28 Kasım 2019

Bir gazeteci bir şey yazdı...

Bazen söylemlerin patinaj yapmaktan başka bir şey yapmadıkları da olur!

Bir gazeteci (R.T.) bir şey yazdı! Bir haberi başkasından aldığını ve gazetecilik kuralarına saklanarak onun kim olduğunu söylemeyeceğini ifade etti. Bu siyaset sahnesine sert bir şekilde bomba gibi oturdu. Ve, o günden beri Türkiye basını bunu tartışıyor. Ve, herkesin tartıştığı, aslında, ne olabilir? Kimin hangi sırayla ne yaptığı mı? Yoksa o sıranın içinde, birbirlerini aşarak olayların ilerlediği mi? Baştan belli olan bir şey var mıydı? Öyle ise, mesela, bunun arkasında kim vardı? Hep arkada olan bir saklı aranmakta! Oysa bazen söylemlerin patinaj yapmaktan başka bir şey yapmadıkları da olur!

Bu sorular, sadece gazetecilik etiği üzerine kurulu olan bir ahlaki durum veya siyasi tavır olmaktan ayrı, bir de ifade etme biçimleri üzerine gelişen bir anlatı konusuna dokunmakta. Kim ne anlattı? Kim nereye gitti veya gitmedi? Nasıl gelişti olaylar? Birkaç gündür, izleyebildiğim kadarıyla, her gazeteci kendi olay zincirlerine göre, sıralama yaparak bir anlatı kurmakta. Bu anlatının dizi sıralarına göre, olayın arakasında kimin olacağı sorusu sorgulanmakta. Belirtme işareti nasıl gelişmekte? Parmak ile gösterme işaretinin, yani işaret parmağının ileriye doğru gösterdiği istikamet sözlü olarak bir yer göstermesine rağmen, bu istikamet yazılı olarak anlatılmaya kalkıldığında iki ayrı olay yaşanmakta. Dilbilimi anlatılarında bu, böyle gösterilmekte.

Birincisi, fiil: Bir olayın ana kullanım anlatımı olarak olayı olumlamaktadır. Fiil, birisinin nereye gittiğini ve orada kiminle görüştüğünü anlatır. Fiil eylemi veya hareketi belirtir. İkincisi, yazılı olarak: Bir yazarın yazdığı okunur ve yazara sorulur: Arkasında kim var? Yazar, fiilin ileri sürdüğü hareketi değil, kişiyi saklar önce, çünkü gazetecilik ihlal edilmemelidir. Fakat birkaç gün sonra olay çok büyüdüğü vakit, söylemek zorunluluğunu hisseden gazeteci yazar kaynağını açıklar ve işler büyümeye başlar: İkinci kişi kendi açıklayabileceği bir haberi başka bir gazeteciye sunmuştur. Yazan gazeteci kaynağına güvenerek olayı yazar (fiil ile yazar birleşir, fail açıklanır). Her gazeteci başka gazeteciye ve daha sonra da doyen bir gazeteciye sorular sorarak işi çözmeye uğraşır: Enigmayı!

Fiil işleme girer bu anlamda. Gramer ve mantık kurallarına göre, yazılan yazıda, o halde, mantık kurallarının ve gramer kurallarının dışına çıkan nedir? Belirtme, eylemi göstermekteyse ve bunu olduğu gibi olumlayarak açıklıyorsa, yazının şimdiki zamanı, ifadenin veya daha dilbilmsel olarak söylemeye kalkarsak, sözcelemin zamanını ortaya koymaktadır. Sözce bir kişi tarafından ifade edilmiştir (sözcelem öznesi). Yazının bir yazanı ve okuyucuları vardır. Bu ikisi arasında, iletişim içindeki cümlelerde mesaj birinden diğerine işleyerek geçer. Burada, bir söylem olarak söylenen (sözce) gramer kurallarına göre bir kişi etrafında organize olur. Söylem bir "ben" tarafından örgütlenmektedir. "Ben", bir kişi olarak, olayı örgütleyen halindedir: "Ben size, bu olayı örgütleyen olarak yazıyorum ki, bu enformasyonu alan biri olarak size bir haber vermekteyim ve bu habere göre iki insan buluşup konuştular. Şimdi ve burada ifade etmekteyim ki, size bilmediğiniz bir haberi bir 'flaş haber' olarak yazmaktayım".

Bu ifade biçimi olayın temsilini anlatmaktadır. Olayı temsil etmektedir. Yani, olay yaşanmış bir olay olmaktan çok temsil edilen bir olay olarak kendisini ortaya koymaktadır. Temsili olan olay kendi kendisinin gerçek olduğunu ilan etmektedir. Temsili olanın, yani gerçek değil, gerçeğin en azından bir temsili olduğu çok insan tarafından bilinmektedir. Bir tiyatro oyunu gerçek değil, gerçek olarak adlandırılanın bir temsilidir. Oyun olarak da adlandırılmaktadır tiyatro dünyasında. Kelimeler olaylardaki şeyleri temsil etmeye yarar ve bir yazıda olayların temsilini sunar. Anlatı, yazılı olarak yaşanmış olanın anlatısıdır veya yalandır. Ama her halükarda, bu bir hikâyedir. Yani tarihi olarak adlandırılan bir yazar tarafından yazılı hale konulduğunda, bu, temsili bir hikaye olarak anlatılmaktadır.

Tarih de bilim de, sonuçta, halka anlaşılır bir şekilde aktarılmak zorunda olunduğundan gündelik yaşamın ifade biçiminde, kelimeler, önermeler ve fillerin ortaya koyulduğu bir sözce ile anlatılmaktadır. Bir sözce, o halde, bu öğelerden kurulu olarak işler hale sokulmaktadır. Sözcenin (anlatının) biçimi ile sözcelem öznesinin söyleminin yazılı ifadesi arasındaki fark burada ortaya çıkar. O zaman kim bu yazıyı okumaktaysa; kendi perspektifinden bakarak, kendi bakış açısının imkan verdiği sıralamayı takip ederek, sözceyi bir anlama sokar, anlaşılır kılmaya başlar ve anladığını kamuya, bu sefer ikinci elden anlatmaya başlar. İlk anlatanın ardından yazar temsili yazısıyla olayı açıklamaktadır; diğerleri, yani okuyup da bunu yorumlayanlar, değişik perspektiflerden bakarak sözceyi bir o yana bir bu yana çekerek, işleme koyarlar ve açıklamalarında kendi haklılık paylarını kamuyla paylaşmak isterler: Burada, yalan değil, sözcenin farklı perspektifleri üzerinden yorumlar vardır. Bu yorumlayıcı üçüncüler; birinci ve ikinci anlatıcının (biri sözlü ifade, diğeri yazılı) peşinden gittiklerinde "mevcut olmayanları", filli eyleme doğru taşımaya başlarlar. Daha doğrusu, üçüncülerin yorumlarından itibaren kamusal alanda bu, sonsuzcasına yoruma doğru sürüklenmeye başlayacaktır. Yahut da hiçbiri, bir özne olarak kendi yorumlarının arkasında durmayacaktır!

Kartezyen düşünce biçiminin perspektifinden bakarsak, "ben" olan öznenin ifade ettiği ile sözcenin varoluşu yan yana bir mantık silsilesi oluşturmaya başlar: Burada üçüncülerden itibaren "ben öznesi" kendisini "bir olay oldu" haberine bırakmaya başlar. Bu durumda ise, özne değil sözce ön plana geçer. Bu, neredeyse bir dedikodu olarak işlemeye başladığında ise, olayın gerçekliği yerini ideolojik kamplaşmalara bırakacaktır. Burada, anlatı (fiil) sözcelem öznesini ortadan kaldırır ve gramer kurallarına bağlı olarak işlemekte olsa bile  öznenin görevi artık sona erer.

Burada dikkatli bir şekilde bakıldığında; tam da gerçek ortadan kalkarak yerine dedikodu ikame ederken öznenin ortadan kalktığı boşluğa, yansız bir üçüncü tekil şahısla fiilin kendisi yerleşmeye başlar. Olay kendi kendisini fiili olarak sunmaya başlamıştır. Ama, olay nerededir? Fiilin ortaya attığı bir olayda mı? Yoksa anlatının ortaya koyduğu olayda mı? Öznenin namevcudiyetinde (birinci anlatıcı, ikinci olarak aktaran yazar-gazeteci ve üçüncülerin yorumundan başka ortada bir şey kalmadığında) dilbilim analizi bizi şuraya doğru götürür: Artık mevcut olmayan bir öznenin sadece fiilinin kaldığı yere. İdeolojinin kendisi, burada, açık olarak kendisini kuramaya başlayacaktır. İdeolojiyle birlikte ne olay ne de onun filli kalır geriye. Sonsuza kadar sürebilecek (sadece olayın kendisinin gerçekten olduğunu belgeleyen kayıtlar dışında) yorumlara doğru açılabiliriz ve herkes kendi perspektifinden olayı yeniden üretme kabiliyetine sahip olacaktır. Bir anlamda enformasyon olduğu gibi doğrulanmayan bir veri olarak anlam değil sadece bilgi üzerine yorum-yazı veya yorum-söz olarak var olacaktır.

Orada ideolojiler ve yargılar işleyecektir artık! Acaba istenen ve arkada saklı olan bir şey varsa, bu mudur? Boşluğun patinaj çekerek kendi ekseninde dönüp durması mıdır? Yani; dilbilimsel olarak, yansız öznenin kendine ait ifadesi olan sözce kendi kendisini kuran öznesiz bir söylem olarak varoluşunu saklayan bir tavırda, havada asılı bir şekilde durmaya devam mı edecektir? Yorumlamaları ve aşırı-yorumlamaları saklayan ve üreten, havada asılı duran sadece sözce olacaktır. Tek başına, işleyen veya işlemeyen, boşlukta asılı durumundan, bir gün onu açıklayacak olayın ne olduğunu veya ne olmadığını ortaya koyana dek!

Bize ise, burada, olayın doğruluğunu konuşmaktan veya yazmaktan değil de, sadece beklemekten başka bir şey yapamayız sanki! Sözün ve ardından yazının veya yazının ve ardından sözün aralarında sıkıştırdıkları olayı, belgeyle açmalarını bekleyerek... Bundan bıkıp, vazgeçene kadar!

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır