Videoröportaj

Atilla Dorsay: Sinema yönetmenliği erkek uğraşı olarak kaldı, umuyorum ki pandemiden sonra kadın yönetmenlerimiz çoğalsın ve başarılı olsunlar; her şeye yardım yapıldı, sinema salonlarına hiçbir yardım gelmedi

“Yıldız Kenter için bir oyun yazmayı çok isterdim”

12 Haziran 2021 11:30

T24 Video Servisi

İktidarın kültür politikalarını eleştiren Atilla Dorsay “Her şeye yardım yapıldı, sinema salonlarına hiçbir yardım gelmedi. Yarın bir gün o salonlar kapansa, yerine bir dükkân, mağaza, ticaret mekânı açılsa, ne olacak? Nerede göreceğiz filmleri? Kültür siyaseti, hükümetlerimizin kültür politikaları şu anda çok zayıf bir politika” dedi.

“Emek Sineması’nın yıkılması başlı başına bir trajedidir” yorumunu yapan Dorsay, birçok sinemanın kapandığını da anımsatarak İstanbul’un kültür hayatında önemli bir yer tutan Beyoğlu’nun korunması gerektiğini dile getirdi. “Sinema yönetmenliği bir erkek uğraşı olarak kaldı” diyen Dorsay, “Umuyorum ki pandemiden sonra kadın yönetmenlerimiz kadın hareketi, me too ve Oscar’lardaki kadın üyelerin çoğalması, ödüllerin artması gibi olaylara paralel olarak bizde de çoğalsın ve başarılı olsunlar” ifadesini kullandı. 

Sinema eleştirmeni ve yazar Atilla Dorsay, T24 ekranına konuk oldu. Yeni kitabı, 'Hayatımızı Aydınlatan Muhteşem Kadın Dostlarım'ı anlatan Dorsay, sinema ve tiyatroya emek veren kadınlardan, hükümetin kültür politikalarına ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına kadar pek çok konuda açıklamalarda bulundu. Video röportajda T24 editörü Yaşar Kavas’ın sorularını yanıtlayan Dorsay’ın açıklamaları özetle şöyle: 

Dorsay’dan pandemi döneminde üç kitap

Pandemi dönemini çalışarak ve üreterek geçirdiğini söyleyen Atilla Dorsay, son 10 yılın Türk filmlerini 'Dünyaya Açılan Sinemamız', son 10 yılın yabancı filmlerini ise 'Hayatımızı Değiştiren Filmler' serisinin dördüncü kitabı olarak topladığını söyledi. Geçirdiği kalp rahatsızlığının ardından çalışmalarına devam eden Dorsay, 'Hayatımızı Aydınlatan  Muhteşem Kadın Dostlarım' kitabını anlattı. 

“Yaşananlar toplumu sarstı, kendine getirdi”

Türkiye’de son dönemde yaşananları değerlendiren Dorsay, “Şu anda Türkiye’yi sarsan çok kötü olaylar var. Bütün bu hukuk cinayetleri, bütün bu adaletsizlik, bütün bu mafya-devlet ilişkileri, bütün bu doğal felaketler... Ama ben bunlardan bile faydalı bir sonuç çıkacağına inanabilirim. En azından bu yönetimin sağlıksızlığı, yetersizliği iyice anlaşılırsa gelecek seçimlerde onlar gider başkası gelir ve Türkiye’yi çok daha iyi yönetebilecek partilerin, grupların, birleşmelerin, koalisyonların var olabileceğine inanmak istiyorum. Dolayısıyla, pandeminin bize bütün bu yaşattıklarının da çok büyük bir toplumsal bedel ödenmesine rağmen sonuç olarak neredeyse yararlı olabileceği görüşündeyim. İnsanlar evlerine kapandı, üretken oldular veya olmadılar, böyle bir felaketin yaşanması belki de gerekliydi. Belki toplumu sarstı, kendine getirdi. 'Niye bunlar oldu, niye bunlar iyi tedavi edilmedi, niye bu aşılar bu kadar gecikti, insanlık niye bu kadar büyük bir felakete uğradı' diye birtakım soruların sorulması lazım. Bunların siyasal bir tavrı var ama belki felsefi bir tarafı var. Yani, dünya bu kadar felakete üst üste dûçâr olduysa, bunların arkasında sanki bir neden de olabilir. Sanıyorum ki bu belalardan kurtulacağız eninde sonunda ve bizi de toplum olarak daha iyi günler bekliyor” diye konuştu. 

Pandemi döneminde sanatta yaşanan dijital dönüşüm

Pandemi döneminde sanatta yaşanan dijital dönüşümü değerlendiren Dorsay, “Basın gösterimleri hayatımın en güzel şeylerinden biriydi. Haftada 3-4, hatta 5 gün sinema salonlarına gitmek, orada sinema yazarları ve daha başka dostlarla buluşmak, o filmler üzerine birlikte konuşup söyleşmek. Bütün bunlardan, bütün sinema dostlarımdan ve sinemanın kendisinden uzak kaldım. Kolay kabul edilebilir bir şey değil. Hele benim gibi hayatını sinemaya adamış bir sinema yazarı için. Ama ne oldu, 1 Temmuz’da sinema salonları açılacak ve yeniden eski hayatımıza yavaş yavaş döneceğiz diye umut ediyorum. Haftada bir-iki film izliyorum dijital platformlardan. Ben birtakım filmleri yazıyorum, bakıyorum başka sinema eleştirmenleri başka filmleri yazmışlar, bambaşka bir mecrada izlemişler ve onları yazmışlar. Sinema yazarları, eskiden hep aynı filmleri yazarlardı. Haftada 3-4 film, en azından hepimizin görüp yazdığı filmler olurdu ve böylece yılın sonunda yılın en iyileri listeleri çıkardı. Şimdi yılın sonunda, yılın en iyi filmleri listeleri çıkması mümkün değil çünkü herkes değişik filmler görüyor. Ama iyi ki onlar var. Orada da iyimser olalım” dedi. 

“Her şeye yardım yapıldı, sinema salonlarına hiçbir yardım gelmedi”

Sözlerinin devamında iktidarın kültür politikalarını eleştiren Dorsay, “Salonlara da hiçbir yardım yapmadılar. Her şeye yardım yapıldı, sinema salonlarına hiçbir yardım gelmedi. Yarın bir gün o salonlar kapansa, bir salonun yerine bir dükkân açılsa, bir mağaza açılsa, bir ticaret mekânı açılsa, sinema da ticarettir ama sanat yanı vardır, ne olacak? Nerede göreceğiz filmleri? Bütün bunlar düşünülmedi. Kültür siyaseti, kültür politikaları hükümetlerimizin, şu anda çok zayıf bir politika tabii. Dolayısıyla eninde sonunda eskisi gibi olacak, ben buna inanıyorum. Salonlar açılacak, normal sinema-seyirci ilişkileri tekrar kurulacak ve dediğim gibi her şey inşallah iyiye gidecek” diye konuştu.

“İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kabul edilecek bir olay değil”

Yaşar Kavas’ın; kitabın, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı, her gün kadın cinayetleri ve kadına şiddet haberlerinin gündeme geldiği bir dönemde çıktığına dikkat çekerek, “30 muhteşem kadını anlatan bu kitap, tam olarak nerede duruyor? Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?” sorusuna Atilla Dorsay, şu yanıtı verdi: 

“Diğer projelerimin arasında bu kitabı öne çıkarmamda, kadınların toplumumuzdaki yeri, daha o zamanlar İstanbul Sözleşmesi tam olarak iptal edilmiş değildi ben projeme başladığımda ama kadın cinayetleri, kadına karşı saldırıların, cinayetlerin, suçların en iğrenci, en korkuncu olan ve artık üçüncü sayfa haberlerinden baş sayfalara çıkmış olan bu tür suçlar öylesine artıyordu ki ülkemizde. Eskiden bu kadar yoktu veya bu kadar konu mu edilmiyordu, kadınlar eskiden bu kadar kötü bir muamele görmüyorlar mıydı yoksa oluyordu da yansımıyor muydu medyaya onu bilemeyeceğim ama kadın bu toplumda hep kurban rolü oynamak zorunda kaldı. Oysa kadınlarımız, daha cumhuriyetin ilk günlerinden başlayarak öylesine büyük bir direnç, öylesine büyük bir ilericilik, öylesine sağlam bir ideoloji sahibi olarak gözüktüler ki."

"Atatürk’ün etrafında da biliyorsunuz bir sürü kadın vardı ve onlara her zaman çok dost oldu, çok destekledi. Atatürk’ün kadınları üzerlerine kitaplar yazılmış, bir Sabiha Gökçen Havalimanı’na bakın, Afet (İnan) hanıma bakın. Ben bu kitabı yazmayı zaten düşünüyordum, birdenbire tam ben başladığımda İstanbul Sözleşmesi iptal edildi. Üstelik bu sözleşme dünyada Türkiye’nin, İstanbul’un adını taşıyan tek uluslararası sözleşmeydi. Bu açıdan da özellikle eski bir yapıyı, eski bir yeşil alanı korumak gibi aynen korunması gereken bir kurumdu. Hiç bunlara aldırmadılar ve o sözleşmeyi hem de kadınlara saldırıların çok arttığı günlerde iptal ettiler. Bir kere bu kabul edilebilecek bir olay değil. Bu olayı her zaman eleştireceğiz ve her zaman bu bizim için bir acı olacak. Kitap da o döneme denk geldi hatta son sözde o olayı ben de andım ve kitabımın bu konuda bir küçük adım olmasını dilediğimi ekledim. Bu benim gerçek ve samimi düşüncem.”

“Yıldız Kenter için bir oyun yazmak istemiştim”

Kitabında da yer verdiği, tiyatro ve sinemanın duayeni Yıldız Kenter’in kendi hayatında ve sanat hayatındaki yerini anlatan Dorsay, şunları söyledi: 

“Yıldız Kenter, benim sanat hayatımda, sanat tüketimimde çok önemli bir rol oynamıştır. Parlak bir Ankara kariyerinin ardından yanılmıyorsam 1960 yılında Müşfik Kenter ile İstanbul’a geldiler. Şimdiki Muammer Karaca Tiyatrosu’nda, ki salon olarak hala duruyor, ‘Çöl Faresi’ adlı oyunu oynadılar. Galiba kardeşiyle birlikteydi. Biz o zaman ona âşık olduk. Muhteşem bir sahne prezansı vardı. Onun dışında değişik tiyatrolarda, değişik salonlarda yıllar boyu oynadı. Bütün oyunlarını aşağı yukarı izledim. Ve onun hakkındaki yazımda da seçme oyunları üzerine izlenimlerimi yayınladım. Bu kitapta yayınlanan o tür izlenimlere çok değer veriyorum çünkü onlar anlık izlenimlerdi. Yani sonradan yazmak başka ama o oyunu sıcağı sıcağına gördükten hemen sonra gazetenize veya not defterinize yazdığınız yazılar varsa ki benim var, onların önemi, inanılırlığı ve etki gücü başka. Dolayısıyla benim için çok önemli bir hanımefendidir. Her zaman çok dostane bir ilişkimiz oldu. Biliyorsunuz kendi tiyatrosunu kurdu ve dünyada da pek görülmemiş bir biçimde önceden koltukları satışa çıkardı ve dünya kadar insan o tiyatrolarda birer koltuğu, bazıları üçer beşer koltuğu peşinen ödeyerek aldılar. Allah’tan Ekrem İmamoğlu, o salonu da koruyacağını ve kurtaracağını ifade etti ki onun yaptığı her şeyi çok iyi bulduğumu söylemeliyim. Bizim gecelerimizden birine katıldı. Bir şarkı söyledi. Ben rica etmiştim. O unutulmaz bir SİYAD ödül gecesidir. Onun dışında bir gün ben ona, ‘Sizin için bir oyun yazmak istiyorum’ demiştim bir yerde. Ve bu açıdan da samimiydim.

"Yıldız hanım için bir sahne oyunu yazmayı gerçekten istemiştim. İlerde, çok ilerde bir gün bunu bana hatırlattı ve çok mahcup oldum ona. O mahcubiyeti de yazımda belirttim. Yıldız Kenter ve hemen arkasından gelen Gülriz Sururi, bu iki büyük tiyatro primadonnası zaten ben bu kitabı hazırlarken hayattaydılar, neredeyse kitap bayağı ilerlediğinde vefat ettiler. Ve onları en başa aldım. Bir kere tiyatroyu başa aldım, tiyatro kitabın ön sözünde dediğim gibi sanatların anasıdır. Antik çağlarda ilk önce tiyatro var oldu. Ayrıca da Yıldız Kenter ve Gülriz Sururi üzerine yazdığım yazılar kitaptaki en uzun yazılardır. O bakımdan önce tiyatroyu aldım ve Yıldız hanıma da sanıyorum, umuyorum yeterince saygı duruşunda bulunabildim. Tabii asla yetmez çünkü hakikatten muhteşem bir hanımefendiydi ama elimden geleni yaptım.”

“Tiyatrodaki kriz yasaklar yüzünden”

90’lardaki bir yazısında “Tiyatrocular rüzgâra yazı yazmaktadırlar. Tiyatronun etkisi oyuncu ile seyirci arasındaki anlık büyüdür ve etkisi saptanamaz” ifadesini kullanan Atilla Dorsay, Yaşar Kavas’ın, “Böylesine hızlı ve tüketimin ön planda olduğu bir çağda tiyatronun bir krizde olduğu görüşüne katılır mısınız?” sorusu üzerine, “Kriz, işte malum bu yasaklardan kaynaklanıyor. Şu anda canlı tiyatro yok. Bir yerlerde bir şeyler yapıyorlar ama tiyatro salonları açılmış değil.  Bir sürü teknolojik yollar var şimdi. Bir sürü şeye teknolojiyle ulaşılabiliyor ama aynı salonda sahnedeki oyuncuyla, sahnedeki seyircinin kurdukları o temas sanki tanrısal bir şeydir, anlık bir ilişkidir ve her gece yeni baştan yaratılır. Sinemadaki gibi, ben gayet iyi bir kompozisyon çizdim oh ne iyi diye onun üzerine yatamazsınız. Her gece, farklı bir seyirciye, canlı olarak, aynı duyguyu, aynı hisleri vermek onu güldürmek veya ağlatmak zorundasınızdır. Yani tiyatro o açıdan benim için çok saygın bir sanat ve sanıyorum tiyatro bölümü, içerdiği 6 isimle bu konuda yeterince çaba harcadığımı gösterdi” diye konuştu. 

 Tiyatro perdesinin gerisindeki kadınlar

Tiyatroda perdenin gerisinde emek veren kadınlara kitabında da yer veren Atilla Dorsay, “Dikmen Gürün, yıllar boyu tiyatro üzerine yazmıştır ve yazıları çok önem taşır. Serpil Tezcan da tiyatronun arka perdesine dekor, kostüm ve başka şeylere yıllar boyu inanılmaz bir şekilde katılmış, Afife Jale Ödülleri’ne hep katılıp ödüller vermiş son derece muhterem bir kadındır. En az tanınan kişilerden biridir, toplumumuz tarafından. Onun da bu kitapta yer alması benim için bir sevinç vesilesi oldu” dedi.

“Sinema yönetmenliği bir erkek uğraşı olarak kaldı”

Yaklaşık 30 yıl önce yazdığı bir yazıda kadın sinema yönetmenleri ve senaristlerinin sayıca az olduğundan ve merkezde yer tutamadığından bahseden Dorsay, Yaşar Kavas’ın “Aradan geçen yaklaşık 30 yılda ilerleme ne düzeyde, kadınlar merkeze daha da ilerleyebildi mi ve bunu dünyayla karşılaştırdığımızda neredeyiz?” sorusu üzerine şunları söyledi:

“Dünyada da kadın yönetmenler çok fazla değil, emim olun. Sinema yönetmenliği, bir erkek uğraşı olarak kaldı. Bu konuda feministler bana karşı çıkabilir belki ama isimler, sayılar, istatistikler ortada. Oscar’larda uzun yıllar hiçbir kadın yönetmen ödül alamadı. İşte ilk aldığı zaman olay oldu. ‘İlk defa bir kadın kazandı’ filan deniyor, hala da bu sürüyor. Türk sinemasında kadın yönetmen; Cahide Sonku, belki ilk kadın yönetmendi. Aslında büyük bir stardı ama bir iki filmin de yönetmenliğine katılmıştı. Kim geldi sonra? Yani benim aşağı yukarı tek hatırladığım büyük isim Bilge Olgaç oldu. Son derece değerli bir kadın yönetmendi ama çok erken öldü. Türkan Şoray, Türk sinemasının yetiştirdiği belki en büyük kadın star, birkaç film yönetti. Biri bir Yaşar Kemal uyarlaması olmak üzere ve hepsinde belli bir başarıya ulaştı. O da anılması gereken bir yönetmendir. Mesela Biket İlhan var, Atilla İlhan’ın eşi. Nazım üzerine belki en güzel filmi yaptı, ‘Mavi gözlü dev’ adını taşıyan. Ki benim, ‘yüzyılın yüz Türk filmi’ arasına aldığım bir filmdir, muhteşem bir filmdir.  Pelin Esmer var. Son dönemde çok ön planda bir kadın yönetmen ama emin olun başka birisi aklıma gelmiyor. Yani birkaç film çevirmiş yönetmenler var, bir-iki film ama daha ileri gidememişler. Fırsatlar mı olmamış yoksa… Başarılı bazı ilk filmler de oldu, şimdi hepsini burada sayacak halim yok ama orada kaldı. Umuyorum ki pandemiden sonra kadın yönetmenlerimiz kadın hareketine, me too ve Oscar’lardaki kadın üyelerin çoğalması, ödüllerin artması gibi olaylara paralel olarak bizde de çoğalsın ve başarılı olsunlar.”

“Kadınların starlık açısından bir sorunu olmadı ama yeterince kadın yönetmen çıkmadı”

Sinemada kadınların kariyerlerini uzun süre sürdürmesinin erkeklere göre daha zor olduğuna yönelik eleştirileri hatırlatan Yaşar Kavas’ın, oyuncu Selin Şekerci’nin de T24’e verdiği bir söyleşide “50 yıl önce, 60 yıl önce konuşulan şeylerin hala sektörümüzün gündem maddesi olması biraz üzücü ve utanç verici. Çünkü bu erkek hegemonyasından çok sıkıldık” sözlerine de dikkat çekerek, “Sizce kadınların erkeklere göre sinemada yolu daha mı zor?” sorusu üzerine Dorsay, şunları söyledi:

“Bir kere starlık açısından değil. Kadın starları her şeye rağmen çok daha iyi hatırlıyoruz. Greta Garbo, Marilyn Monroe, başka bir sürü kadın star var. Bir Hedy Lamarr. Bunlar dendiğinde herkesin tüyleri kalkıyor. Son derece güzel kadınlardı ve yıllarca Hollywood’un en önemli filmlerinin, en çekici unsuru oldular. Starlık açısından bir sorun yok. Bizde de öyle. Yani işte dört yapraklı yonca. Başlayış sırasına göre; Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın, hala unutulmayan kadınlar oldu. Hala toplunun kraliçesi pozisyonundalar. Dolayısıyla kadınların bu açıdan bir sorunu olmadı ama işte dediğim gibi kadın yönetmenler çıkmadı yeterince. O biraz daha konsantrasyon istiyor. Belki bunun temel nedeni bu aile denen kurum. Yani tabii bence benim söyleyeceğim değil toplum bilimcilerin söylemesi gereken bir olay. Ama kadının eve olan kaçınılmaz bağlılığı, çocuklarını doğurması, büyütmesi, yetiştirmesi, koruması bütün bunlar belki başka bir meslek sahibi olmalarını genelde zorlaştırdı, sinemada da aynı şey oldu. Sinema da büyük bağımlılık ister.” 

“Emek Sineması’nın yıkılması bir trajedidir”

Beyoğlu’nda kültür yaşamının dönüşümü konusunda da açıklamalarda bulunan Dorsay, “Emek Sineması’nın yıkılması başlı başına bir trajedidir.  Eski Saray Sineması’nın yıkılması da öyledir. Lale Sineması’nın, Yıldız Sineması’nın, Lüks Sineması’nın kaybolması da bir trajedidir. Allah’tan Atlas korundu, o eski eser sayıldığı için. Ama Beyoğlu’nda sinema salonları çok azaldı tabii. Beyoğlu Sineması var. Fitaş dünya kompleksi ne oldu hakikatten bilmiyorum. Majestik Sineması da var, o da direniyor. İşte bu kadar. Yani sinemayla ilgisi yok ama şunu söyleyeyim; Beyoğlu’na her çıkışımda şaşırıyorum. İnanılmaz bir dinamizmi var bu caddenin. Nitekim, ‘Beyoğlu Kültür Yolu’ diye iktidar da bakanlık ve Beyoğlu Belediye Başkanlığı birleşerek Taksim’den Galata’ya kadar giden bir kültür yolu yapmayı planladılar ve yavaş yavaş da yapıyorlar. Beyoğlu’nun bu dinamizmi dünyada çok az caddeye nasip olmuş bir şeydir. Dünyada belki Champs-Elysees gibi çok daha geniş veyahut New York’un Fifth Aveneu’su gibi daha geniş caddeler vardır ama Beyoğlu kadar haraketli bir cadde kolay kolay bulamazsınız. Bunun kıymetini bilmek ve Beyoğlu’nu korumak lazım” dedi. 

“Beyoğlu Kültür Yolu projesi gayet iyi bir proje”

“Beyoğlu Kültür Yolu” projesini değerlendiren Dorsay, “İyi buluyorum. İktidarın yaptığı her şeyi de itecek değiliz. ‘Beyoğlu Kültür Yolu’ projesi bana gayet iyi bir proje gibi geliyor. Ama öte yandan tabii Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı çok başarılı bir şey var. En başarılı şeylerden biri meydanlara yine planlar yaptı. Bir sürü meydana. Aksaray Meydanı’ndan Taksim Meydanı’na, Beşiktaş Meydanı’ndan karşı tarafta meydanlara. Mesela Taksim Meydanı için yaptı ve halka sorarak yaptı sonuç olarak. Çünkü birkaç proje takdim edildi, halk seçimini yaptı. O planlarla birlikte uygulanırsa yani Taksim Meydanı, İmamoğlu’nun tasarladığı biçimde planlanırsa bence çok iyi olur başlangıç noktası olarak. Galata Kulesi’ni de belediyeden alıp ne yaptılar bilemiyorum, bakanlığa bağladılar. Oysa İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Galata Kulesi ve Galata semti hakkında da çok hoş restorasyon planları vardı. Ama neyse, bazı konularda ortak işler yapılabilir tabii” diye konuştu. 

Atilla Dorsay’ın yeni projeleri 

Dorsay, yeni projelerini de T24’te anlattı. “Hayatımızı anlatan muhteşem kadın dostlarım” kitabının devamı olacak, 30 kadını daha anlatacak ikinci bir kitap hazırlığı yapan Dorsay, “Irkçılığı Gördüm Tanıyorum” adlı kitap çalışmasını da tamamladığını söyledi. Dorsay’ın 80’lerden bu yana ırkçılık karşıtı yazılarından oluşan kitap, sonbaharda çıkacak. 2 yıl önce çıkan, “Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar” adlı kitabının devamı olacak bir kitap yayınlamaya hazırlanan Dorsay, Attila İlhan, Onat Kutlar, Aziz Nesin, Vedat Türkali, Fikret Hakan gibi isimlerle yaşadığı polemiklerin yer alacağı bu kitabın isminin “Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar” olabileceğini söyledi. 

“Pandemi biterse bu işler düzelir”

Atilla Dorsay, “Pandemi sonrası sinemaya ve tiyatroya dair gelecek tasavvurunuz nedir?” sorusuna ise şu yanıtı verdi: 

“Pandemi biterse, bitmeye doğru yaklaşırsa bu işler düzelir. Hakikatten düzelir. Çünkü sinema bir alışkanlık oldu. Türkiye’de de İstanbul’da da ilk sinemalar açılalı yüz yılı geçti. 1895 yılında keşfedildi sinema, hemen arkasından Beyoğlu’nda bir sinema açıldı. Yüz küsur yıldır kitleler salonlarda film görmeye öyle alıştı ki bunun birkaç yıllık bir süre içinde kaybolacağını düşünmek mümkün değil. Tiyatro da aynı şey. İstanbul, her zaman bir tiyatro başkenti olmuştur ve yine öyle olacak. Emin olun, bu konularda çok iyimserim.”