler ve duygulanımlar ile saldırır, ruha etki yaptıkça bedenleri ve teni egemenliği altına almaya çalışır. İktidar, bu anlayışın içinde, bir alıştırmadan başka bir şey değildir. Direnmeler, o halde, söz konusu güç ilişkilerinin dışından gelebilir; ikili karşıtlıklardan değil, eleştirelliklerden de değil, tavır koymalardan ise hiç değil. Ancak dışarıdan gelen bir direnme mevcut olabilir. Dışarısı da zaten iktidarın içinde bir yerde mevcuttur, orada yer alabilir. İktidarın ise nerede durduğu kesin değildir. İktidara olduğu yeri bulup, bu yerden direnmeyi gerçekleştirmek “gerçek bir direnme” halinde işlerlik kazanmaktadır. Karşı güç değil, ancak içerisini dışarıya taşıyan bir eylemin imkanlarının hareketine bu ad verilebilir. Direniş içerinin dışa taşınması eylemidir. Bu nedenden dolayı kıymetlidir, yoksa direkt olarak bazı şeylere karşı durduğu veya karşıt olduğu için değil.

Her direnme ancak içeriden yapılandır ve aynı zamanda dışarıya çıkandır. Katılaşmış formlara karşı çıkmanın çabasının içinden geçmektense, formsuz hale soktuğu ilişkilerde direnmeler mevcut olabilir; çünkü iktidarın formu veya tarafı her zaman belli değildir. Her an bir analiz anıdır. Kişisel olmayan, özneleşmeyen ve ne de nesneleşen bir forma sadece ihtiyacımız olabilir.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım bakış, Foucault’nun bize 20.yüzyılın sonunda bıraktığı bir miras olarak düşünülmelidir. Başka türlü kımıldamak zordur veya arkaik nihilist bir tavrın ötesine geçememektedir.  

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır