23 Ekim 2019

Dostluk politikaları

Dogma ile tapma arasında kurulan ikili ilişkide sosyoloji; bize, tapmanın evrensel bir ilişki olduğunu, yani hangi inançtan gelmekteyse hiç fark etmez bir şekilde tapma eyleminin insanlık tarihine ait bir eylem olduğunu göstermiştir

Bu haftaya şok edici ve utanç verici bir haberle başlıyoruz, sanırım. Böyle bir haber ile uyanmak herhalde insanların bugüne kadar görmediği kadar dehşet verici! Konya’da otobüs duraklarındaki Belediyeye ait panolarda “DOST” diye başlayan bir panoya, yakından bakıldığında “Yahudileri ve Hristiyanları DOST edinmeyin” okunuyor. Ve altında devam diyor: “Onlar birbirinin dostudur SİZDEN kim onları DOST edinirse O’da onlardandır”. “Nefret suçu” olarak adlandırılan bir hareket ile karşı karşıyayız. Müslümanlar için de zor bir durum bu; çünkü bu afişin sapır saçma olmasının dışında bir de “radikalize olmaya yatkın” kimseler için bu ilan provokatif bir  tehlike bile arz etmekte. Bugün; modern dünyamızda, sekülerleşmiş ve  hatta sanayileşmenin bile sonrasına geçerek “muasır medeniyetler” ile boy ölçüşecek kadar ilerlemiş olarak kabul edilen bu ülkenin dilinde, insanları “DOST” olarak adlandırılanın, komşu, vatandaş veya arkadaş olanın ancak aynı dinden geldiğini ileri sürmek, gerçekten, şok edicidir.

Aydınlanma döneminin başlarında, “ateizmin bile bir din” olduğunu kabul etmiş olan  David Hume dinin bir dogma ve aynı zamanda da bir tapma olduğunu, “Dinin Doğal Tarihi” adlı çalışmasında, 1757 yılında, yazmıştı.  Ona göre, ikili bir alan olarak din, dogma ile tapma arasında gidip gelmektedir. İnanma eylemi, o bakımdan, hem bir boyun eğme hem de bir açılma, öğretme ve öğrenme eylemidir. Dinin ikili bir yapısı, ikili karakteri içinde gidip gelinmekte. Yani, açıkça kendi fikirlerini ileri sürmek ve kamuya ilan etmek, itiraf etmek anlamına gelmektedir. Ama, bunu dini olarak ilan etmektedir. İlan etmek, demek ise kamuya açılmak ve kamusal alanda bu inancını etrafa bildirmek demektir; bugün biraz da “inanç özgürlüğü” olarak adlandırılan kamusal alanda inancın işaretlerinin açıkça gösterilmesidir. Ancak bu ilan eylemi kişisel bir eylemdir ve bu kişisel bakış olarak kamuya açık bir şekilde inanç özgürlüğü ile eş anlamlı olarak işleyebilmektedir. Ama ilan bir “ilan panosuna” dönüştürüldüğü vakit ve üstelik de bunun “dost” ve “düşman” kategorileri içinde sunulmaya kalkılması işi başka bir boyuta doğru taşımaktadır. Burada, eylem inanç özgürlüğü değildir artık. İlan edilen, eğer dostunun ve düşmanının dini olarak kimler olduğunu ileri sürmekse, o zaman bu eylem “nefret suçuna” doğru taşınmaya başlayacaktır. Bu modern ülkelerde işleyen bir süreçtir ve ülkemizde bu konular hakkında dersler konulmaktadır. Okullarda işlenen konulardandır.

Carl Schmitt Almanya’da Nazi döneminde, ileri derecede ilginç Alman hukuk uzmanı bir düşünür olarak “dost ve düşman” teorisini geliştirmişti. Tipik olmayan bir yaklaşımda Schmitt “dost ve düşman” teorisi geliştirmişti.  Önce Nazilere katıldı ve sonra Naziler de onu yeteri kadar Nazi bulamayarak aralarından uzaklaştırdılar. Bu tip teorilere 20. yüzyıl başında başka bir teoriyle karşı çıkılmaktaydı. Sosyolog Gabriel Tarde,  dost ve düşman ikiliği ve karşıtlığını değil, ama bireyler-arası ilişkileri veya başka bir deyişle “beyinler-arası” ilişkilerle insanlığın ileriye doğru gidebileceğini ileri sürmekteydi. Dost ve düşman ilişkilerinden ise, bir zamanlar trajik veya bugün de dramatik hikayelerden başka bir şey ortaya çıkmamıştır.

Dogma ile tapma arasında kurulan ikili ilişkide sosyoloji; bize, tapmanın evrensel bir ilişki olduğunu, yani hangi inançtan gelmekteyse hiç fark etmez bir şekilde tapma eyleminin insanlık tarihine ait bir eylem olduğunu göstermiştir. Halbuki dogma denilen başka bir yöne doğru açılmaktadır. Bu ikili karakter dinin temel verileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ama bu karakterlerden birisinin kullanılıp, ikincisinin ise bir siyasi ilan olarak ortaya konulmaya kalkışılması ve dostlardan ve düşmanlardan kolektif bir kimlik olarak bahsedilmesi, hukuki olarak insanın bir birey olarak var olmasının reddi anlamına gelmekten başka ne anlama gelebilmektedir ki?  Akıl ve mantık ile buluşma imkanı olmayan bir akıl yürütme içine girilmeye başlanmaktadır.

Sosyolojinin kurucusu olan Durkheim bile bir topluluğun içinde normal olarak yaşayanların, yani ayrı ayrı bireylerin var oluşundan söz etmektedir daha “Yöntem” kitabının başında. Ne demektedir ? Bir “erkek kardeş” olmaktan veya bir “eş” olmaktan söz etmektedir. Bunların hukuki anlamda birey olarak mevcut olduklarının altını çizmektedir. Zaten  ancak bir birey dost olabilecek bir kişidir; tanıdığınızdan birisini dost edinirsiniz. Bu kişi ya komşunuzdur ya meslektaşınız ya da arkadaşınız. Sevip sevmemek sizinle olan ilişkilerine kalmıştır; ama sevilmeyen komşulardan düşman yapılamaz.  Ve de hatta size düşman gibi gözükenlerle (neden olduğu belli değil !) , yani buradaki “onlarla” dostluk kuranlar için artık “onlar dostum değildir” diyemezsiniz !

Bu, kolektif bir kimlik meselesi değildir, kişilerle işleyen bir ilişki içinde anlaşılabilir bir tutumdur. Herkes aynı kaba sığmayacaktır; her inanan kimse aynı güçte inanca sahip de olamaz, tıpkı aynı fiziki kuvvette olunamayacağı gibi. Dogmaların bile derece farkları vardır. O anlamda, bu tip “nefret dolu” ideolojik bakışların kamu alanında ilan edilemeyeceği gibi, kişisel olarak  da mantıken de bu bakışın işlemeyeceğinin bilincinde olmak doğruya yaklaşan bir bakışa yerleşmek anlamına gelmektedir.

Fransız filozof Jacques Derrida, 1988-89 yıllarında “Dostluk Politikaları” adlı seminerinde, Aritoteles’den beri kullanılan ve felsefe tarihi boyunca tekrar eden cümleye değinmekteydi: Ah! Dostum, artık dostluk kalmadı !”.  Bu bir seslenmedir. Bir şikayettir. Bir haksızlığa uğrama eylemdir. Yaralanmadır. Bir ilandır. Dostluğu çağıran bir ilandır. Düşmanlığı değil.  Yani,  buradaki anlamı dışarıya atma değildir, tersine  herkesi dostluğa çağırmadır: Bir tür Mevlevi düşüncesidir (“ne olursan ol yine gel, ister kafir ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel”;  dostluğa çağırıdır). Dostluğa çağırıdır ve nefret üzerinden dostluk kurulmaz. Dostluk çağırmadır, dışlama veya suçlama değildir. Başka inançtan olan insanları birbirlerinden ayırarak her birisinin ayrı kimse olduğunun altını çizerek seslenmedir. Dostum tanıdığım insanlardır; bildiğim insanlardır. Bunların inanç veya dogma farkları değil birbirlerine yakınlaşmaları vardır. Bir ilan başka inançtan olanların birbirleriyle dost olduğunu ve onların da birbirlerine dost olduğu üzerine düşman sayılmalarının bir mantığı değil, bir mantıksızlığı vardır; düşünme eksikliği vardır ya da düşünmeden yapılmış bir hareketin neticesinin saçmalığına yaslanma vardır. Ama bu, kamusal alana, kamusal alanı işgal edemeyecek kadar da uzaktır. Bir enformasyon değil, tersine bir dezenformasyon üretmektedir.

Yazının başında söz ettiğimiz hukukçu filozof Carl Schmitt’in siyaseti ümitsiz bir şekilde “düşmanın öldürülmesinden” ayırmakla uğraştığından tekrar bahsedeceğiz; çünkü siyaseti, suç ve  cinayet ile kıyaslayarak, bunları ayırmaktaydı. Suçu; siyasetin imkanlarına karşı, “siyasi bir hayvan olan insana” karşı siyasetin dışına atmaya çalışmasından söz etmekteydi. Suçun, burada, insanın olması gerekenin dışına çıkartılan bir kavram olarak düşünülmesinden geçtiğini vurgulamaktaydı. Siyaset; burada o halde suçla, öldürmeyle, dışlamayla yapılabilecek bir eylem değildir. Tersine bir birleştirme eylemdir. Oysa söz konusu ilan siyaset değil, tersine, bu anlamda, ilan ideolojik bir siyasetsizliktir. Nefrete çağırmadır; siyasete değil !

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır