26 Haziran 2019

ABD, İran’ı vuracak mı?

Washington, Tahran ile tırmandırdığı gerilimde blöf yapıyor

Basra Körfezi'nde bir anda saldırıya uğrayarak alevler içinde kalan petrol tankerleri, onların imdat çağrılarına yanıt veren ABD savaş gemileri ve İran tarafından düşürülen insansız hava aracı... Bölgede tırmanan gerilimle birlikte çatışmaların büyüyeceği korkusu yalnızca ülkemizde değil dünyada da herkese aynı soruyu sorduruyor:

Washington iki olayda da sorumlu tuttuğu Tahran’ı vuracak ve bir zamandır yaptırımlarla zayıf düşürmeye çalıştığı bu ülkeyi bir savaşın fitilini ateşleyerek devirmeye çalışacak mı?

Bu yazıda gelin bu sorunun üzerinde düşünerek cevabını aramayı deneyelim.  

BİR) Aslında Hürmüz Boğazı yakınlarında 2 petrol tankerine düzenlenen saldırı 13 Haziran’da gerçekleşmiş olsa da, ABD ile İran’ın arasındaki gerilim, bildiğiniz gibi, bir yıl önce tırmanmaya başlamıştı. Zira Trump yönetimi, 2015'te Barack Obama’nın da imza koyduğu nükleer anlaşmayla (P5+1) kaldırılan İran’a yönelik tüm yaptırımları 2018 yılı Ağustos ayında yeniden yürürlüğe koymuştu. Washington yönetimi 2019 yılı Nisan ayında İran Devrim Muhafızlarını terör örgütü olarak ilan etti. Mayıs ayı başında da İran’ın demir & çelik, bakır ve alüminyum sektörlerine yaptırımlar getiren yeni bir karara imza attı. Bunun hemen ardından da ABD Basra Körfezi'ndeki askeri varlığını artırmaya başladı. Gerek yaptırımlar gerekse de askeri yığınak ABD’nin -böyle bir savaşın ekonomik ve insani sonuçlarından endişe duyan- Avrupa’daki müttefiklerini telaşa düşürüyordu. İran’ı vurmanın bedeli çok yüksekti ve Avrupalı müttefikler şu aşamada bu bedeli ödemeyi göze alabilecek konumda değillerdi. Aksine, Avrupalılar Amerikalılardan Körfez’de bir savaş olasılığına dönük endişelerini gidermelerini bekliyorlardı.

Gerek 30 Mayıs -2 Haziran tarihleri arasında İsviçre’nin Montrö kentinde 4 günlük bir gündemle kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen Bilderberg 2019 toplantılarından, gerekse de onun hemen öncesinde Beyaz Saray üst düzey yetkililerinin Avrupa’da gerçekleştirdiği temaslardan sızan bilgiler, aslında ABD’nin İran’a savaş açmayacağı yönünde özellikle Avrupalılara bir anlamda güvence verdikleri yönündeydi.

Bu temasların belki de en başında, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Avrupa temasları geliyordu. Pompeo, Bilderberg toplantıları öncesinde Avrupa’da dört ülkeyi kapsayan ziyaretlerde bulunmuş ve denilenlere bakılırsa, bu temaslarında, Tahran’a yönelik ekonomik yaptırımlara ne kadar hız verseler de, ABD’nin niyetinin savaş olmadığını, sıkıntıları diplomatik kanallar üzerinden aşmaya çalışacaklarını vurguluyordu.

Bilderberg toplantılarının son günü, yani 2 Haziran Pazar günü, Pompeo, Avrupalı müttefikleri ve küresel finans çevrelerini İran ile yaşanan gerilime dair rahatlatacak yeni bir açılım getirdi ve ABD’nin İran ile nükleer programı konusunda hiçbir önkoşul dayatmadan görüşmeye hazır olduğunu da söyledi.

Kısacası Beyaz Saray İran’a sert mesajlar gönderse de, olası bir savaşın kendileri açısından da yıkıcı sonuçları olacağını bilen ve bunu dillendirmekten çekinmeyen Avrupalı müttefiklerine İran konusunda itidalli mesajlar göndermeyi yeğlemişti. Savaşmayacaktı!

İKİ) Son olayların vuku bulduğu Hürmüz Boğazı, Orta Doğu'daki petrol üreticisi ülkelerin Asya, Avrupa, Kuzey Amerika ve ötesine ikmal yaptıkları kritik bir güzergâhtır. Basra Körfezi’ni Umman Körfezi ile birleştiren ve İran ile Umman’ı da birbirinden ayıran Boğazın en dar noktasında genişlik 33 kilometreye ulaşır. Bunun anlamı şudur: Su kanalı, iki yöne ancak üçer kilometrelik bir nakliye rotası içermektedir. Dolayısıyla bölgede bir savaşın patlak vermesi durumunda Hürmüz Boğazı çok büyük olasılıkla kapanacaktır. Bu, İran’ın yanı sıra, Irak, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ın da petrol ve doğal gaz taşıdığı güzergahın kapanması, dünya petrolünün yüzde 25’inin akışının kesilmesi demektir. Ayrıca Boğaz sıcak çatışmaların doğal sonucu olarak kapanmasa bile dünyayı ekonomik sonuçlarıyla vurmak isteyecek bir İran da Hürmüz’ü kapatmaya kalkabilir. Yaptırımlar öncesi bu kanaldan günde 2,5 milyon varil petrol sevkiyatı yapan İran’ın petrol ihracatı yaptırımlar sonucu zaten 400 bin varile düştü. Böyle bir karar alması olasılıklar dahilinde. Nitekim, İran Devlet Başkanı Hasan Ruhani epey bir zaman önce ABD’nin ülkesi için hayati önem taşıyan petrol sevkiyatını yapmasını engelleme durumunda Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceğini de söylemişti.

“Aman canım kapanırsa kapansın, zaten savaş çıkarsa kimin umurunda olur ki” diyemiyoruz! Zira, piyasa uzmanları Hürmüz Boğazı’nın kapanması durumunda şu sıralarda 60 dolar civarında seyreden ham petrolün varil fiyatının 250 dolara ulaşabileceğini söylüyorlar.  Dünyanın önemli bir bölümü için bundan daha büyük bir kabus olamaz sanıyorum.

ÜÇ) Mesele sadece petrol fiyatlarının küresel ekonomiyi vurmasıyla sınırlı da değil. Sermaye piyasalarının önemli bir bileşeni olan türev piyasalar da ister istemez bundan etkilenecek. Zira petrol, kullanım alanı çok geniş olan önemli bir tüketim malzemesi olmakla birlikte aynı zamanda türev piyasalarda vadeli olarak işlem gören de bir ürün. Petrol işlemlerinin yapıldığı önemli borsaların başında da NYMEX (New York Mercantile Exchange) yer alıyor. Bilindiği gibi, spekülatif dediğimiz gelişmelerden etkilenen türev piyasalar, politik ve siyasi hareketler sonucu fiyatlamalara sahne olmakta, savaşlar, afetler ve jeopolitik risklerle büyük oynamalar kaydedebilmektedir. Güncel fiyatlar üzerinden petrol piyasalarının büyüklüğü 1,7 trilyon dolar civarında olsa da, uzmanlar türev piyasalar işin içine girince pazarın büyüklüğünün bu rakamın 25-50 katına ulaştığını tahmin ediyor. Demek ki, en mütevazı tahminle bile 40 trilyon dolarlık bir pazar büyüklüğünden söz ediyoruz.  

Nitekim, Asia Times yazarlarından araştırmacı gazeteci Pepe Escobar’ın, Amerikalı kaynaklara dayanarak aktardığı bilgilere göre, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı -sebebi ne olursa olsun- kapatması durumunda türev piyasalardaki küresel ticaretin çökme ihtimali üzerine hazırlanan raporların Başka Trump’a ulaştırılması Washington’da bir panik havasına yol açtı. Beyaz Saray’ın İran ile çatışmaya girme hususunda “geri vitese takmasının” ardında bu sebep var.

Dünyanın en büyük yakıt ikmal hattı olan Hürmüz Boğazı’nın kapanmasının türev piyasalar üzerinde de etkili olacağını söyleyen çok. Ancak böyle bir gelişme, tabii ki sadece petrol ve türev piyasalarının değil, en genelde dünya bankacılık sisteminin de ciddi yaralar almasına sebep olma potansiyeli taşımaktadır.

DÖRT) ABD’nin Körfez’de kapsamlı bir operasyona girişebilmesi askerî açıdan ne anlama geliyor, bunu da bilip akılda tutmakta fayda var. 19 Mart - 1 Mayıs 2003 tarihleri arasında yaşanan Irak İşgali öncesinde ABD yaptığı askeri yığınak kapsamında bölgeye 177 bin asker göndermişti. İran gibi bugün dönemin Irak’ından çok daha güçlü savunma sistemlerine sahip olduğu bilinen bir ülke ile doğrudan bir savaşa girilecekse, benzer sayıda askeri birliğin bölgede konuşlanması gerekeceği açıktır. Savaş öyle bölgeye 2500 ekstra asker göndererek yürütülecek bir “operasyon” değildir. ABD Savunma  Patrick Shanahan’ın da tahayyül ettiği gibi, en az 120 bin askerlik bir gücün bölgede konuşlanması gerekir. Bu aylarca sürecek bir askeri hareketliliğin yanı sıra bugün destek vermeye hiç de gönüllü gözükmeyen ABD müttefiklerini bölgeye binlerce kişilik kuvvet göndermeye ikna etmek anlamına da gelecektir.

BEŞ) İran öyle “kolay lokma” değildir. Elinin altında çok güçlü füze savunma sistemleri olduğu bilinen bir ülkedir. Sahip olduğu 1200 km menzile sahip uzun menzilli seyir füzelerini (Huveyze) ve yılda 40-50 deneme yaptığı balistik füzelerini, özellikle de Kuzey Kore yapımı 2000 km menzile sahip Hürremşehir füzelerini bir kenara bıraksak bile, Basra Körfezi’nin kuzeyinde konuşlu çok güçlü gemisavar füze bataryalarına sahip olduğunu unutmamamız gerekiyor. Bunlar arasında Rus yapımı (P-800 Oniks ya da Yakhont olarak da bilinen) SS-N-26 Strobile hipersonik füzelerinin ses hızının 2,5 katına yakın bir süratte seyredebildiği, 200 kg savaş başlığı taşıyabildiği ve 300 km menzile sahip bu füzelerin bölgedeki Amerikan uçak gemilerini ve bu gemilerdeki uçakları vurabilecek güçte oldukları söyleniyor.

Nitekim İran Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacızade mayıs ayında yaptığı bir açıklamada şöyle demişti: “Üzerinde 40-50 uçak ile 6 bin kişilik bir askeri birlik taşıyan bir uçak gemisi bizim için geçmişte bir tehdit idi. Şimdi ise o tehdit artık bir fırsata dönüşmüş durumda.

Bu sözler, içinde test edilmemiş bir ulusal gururdan kibirli izler taşıyor da olsa, Irak savaşında 4 bin 500 evladını yitirmiş Amerikan vergi mükelleflerinin günü geldiğinde bu sözleri sınamaktan yana olacaklarına ihtimal vermek güç.

ALTI) Bunun bir nedeni de, İran ile yaşanacak olan savaşın sadece İran coğrafyasıyla sınırlı kalmayacağı gerçeği. ABD’nin 2003 Irak Savaşı, bu ülkede İran’ı tek kurşun atmadan “zaferin” ortağı yaptı. Bu nedenle Irak’ın, İran’a karşı girişilecek olan savaşın bir anda bir başka cephesi olacağı açıktır. Savaş, bir anda başta Irak olmak üzere, Suriye, Lübnan ve İsrail coğrafyasına da taşınacak ve Pentagon için başta öngörülemeyen çok sayıda komplikasyona sahne olabilecektir. Bundan 8-9 yıl önce “kolay lokma” gibi duran Suriye’yi bir iç savaşa sürükleyerek Şam Yönetimi’ni devirmeyi ve kukla rejim kurarak bu şekilde İran’ın Akdeniz’e uzanmasının önünü kesmek istememiş ama neticede daha bunun bile başaramamış bir gücün bundan daha büyük bir ham hayali çok daha geniş bir coğrafyada başarabilmesi hiç de kolay değildir.

Ayrıca, 2017 yılı Şubat ayında Münih Güvenlik Konferansı’na katılan Batılı istihbarat kaynaklarının elindeki bilgilere kulak verecek olursak, yukarıda değindiğimiz Yakhont füzelerinden Lübnan Hizbullahı’nın da elinde bulunmaktadır.

Dolayısıyla ABD ve müttefikleri için olası bir İran Savaşı, Körfez sularındaki üslerinden sabah akşam İran’daki hedeflerin vurulduğu bir savaş olmayacaktır. Hesap edilmesi gereken çok sayıda parametre, hazır olunması, kontrol edilmesi gereken çok geniş bir coğrafya vardır. Ve şu aşamada bu işin riski çok büyüktür ve bu riskleri azaltmak çok yüksek maliyetli bir çaba olarak görülmektedir.

Özetle…

Uzunca bir süredir dünyayı yaptırımlar üzerinden yönetmeyi deneyen ve bu yolda zaman zaman da zorbalaşmaktan kaçınmayan Washington, Tahran ile tırmandırdığı gerilimde blöf yapıyor. Aslına bakarsanız ABD’nin İran’ı (en azından şu kısa vadede) vurmak gibi bir “niyeti” yok. Uzun vadede ne olacağını bilmek elbette mümkün değil. Ama kısa vadede ufukta İran Savaşı gözükmüyor. Gerçi ara ara Beyaz Saray’da buna birileri “niyetleniyor” ancak o birilerine epeyce bir uzman ve çevre tarafından böyle bir savaşın göze alınamayacak bedelleri hatırlatılınca derhal bu fikirden vazgeçiliyor. Bu son sefer de “böyle olmuştur” diyebiliriz. Ama tabii İran ile yaşanacak kontrollü bir gerginlik her zaman için ABD’nin bölgedeki müttefiklerine “savaş geliyor, bakın düşmanınız silahlanıyor, siz daha da çok silahlanın” mesajı vererek daha fazla silah satmasına olanak tanımaktadır. Nasılsa, arada işler kontrolden çıkıyormuş gibi göründüğünde, son Amerikan insansız hava aracının düşürülmesi sonrasında Trump’ın ağzından dökülen sözlerin de işaret ettiği gibi, “sarsak ve aptal birinin yaptığı yanlışlıkdiyerek meselenin içinden sıyrılmaya çalışma ihtimali her zaman mevcuttur.

Neyse ki mevcuttur!


twitter: @akdoganozkan

 

Yazarın Diğer Yazıları

Füze saldırılarının görünmeyen koridor boyutu

İsrail ile İran arasındaki karşılıklı füze saldırıları, ABD’nin Orta Doğu'da Çin'in artan nüfuzunu dengeleyecek bir ağırlık merkezinin sacayaklarının inşa sürecine de katkıda bulunuyor

Biri öldürmüş, biri gömmüş, biri de delilleri yok etmiş

Knesset semalarında İran füzeleri görüldü diye dikkatlerden kaçmasın, bayramın son günü İsrail ordusu Gazze’de 3 yüksek okul, bir ilkokul, bir hastane, bir düğün salonu ve bir de camiyi 1 saat içinde yok ederken, işbirlikçileri 1930’ları anımsatan icraatlara imza attı

Kadayıfın altı kızardı

70’lerdeki hükümetlerin ayakta kalmasında anahtar rol oynamış Necmettin Erbakan’ın oğlu, babasının izinden giderek ustalıklı bir stratejiyle “kadayıfın altını kızarttı.”  Sol yine seyrederken