23 Haziran 2019

Bilgi mi dediniz ?

Bilginin kullanım biçimi değiştiği vakit, insanların kafalarının da değişmekte olduğunu, biraz da üzüntülü ve hatta nostaljik bir kelime olan hüzünle   izliyoruz bir zamandır

Bilgi toplumu denilmişti 1980’li yıllarda; bilginin değişiminden bahsedildi postmodern durumda. “Bilgi ve iktidar” ilişkisi, 1970’lerden nerdeyse yakın zamanlara kadar araştırmacıların Michel Foucault üzerine çalışmalarında konu edilip duruldu.  Bilginin arkeolojisi yapıldı.  Bilginin ve onunla işleyen şeylerin düzeninde kelimelere ve şeylere yer verildi. Yazı toplumu 1980’li yılların en önemli konularından biriydi, Fransa’da. O kadar ki,  televizyonlarda bile dikte imtihanları yapıldı durdu, Fransızlar kelimeleri  doğru olarak yazabilsinler diye. Napolyon zamanında önemsenen dikte, 1980’lerde “bilgi toplumuna” erişebilmek için insanları hazırlamaktaydı. O kadar ki, kapalı mekanlarda eğitim yapmanın disiplin toplumlarında kaldığı ve 20.yüzyıldan çıkarken kontrol toplumlarında bilgiye erişimin artık açık alanlarda yapıldığı öne sürüldü. Virilio bunu en çok söyleyenlerden birisiydi. Kim  kelimeleri doğru yazabiliyorsa, onların bilgiye ulaşımının da o derece artacağı düşünüldü.

Spinoza gündeme geldi, yine 1970‘lerin içinde, çünkü “birinci tür bilgiden” çıkmak gerekmekteydi. Yani, kulaktan dolma bilgilerle hareket edilemezdi; siyasi kararlar verilemezdi; seçmenler bu tür bilgilerle dolu olmamalıydılar ki, hakikat olan bir siyasete erişebilsin insanlar. Birinci tür bilgi insana upuygun bir şey olmaktan çok uzaktı; çünkü insanlara pasif afektler vermekteydi; tutkularına yenik düşürmekteydi. Bu bilgi türünde, insanların fikirleri açık ve seçik olmaktan uzaktı ve böyle kaldığı zaman cahilce davranmak zorundaydılar.

İnsanların kendi istediklerini gerçekleştirmek ve kendi bilgilerine, düşüncelerine göre hayatlarını oluşturmak imkanı bu tür bir bilgi türüyle mümkün olmaktan çok uzaktı. Bu  durum, insani olarak, üzücü bir durumu yaratmaktaydı. İnsanlar bu tür bilgiyle dışarıdan yönetilmeye mahkum olmaktaydılar; kendileri kendilerini yönetmekten acizdiler. Dışarıdan belirlendiklerinde ve yönetildiklerinde ise, acı gelen şoklara maruz kalmaktaydılar. Spinoza, o nedenle,  birinci tür bilgiden çıkmanın önemini vurguluyordu. Bu tip ilişkilerde bedenler dışarıdan zehirlenmekteydiler; toksik fikirler çok yaygınlık kazanabilirdi ve bu insanlar için haksızlığın ve adaletsizliğin yollarını açan bir imkan haline gelebilmekteydi.

İkinci tür bilgi için daha fazla çalışmak gerekmekteydi. Kulaktan dolma değil, içine girerek, işin aslını bilerek karar vermek önemsenmeliydi. Burada ilişkiler daha farklı bir şekilde kurulmakta ve bozulmaktaydı. Kompozisyonlar ve dekompozisyonlar içinde ilişkiler belirlenmeye başlamaktaydı. Bu ilişkilerde bir bireyi oluşturan, dışarıdan gelen etkiler insanın kendi karakterlerini oluşturmaktaysa, onlarla ahenkliyse, o halde gelen bu karakterler insanın benliğine ait olarak işlemeye başlamaktadır. Ama, bu karakterlerin dışındaki ilişkiler bedenlere dışarıdan gelmekteyse eğer, o zaman bunların bedenin karakterlerine uymaması yüzünden bağışıklık sistemi bozulabilecektir. Görülebileceği gibi, o kadar ehemmiyetli ki bu ikinci tür bilgi, bize ait olmayan karakterler bize bulaştığı zaman hasta bile olabileceğiz demektir. Bilgi bedenlerimizin sağlığını ve aklın imkanlarını sağlayan bir veri olarak bu kadar önemli bir yere sahip olarak, insanın bedeninde ve belleğinde yer etmekteydi; çünkü artık bu ikinci tür bilgide sadece ilişkileri değil, aynı zamanda bu ilişkilerin kendilerini de bilmek durumundayız. Bekleyebileceğimiz ve beklenmeyen ilişkileri tartma imkanlarımız oluşmaya başlayacaktır. Buradaki bilgi,  bizimle upuygun olmaya başlamıştır artık.  İlişkiler ve oranlar üzerine kurulu bir espas anlayışı ortaya çıkartır ikinci tür bilgi.

21.yüzyıla girmeye başladığımız yıllarda ise,  bilgisayar çağı bilgi çağının yerini almaya çalıştı ve bunu da başardı. Bilgi değil; ama adı üstünde “bilgiyi sayan” matematik üzerine kurulu bir sistem insan kafasının işleme biçimlerini değişikliğe sokmaya başladığında bilginin değil, ama bellekte bilgiyi saklayan bir  yüzeyin içinde yaşamaya başladık. Ve, bu gittikçe de hızlanarak eski bilgi biçimlerinin önüne geçti. Artık hiç bir şeyi eskisi gibi düşünemeyen nesiller var olmaya başladı. Bilgisayar ağları ve onların sakladığı bilgi, akıl ve bellek üzerine kurulu olan bir bilginin yerini almaya çalıştığını gözlemlediğimizde ise, siyaset veya onunla birlikte işleyen hukuk, demokrasi ve insan hakları gibi kavramların yeri, toplumsal ve siyasi alanda başka  bir yere oturmaya başladı.  O zaman, popülizm ve gerçek-sonrası diye adlandırılmaya başlanan bir çağ içinde yaşamaya başladığımız ortaya çıktı, belki de. Belirli bir zamandan beri bunlarla yaşamaktayız. Başka türlü davranan, başka türlü hareket eden insanlar ile aramızda bir kopukluk oluştuğunda, halk kavramı da eski anlamını koruyabildi mi ? Pek emin değiliz belki de ? 

Bilgiye ulaşmak ve erişmek kolaylaştıkça bir o kadar o bilgiyi kullanmamaya başladığımız bir kafa yapısı oluştu. İşe yarar mı yoksa yaramaz mı ? Kaç para eder ? Veya hatta para bile eder mi ? Böylece, bilgi bir yandan gizlilik taşımaya başladı: Brövelerle bilginin kaç para ettiği önem kazandı; ama diğer yandan ortak bilgi bilgisayarların belleklerinin içinde kayıtlı bir şekilde onları gelip bulacak insanları bekleyen birer muhafız gibi işlemeye başladı. Muhafaza eden makinalar arzu makinalarının yerini almaya başladığında toplumsal alanın da farklılaştığını görmeye başlamak zaten kolaylaştı; örneklerini sıklıkla görmekteyiz zaten.

Bilginin kullanım biçimi değiştiği vakit, insanların kafalarının da değişmekte olduğunu, biraz da üzüntülü ve hatta nostaljik bir kelime olan hüzünle   izliyoruz bir zamandır. Orhan Pamuk’un dünya edebiyatına kattığı bu hüzün kelimesi artık bütün dillerde mevcut olarak durmakta ve zaten hüzün sadece Türkçeye ve Türkiye’ye ait olarak değil, tüm dünyanın insanlarının  değişen kafalarına ait olarak işleyen bir kelime haline gelmekte bugün.

Bilgi dışında aklı kullanmak zorunda kalmayan ve birinci tür bilgiye bağlı kalan insanlar için söylentilerle işleyen hikaye anlatıcıların çağında, bilgi oradan buraya sesle ve imajla gelen bir şey haline  gelmeye başladı. Şey ise metalaşmaya doğru yol almakta para ediyor, bu anlamda.

Bakalım daha nelere yol açacak bu yeni toplumsal durumdaki bellek-makina bilgisi. İmkanlara mı imkansızlıklara mı vesile olacak ?

Yazarın Diğer Yazıları

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır

Özgürlükten kulluğa

Antropolog Pierre Clastres, inanılmaz bir şekilde La Boetie’den yola çıkarak özgür toplumlardan boyun eğmeyi tercih eden kulluk toplumlarından söz etmekteydi: Bu ayrım sonunda devlet mekanizmasının oluşturulması ve devlet mekanizmasının oluşmasına karşı çıkan ve tarihsiz olarak adlandırılan toplumlar arasındaki fark ortaya çıkartılmaktaydı

Kim ne sanıyor?

Küreselleşmekten uzaklaşmaya başlayan dünyamızda artık homojen olmayan farklılıklarla yaşamayı öğrenmek zorundayız. Göç-sonrası toplumsal vaziyet bunu öngörmekte ve fiili olarak yaşatmakta