25 Aralık 2019

Spora dair notlar - 2

Bu ülkenin çocuklarına spor yaptıracak, sporu gerçek anlamda kitlelere yayabilecek görüşlere ve yaklaşımlara ihtiyacımız var

Geçen hafta ilk bölümünü paylaştığım ve Türkiye’de sporun bir türlü istenilen yere gelmemesine yol açan etmenlerin neler olduğunu tartışacağını belirttiğim bu ikinci yazıda birkaç farklı açıdan içinde bulunduğumuz durumu ortaya koymaya çalışacağım. Tarihin en eski kurumlarından bir tanesi olan spor kurumunu irdelemeye başladığınızda sadece söz konusu bu alanı icra edenleri değil aynı zamanda bu alanın içinde bulunduğu toplumsal, ekonomik ve siyasal etmenleri de göz önünde bulundurmak durumundasınız. Bir başka deyişle spordan bahsettiğiniz anda aynı zamanda siyasetten, ekonomiden, ideolojiden, medyadan, kültürel gelenek ve alışkanlıklardan da söz etmekte olduğunuzu unutmamalısınız. Ülkemizde bu alana dair yapılan en büyük eksikliklerden bir tanesi hiç kuşkusuz söz konusu alanı büyük bir çoğunlukla sadece ve sadece sportif aktiviteler üzerinden görmek olmuştur. Spor sahasındaki aktivitelere ve bu aktiviteleri yerine getirenlere odaklandığınız anda ise bütünü gözden kaçırmakla kalmayıp, ortaya koyduklarınızla da asıl noktalara temas edemezsiniz.

Sizleri spor tarihimizde bir gezintiye çıkarmak gibi bir niyetim yok. Buna karşın modern spor dediğimiz anlayışın bu topraklara on dokuzuncu yüzyılın sonunda girdiğini ve buradan yayıldığını da belirtmek durumundayım. Spor ile siyaset arasındaki ilişki gerek bazı spor dallarının icra edilmesinde gerekse de farklı statülere sahip bulunan kişilerin bu icra esnasında karşı karşıya kaldıkları uygulamalara da yansımıştır. Özellikle cumhuriyet öncesi dönemin bu açıdan gözden geçirilmesi önem arz etmektedir. Burada önemli bir eksiklik ülkemizde spor bilimleri ile uğraşanların dışında kalan alanlardakilerin maalesef bu alana uzak durmaları ve alandaki boşluğun giderek büyümesidir.

Türkiye’de tarih, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, ekonomi, iletişim alanlarında çalışmakta olan akademisyenlerin spor olgusuna daha yakından eğilmeleri ve bu alana daha fazla destek vermeleri gerekmektedir. Çünkü söz konusu bu alanların devreye girmesi ile sporun karanlıkta kalmanın yanı sıra bireysel, toplumsal ve kültürel olarak üzerinde yeterince durulmayan alanlarının da tartışmaya açılması sağlanacaktır. Türkiye’de spor bilimleri alanında çalışan akademisyenlerin büyük bir çoğunluğu maalesef sadece sporun sağlık boyutu üzerinden çalışmalarını yürütmektedirler. Türkiye’deki spor bilimlerinin, ülkenin içinde bulunduğu şartlar göz önüne alındığında güncelin etkisinde kalmakta ve uluslararası alanların belirleyiciliği altında sıkışmak sureti ile devletle olan bağını sıkı tutmakta ve devletin spora yönelik yaklaşımlarını eleştirebilecek konumdan uzaklaşmaktadır.

Türkiye’de spor bilimi ve bu alanla uğraşan spor bilimcileri; toplumsal yapımız içerisinde sporun nerede durduğu ve bu duruşun hangi yaklaşımların etkisi altında olduğunu sorgulamak durumundadırlar. Bu ülkede spor yapma oranlarından başlayarak şiddet, doping, şike, spor kültürü, fair play gibi kavramlara ilişkin spor bilimcilerin daha fazla aktif olmaları gerekmektedir. Spor konusunda ülke içerisinde üstü örtük bir mutabakat çerçevesinde yaşanan sorunlara ilişkin icra makamı tarafından çözüm yolları neler olabilir sorusu yöneltilmekte ve bunun yanıtları için de yine bildik anlayışla yüksek okul müdürleri, fakülte dekanlarından oluşan üst düzey spor bilimcisi/yöneticisinin hazırladığı raporlar birbirini tekrarlamaktadır.

Spor konusunda oluşan bu sahte bilinç, toplumun yaşam kalitesinin gelişmesini engellediği gibi yönetimlerin de toplumsal spor hizmeti anlayışlarını geliştirmemelerine yol açmaktadır. Her defasında birbirini tekrarlayan ve alana umut olmaktan ziyade zarar veren bir yaklaşım yeniden üretilmektedir. Bir başka deyişle Türkiye’de sporun ve spor kültürünün yaygınlaştırılmasındaki en büyük engel bizatihi spor bilimleri alanından gelmektedir. Yaşananları net bir biçimde ortaya koymayan bir yaklaşımın yeni sorular sorabilmesi ve buna ilişkin yeni yanıtlarının olabilmesi de mümkün değildir. Bu yüzden spor bilimleri alanında çalışanların toplumsal yaşantımızda sporun yerini sürekli olarak gündemde tutabilmeleri için bakış açılarının yanı sıra kendilerini de değiştirmeleri gerekmektedir.

Bu topraklarda sporun farklı bir şekilde anlaşıldığı ve rejimin kendi ideolojik yaklaşımlarının da yansıtılmaya çalışıldığı bir zaman dilimi olarak cumhuriyetin kuruluş dönemini öne alabiliriz. Bunun dışında kalan bütün dönemler boyunca spor ve spora yönelik siyasi yaklaşımlar farklı düzeylerde olmakla birlikte birbirini tekrarlayan bir yaklaşımı tamamlar niteliktedir. Sistematik anlamda spor ile vatandaşların buluşmasını sağlayacak ve bu doğrultuda sporun kitlesel bir alan haline dönüşmesine öncülük edecek yaklaşımlardan ziyade durumu kurtaracak anlayışlar devrededir. Gelen yönetimlerin zaman zaman sporda devrim laflarına odaklanmaları sizleri yanıltmasın İyi yönetilen demokratik toplumlarda spor devrimi falan olmaz, yalnızca yönetimler toplumun yararına evrimleşirler

Bu alandaki eksikliğimizden bir tanesi de spor tarihimiz boyunca ortaya konulan yazılı eserlerin bir elin parmaklarını geçmiyor oluşudur. Burada da ne yazık ki spor bilimciler açısından hiç de hoş olmayan bir durum söz konusu. Rahmetli Kurthan Fişek hocamızın efsane Spor Yönetimi çalışması yıllar boyunca kullanılmıştır. Sevgili dostum Yiğit Akın’ın Yavuz ve Gürbüz Evlatlar çalışması da yine iz bırakan eserlerdendir ve bu iki isim de spor bilimleri alanından değildir. Spor bilimleri alanında çalışanların çok daha geniş bir perspektife sahip olmaları ve özellikle psiko-sosyal alanlar ve spor yönetimleri alanında çalışanların sosyal bilimlerin farklı disiplinleriyle sürekli olarak dirsek teması içerisinde olmaları gerekmektedir. Aksi durumda birbirini tekrarlayan ve sadece içinde yapılan disiplindekilerin haberdar oldukları yayınlar üzerinden var olan durum tekrarlanmaktadır.

Benzer durum yapılan sempozyum ve çalıştaylar için de geçerlidir. Önceden belirlenen buna karşın ülke genelinin haberi olmadığı organizasyonlar düzenleyerek ülke sporuna yön vermek gibi büyük ve bir o kadar da abartılı laflar etmenin ötesine geçmek gerekiyor. Bu ülkenin çocuklarına spor yaptıracak, sporu gerçek anlamda kitlelere yayabilecek görüşlere ve yaklaşımlara ihtiyacımız var. Bunun yolu ise bu alanda kafa yoran herkesi ayrım yapmadan bir araya getirebilmek ve şova dönük yaklaşımlardan kaçınmak suretiyle gerçekten ‘milli’ bir yaklaşımı dolaşıma sokmaktır.

Spora dair notların bu bölümünü spor bilimcilere ve onların yaklaşımlarının bir kısmına ayırdım. Yazı dizisine eklemeler yapmak suretiyle devam edeceğim.

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır