Muammer Brav'la 'Ekşın'

Ali Deniz Şensöz: Film izleme deneyimi değişti, yalnızlaştı; her yerden üzerimize dizi ve film yağıyor

“Sinema dünyayı ve birbirimizi anlamamız için bir araç

02 Temmuz 2021 15:55

Altyazı dergisi 20’nci yılını özel bir sayıyla kutluyor. Dijitalleşme ve pandemiyle birlikte film izleme deneyiminin sosyalleşme aracı olmaktan çıktığını ve yalnızlaştığını anlatan derginin editörlerinden Ali Deniz Şensöz, “Aylık dergi çıktığında giderdin, filmi izledikten sonra yazıyı okurdun, saklardın. Şu an sürekli bir içerik pompalaması var. Her yerden üzerimize dizi ve film yağıyor. Onların üzerine düşünmeye, konuşmaya, bir şeyler okumaya neredeyse vakit yok gibi” dedi.

Altyazı’yı “filmlerle yaşayanların dergisi” olarak tanımlayan derginin editörlerinden Gözde Onaran ise “Filmler çıkışta büfede değil de Twitter’da tartışılıyor. Ya da web sayfalarında, bloglarda konuşuluyor” diye konuştu.

Türkiye’nin en eski sinema dergilerinden Altyazı 20’nci yılını kutluyor. Derginin editörlerinden Gözde Onaran ve Ali Deniz Şensöz, T24 ekranında Ekşın’da Muammer Brav’ın konuğu oldu.

Video söyleşide Brav’ın sorularını yanıtlayan Onaran ve Şenöz, derginin 20’nci yılına özel hazırladıkları “200 Film: Sinema Tarihinde Devri Âlem” başlıklı sayıyı, sinema ve yayıncılıktaki dijital dönüşümü, Altyazı’nın sinema sektörüne kazandırdıklarını anlattı.

Onaran ve Şenöz’ün açıklamaları şöyle:

“Altyazı tek bir kişinin sorumluluğunda değil, kolektif bir yapının ürünü”

Derginin kuruluşundan bugüne gelen süreci anlatan Ali Deniz Şensöz, Boğaziçi Üniversitesi’nden bir grup sinefil (sinema tutkunu) tarafından kurulan derginin, bağımsız birkaç sayıdan sonra Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alan Film Merkezi bünyesinde yayın hayatına devam ettiğini anlattı. Derginin yaklaşık 13 yıl Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde küçük bir ekiple çıktığını ancak üniversitedeki yönetim değişikliğinin ardından üniversite ile ilişiklerinin kesildiğini aktaran Şensöz, 2019 yılının mart ayında kendi derneklerini ve şirketlerini kurduklarını söyledi.

Şensöz, “Kolektif çalışmaya alışkın bir ekip olduğumuz için, tek bir kişinin sorumluluğunda ve yükümlülüğünde bir yapı değil, birçok kişinin elini taşın altına koyduğu bir yapı kurduk. Yaklaşık 2 yıldır da bu yapının altında faaliyetlerimizi sürdürüyoruz” dedi.

“Dijital yayıncılık bize çok fazla olanak sağladı”

Çok uzun yıllar basılı yayınlanan derginin geçtiğimiz yılın sonlarında dijital formata geçtiğini hatırlatan Muammer Brav’ın “Bu dönüşüm, dijital daha çok okunuyor diye mi yoksa bir zorunluluktan mı kaynaklandı?” sorusu üzerine Gözde Onaran, “Biraz zorunluluktan oldu maalesef. Hem pandemi hem de ekonomik koşullar bir araya gelince bu kararı vermek zorunda kaldık. Her şeyden önce baskı maliyeti oldukça yüksek. Özellikle kâğıt fiyatları dövize endeksli olduğu için bizi bayağı zorlamaya başladı bir noktada. Aslında dijital bize çok fazla olanak da sağladı. Bir sürü yaratıcı şey de yapabilir hale geldik. Örneğin fasikül videoları vesaire her şeyiyle daha entegre bir şeye de dönüşebildi bu sayede” diye konuştu.

“Belki matbu yayıncılığa geri döneriz”

Brav’ın “Altyazı’nın bir gün yeniden basılı hale gelmesi söz konusu olur mu?” sorusu üzerine ise Ali Deniz Şensöz, şu yanıtı verdi:

“Bu yeni kurduğumuz yapıda biz iki ayda bir çıkıyorduk. Hem vizyon filmlerinin hem de her zaman olduğu gibi vizyon dışı filmlere ve alternatif sinemalara da yer verdiğimiz bir içerik politikamız vardı. Fakat ekonomik koşulların yanı sıra pandemiyle beraber sinemalar kapandı, sinema gündemi yol oldu ve her yer kapandı. İçerik bulmak anlamında da dağıtıma çıkarmak anlamında da bizim fiziksel olarak bir dergi yapıp piyasaya sürmemiz çok zor olacaktı. O yüzden mecburi bir dijital dönüşüme geçtik. Bizim de uzun süredir yapmak istediğimiz bir şeydi. Zaten çok küçük bir ekibiz, çok kısıtlı bir bütçeyle çalışıyoruz, pandemi buna vesile oldu. Pandemide her şeyin durmasıyla beraber sitemizi yeniledik, dijital olarak ancak sürdürülebilirliğimizi sağlayacağımıza kanaat getirdik, yeni bir dijital format geliştirdik, Youtube kanalımızı canlandırdık, sosyal medyayı daha aktif kullandık. Birazcık da sadece basılı sinema yayıncısı olmaktan ziyade aslında sinema üzerine içerik üreten dijital bir yayıncıya dönüşmeye başladık ama matbudan hiçbir zaman kopmak istemiyorduk. Özel sayısı o yüzden yapmak istedik. Uzun süredir okuyucularımız da ‘matbu nerede?’ diye soruyordu zaten. Onlara da bir hediye olmasını istedik, biz de çünkü matbuyu seviyoruz. Daha ziyade zorunluluktan ama şu an vizyon geri geliyor, sinemalar açılıyor, sinema gündemi canlanıyor, önümüzdeki duruma bir bakacağız. Pandemi koşulları nasıl olacak, onu değerlendireceğiz ve ona göre belki de döneriz ama şu an bilmiyorum. Hiçbir şeyin kesin bir cevabı yok. O kadar belirsiz bir ortamdayız ki biz de bilmiyoruz açıkçası ama şu an böyle devam ediyoruz.”

20’nci yıl, 200’üncü sayı: 200 film, 18 yönetmen, 56 ülke, 42 yazar

Altyazı dergisin 20’nci için 42 yazar tarafından 126 yıllık sinema tarihine güncel ve kapsamlı bir bakış açısı sunan, farklı türlerden ve çeşitli akımlardan seçilmiş tam 200 filmlik bir seçkinin yer aldığı, “200 Film: Sinema Tarihinde Devri Âlem” başlıklı özel sayısı anlatan Gözde Onaran, “Okuyucularımızdan da çok fazla ‘matbu’ baskısı gelince, biz kendimiz de zaten matbu istediğimiz için böyle bir özel sayı yapmak istiyorduk. Daha doğrusu dijital olduktan sonra ‘artık düzenli olarak bunu yapmaya devam edelim’ diye karar vermiştik. Daha önce de birkaç özel sayı yapmıştık. 100. sayımız için yaptık, sözlükleri yaptık. Hem 200’üncü sayı hem 20’nci yıl vesilesiyle böyle bir şey yapalım istedik. Sonbaharda başladık bunun üzerine konuşmaya. Aslında 2-3 ayda çıkaracağımızı, yeni yılla birlikte olacağını düşünüyorduk ama biraz büyük bir işe kalkıştığımızı sonra fark ettik. Oldukça meşakkatli ama oldukça da zevkli bir süreç oldu. Gerçekten güzel bir şey çıktı galiba ortaya, biz memnunuz bayağı” diye konuştu.

“Sinema tarihine yeni bir bakış atalım istedik”

Muammer Brav’ın “Bu 200 film seçilirken nasıl karar alındı?” sorusu üzerine Onaran, şunları anlattı:

“Sinema tarihine farklı ve yeni bir bakış atalım, biraz daha eleştirel yerden bakalım, şu anın gündeminden bütün bu filmleri büyük auteurleri, (Auteur: kendine ait bir tarzı ve anlatısı olan) kanonları (Kanon: kural) gözden geçirelim istedik. Dolaysıyla da çok kapsayıcı bir şey olmasını istedik. Sadece bildiğimiz bütün o listelerde yer alan filmler değil de biraz daha kıyıda köşede kalmış, genellikle beyaz batılı erkekler tarafından yazılan tarihte ihmal edilmiş kadın yönetmenler, queer yönetmenler, siyah yönetmenler de dahil olsun ya da onların hikayeleri de dahil olsun istedik özellikle. Dünyanın başka coğrafyalarından filmler dahil olsun istedik, batı dışındaki coğrafyalarından. Dolaysıyla daha başlarken 18 bölüm oluşturduk ya dönemler ya coğrafyalardan oluşan. Sesiz dönem ya da Latin Amerika gibi küçük dönemler oluşturduk ve onların her birinin 2 ya da 3 kişiden oluşan danışmanları oldu. Büyük bir kısmı Altyazı yayın kurulundandı ama dışarıdan insanlar da vardı; Kutlukhan Kutlu, Engin Ertan, Eren Odabaşı gibi bir sürü insan bize yardımcı oldu. 16 kişilik bir danışmanlar kurulumuz vardı. Onlar önce kendi dönemlerini araştırdılar ve oradan listeler oluşturdular. Diyelim ki sessiz dönem için Aslı Özgen ve Elif Rongen, 30 filmlik bir liste oluşturdular. Sonra biz, onlarla tartışa tartışa, ‘şu mu olsun bu mu olsun’ diye diye onları 15’e indirdik mesela ve nihai seçkiye girecek 15 filmi seçtik. Her bölüm için bunu yaptık ve asıl bayağı zor olan kısım o oldu. ‘Neleri dışarda bırakacağız, neleri kıyacağız’ bunun kararını vermek bayağı zordu gerçekten.”

Her yönetmenden bir film

Ali Deniz Şensöz, 200 filmlik seçki için her yönetmenden bir film alma kısıtlaması getirdiklerini vurguladı. Şensöz, “Genellikle Fellini’nin 2 filmi falan olur ya ‘Sinema tarihinin 100 filmi’ listesinde, biz mümkün olduğunca fazla sanatçının ürettiği eseri bunun içinde barındırabilmek için ‘her yönetmenden bir film’ kıstası getirelim. O da zorladı. Bir yönetmenin nasıl bir filmini seçeceksiniz? Benim için en zorlu ikililerden biri Ridley Scott’tı. Blade Runner mı, Allien mı? İkisine birden kıyamıyorsun. Birine kıymak zorundasın, bayağı öyle zor kararlar verdik” dedi.

“Erişilebilir, ulaşılabilir filmleri seçtik”

Muammer Brav’ın, “Görmediğim o kadar çok film var ki bunları nasıl göreceğim?” sorusu üzerine Gözde Onaran, “Seçkiyi yaparken bir şekilde erişilebilir filmler olmalarına dikkat ettik ve kendi izleyemediğimiz filmleri de koymadık ki onlardan da bayağı içimizin gittiği filmler var. Mesela, İngiliz kadın yönetmen Elinor Glynn’in bir filmi vardı ‘Knowing Man’, 1930’dan. Benim hep çok merak ettiğim ve olmasını çok istediğim bir filmdi. Bir türlü izleyemedik ve koyamadık. Diğeri, bazıları arşivlerde ama bir şekilde erişilebilir, ulaşılabilir filmler. Büyük bir kısmı The Criterion Collection’da erişilebilir en kötü ihtimalle. Hollanda Film Arşivi’nde bulunabilenler çok sayıda, sessiz dönemden olanlar özellikle. Ona özellikle dikkat ettik, ‘burada yazacağız kimse izleyemeyecek’ olmasın diye. Ki kendimiz de izlemiş olmayı istedik zaten. Dolayısıyla erişilebilir filmler hepsi” yanıtını verdi.

“Film yapmak da film üzerine düşünmenin bir yolu aslında”

Muammer Brav’ın, Altyazı dergisinin sinema endüstrisine çok büyük katkıları olduğunu, içerisinden yönetmenler, yapımcılar çıktığını hatırlatması üzerine Ali Deniz Şensöz, şunları anlattı:

“Altyazı dediğimiz yer dergi olmanın yanı sıra çok geniş bir ekip. Sadece dergide çalışanlar değil dergiye dışarıdan yazanlar, sektörden inşanlar. Beraber sinema düşünüp, sinema konuştuğumuz kalabalık bir topluluk aslında. Bu topluluğun ürettiği şeylerden biri dergi. Ama sinema üzerine çok farklı üretimlerde de bulunuyor. Aramızdan kimileri yönetmen oldu, filmler çekti. Kimileri yapımcı oldu, kimileri senaryo yazıyor. O yüzden bu sektördeki alanları çok sınırlı ve keskin görmemek lazım. Çünkü teori ve pratik birbirini besleyen şeyler. Film yönetmenleri de filmler üzerine düşünüyor, film eleştirmenleri de filmler üzerine düşünüyor. Burada kesiştiğimiz yer; sinemayı bir entelektüel araç olarak görmek, düşünce egzersizi yapmak için bir vesile olarak görmek. Sinemayı dünyayı anlamak için bir aracı olarak görmekle alakalı. Altyazı denince insanların aklına sürüsüyle kişi geliyor. Evet bu insanların çok büyük bir kısmı dergiyi yapıyorlar fakat bir kısmı da üretime geçtiler. Bir kısmı gerçekten dergide yazılar yazarak başladı, sonra üretim yapmaya başladılar. Biz o’yuz demek istemiyorum ama Fransız Yeni Dalga Akımı böyle. Bir grup insan, film üzerine düşünmeye başladılar ve sonra onların bir kısmı film üretmeye başladı. Film yapmak da film üzerine düşünmenin bir yolu aslında. Yazı yazmak da öyle film yapmak da. O yüzden ben çok ayrımı olan alanlar olarak görmüyorum. Tam tersine birbirini beslemesi gereken alanlar olarak görüyorum. Çünkü bizim eleştirel dünyamızla sektör arasında aslında çok büyük bir uçurum var. Bütün sektörü düşünecek olursak.”

“Altyazı, filmlerle yaşayanların dergisi”

Gözde Onaran da “Sinema üzerine sadece tek bir şekilde düşünülen ya da tek bir yerden ele alınabilecek bir şey değil zaten. Hayatla ilgilenen bir şey olduğu için, hayatın her alanında da üzerine düşünebileceğimiz bir şey ve çoğumuz için de hayatla iç içe bir şey. Sadece film izleyip yazmak değil. Zaten Altyazı’yı ‘filmlerle yaşayanların dergisi’ olarak tanımlıyoruz.Gerçekten her şeyi filmler üzerinden anlamaya çalışan ya da filmlerde gördüğümüz şeyleri hayatımızda uygulamaya çalışan insanlarız. Dolayısıyla evet bir kısmımız akademik olarak ilgileniyoruz, bir kısmımız film yapıyoruz, bir kısmımız belgesel yapıyoruz ve bir yandan da yazı yazıyoruz” dedi.

“Sinema, ideolojiden, güncel politikadan, tarihten, toplumdan izole değil”

Altyazı dergisinin politik duruşunu açıkça ifade ettiğini belirten Muammer Brav, derginin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle mart sayısını kadın yönetmenlere ayırdığını, haziran ayında da Onur Haftası nedeniyle “Gökkuşağının altında” adıyla queer filmlere özel bir sayı hazırladığına dikkat çekti. Ali Deniz Şensöz, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Sinema dediğimiz şey ideolojiden, güncel politikadan, tarihten, toplumdan izole ya da azade bir şey değil. Tam tersine bu yaşadığımız hayat denen şeyin, bu deneyimin, bir kesitini ve parçasını sunuyor. O yüzden politika dediğimiz şey, siyaset dediğimiz şey her yerde zaten, her yere sinmiş durumda. Ve sinemanın da içine sinmiş durumda. O yüzden sinemayı güncel politikadan ve siyasetten azade bir şekilde görmek çok naifçe olacaktır bence. Çünkü kutsal bir şey değil sinema. Sinema, sadece dünyayı ve birbirimizi anlamamız için bir araç. O yüzden sinemaya böyle baktığımız için, sinemanın böyle bir gücü olduğunu anladığımız için, dünyaya dair daha iyi her şeyi anlamamıza vesile olabilecek bir potansiyele sahip olduğunu düşündüğümüz için, doğal olarak aslında yaptığımız, ürettiğimiz içerikler de politik oluyor, siyasi meselelere değinmiş oluyor. Çünkü birazcık bizim dünyayı algılayış biçimimiz öyle, filmleri düşünme biçimimiz öyle. O yüzden o kendiliğinden gelişen bir refleks. Ekip olarak dünyaya benzer bakan insanlarız genel olarak. Biz dünyayı nasıl görüyorsak o bakma şeklimizi paylaşmak istiyoruz okuyucuyla ve sinema da buna vesile oluyor tabii ki. Çünkü her şeyi konuşmamıza izin veren bir vesile. Ve doğal olarak ülkemizde baskı altında olan sürüsüyle kitle var. En son sayımızı da queer sinemaya ayırdık. Bir görünürlük yaratmak istedik, tartışma yaratmak istedik, konuşulmasını istedik. Sonuçta sinemanın böyle bir gücü olduğuna inanıyoruz. Bizim bir yayın olarak bir şeyleri konuşturma ve tartıştırma gücümüz olduğuna inanıyoruz. O yüzden bu gücü de kullanmak istiyoruz. Ve önemsediğimiz meseleleri tartışmaya açmak istiyoruz, ürettiğimiz içeriklerle.”

 

 

 

 

 

 

“Dünya gittikçe daha politik bir yere düşünüyor”

Altyazının bağımsız bir yayın olmasının bunda çok büyük bir etkisi olduğunu dile getiren Gözde Onaran da şu değerlendirmeyi yaptı:

“Kimse bize ‘onu yapamazsınız, olmaz, öyle bir kapak yapamazsınız’ demiyor. Kendimiz veriyoruz bu kararları, öyle bir lüksümüz var. O çok önemli. İkincisi de galiba zaten gittikçe dünya daha da politik bir yere dönüşüyor, bir süredir. Bizim, özel sayıda da az önce bahsettiğim bütün bu sinema tarihine yeniden bu gözle bakma isteğimiz de böyle bir yerden doğdu. Ali’nin bahsettiği bu ideolojinin her yerde olması durumu artık belki yakın zamana kadar öyle değilmiş gibi bir fikre kapılına biliyordu. Politika, siyasetin alanı, ideoloji siyasi partilerin alanı falan gibi bir fikir hala oluşabiliyordu ama daha yaygın ve popüler alanda da ideolojinin, siyasetin her yerde olduğunu idrak etmeye başladık. Ki sen bile bize, ‘siz oldukça politik bir dergisiniz’ diyorsun. Biz bile bazı şeyleri yeni yeni idrak eder olduk. Dönüp, sinema tarihinin en önemli filmi diye düşündüğümüz, belki derslerimizde anlattığımız filmlerin aslında ne kadar ırkçı ya da ne kadar homofobik olduklarını, ayrı bir şekilde dank etti diyelim. Farkındaydık ama farklı bir şekilde dank etti bize de. Özel sayı yaparken bunları da yeniden gündeme getirmek istedik. Bizim dünyaya bakışımız, hayatla kurduğumuz ilişki böyle bir yerden olduğu için sinemayla da böyle bir yerden ilişki kuruyoruz. Doğal olarak çok kediliğinden olan bir şey bu sanırım.”

 

“Her yerden üzerimize dizi ve film yağıyor”

Muammer Brav’ın “Çok daha fazla filme çok daha kolay ulaşabiliyoruz. Bir sürü dijital platform hayatımıza girdi. Daha çok film seyrediyoruz ama daha az mı okuyoruz?” sorusu üzerine Ali Deniz Şensöz, şunları anlattı:

“Kesinlikle öyle. Film izlemek dediğimiz deneyimin kendisi çok değişti. Bir festivale film gelecek, bilet bulacağız, gideceğiz, alacağız, sıra bekleyeceğiz, izleyeceğiz, çıkışta arkadaşlarla oturup muhabbet edeceğiz, film izleme deneyimi dediğimiz şey böyle bir aktiviteydi. Yani kitlesel bir aktivite sosyalleştiğin bir aktivite, önü, izleme deneyimi ve sonrasıyla bir bütündü. Şu an pandemi dolayısyla, pandemi de olmasa her şey ekrana kilitlendiği için, Netflix’ten, Amazon’dan her şeyi izleyebiliyorsun. Bir yandan sinemada fizyona girerken, bir yandan aynu anda dijital olarak da izleyebiliyorsun. Bu birazcık da izleme deneyiminin yalnızlaşması film üzerine muhabbeti de öldürdü bence. Film üzerine ölen muhabbet de film üzerine konuşma, tartışma hevesini azalttı insanlarda. O yüzden bence film yazını da film üzerine yazılan şeylere merak da biraz azaldı. Aylık dergi çıktığında giderdin, filmi izledikten sonra yazıyı okurdun, saklardın şu an sürekli bir içerik pompalaması var. Her yerden üzerimize dizi ve film yağıyor. Onların üzerine düşünmeye, konuşmaya, bir şeyler okumaya neredeyse vakit yok gibi. Genel olarak böyle bir yere gidiyor. İnanılmaz, sadece tüketilen bir şeye doğru ilerliyor bence. Umarın öyle olmaz. Öyle düşünmeyen ve böyle olmayan izleyici çok. Altyazı’nın 20 yıldır var olmasında aslında eski usul, filmleri izleyip, üzerine biraz konuşan düşünen kitlenin de varlığını sürdürüyor olması. Altyazı’nın okuru böyle bir okur. Ama bence genel olarak onun dışında birazcık daha aşırı hızlı tüketilen bir ürüne dönüşmeye başladı diziler ve filmler. Zaten öyleydi de iyice bence bu dijital platformlarla bence oraya sürüklendi durum.”

“Film tartışmalarının mecrası da değişti”

Film tartışmalarının sosyal medyaya ve dijitale kaydığına dikkat çeken Gözde Onaran ise “Bir yandan acaba tartışmaların mecrası mı değişti? Yani çıkışta büfede değil de Twitter’da tartışılıyor gibi bir şey de oluştu galiba. Ya da web sayfalarında, bloglarda vesaire konuşuluyor gibi bir şey de söz konusu. Dolayısıyla dergilerin yok olması hiç konuşulmadığı hiç okunmadığı anlamına geliyor mu, çok emin değilim. İnternete de kaymış olabilir bütün bu tartışmalar ve konuşmalar ve fikir paylaşımları” dedi.

“Sosyal medya düşünce üretimi açısından kaygı veriyor bana”

Ali Deniz Şensöz de bu konuda şunları söyledi:

“Editörlük kurumu zaten ülkemizde yok, dünyada da çok yok. Yani hap fikirler, iki cümlelik film yorumları, film eleştirisi gibi algılanmaya başlandı. Herhangi bir yayının belli bir kalitesi tutturabilmesinde en büyük neden iyi editörlerdir. O yazının iyice tasarlanması, editlenmesi, yazının iyi düşünülmüş olmasıyla alakalıdır. Twitter’da herkes, her film hakkındaki her düşüncesini ortaya salınca gerçekten filtresizlikten dolayı, ben çok özgürleştirici ve içinde çok büyük potansiyeller barındıran bir tarafı olduğunu düşünüyorum sosyal medyanın sakın yanlış anlaşılmasın ama bir taraftan da herkesin her istediğini söyleyebildiği bir alana dönüşmesi de düşünce üretimi açısından da birazcık kaygı veriyor bana. Çünkü orada yazılan iki cümlelik fikirler bir anda filme dair yargı ya da kanı oluşturmaya başlıyor. Cannes’ın yasaklamasının nedeni bu. Artık ambargo koydu ya eleştirmenlere, ‘ilk gösterimden sonra kamusal gösterim olana kadar kimse düşüncesini yazmayacak’ dedi eleştirmenlere ve basına. Çünkü ilk atılan üç tweet bir filmle ilgili gerçekten iyi ya da kötü olduğunu bütün dünyaya yayıyor. Çoğu zaman da bunun yanlış olduğunu görüyoruz. O yüzden tehlikeli bir alan. Zararlı da demek istemiyorum ama tehlikeli bence.

 

Altyazı dergisin 20’nci yıl özel sayısına nasıl ulaşılabilir?

Altyazı dergisinin “200 Film: Sinema Tarihinde Devri Âlem” başlıklı özel sayısının editörlüğünü Gözde Onaran ile birlikte Berke Göl üstlendi. MUBI Türkiye iş birliğiyle hazırlanan 256 sayfalık bu özel sayıya 42 yazar katkıda bulundu. Okuyucular, derginin özel sayısını eylül başına kadar, kitabevlerinden ve merkezi gazete bayilerinden edinebilir. Aynı zamanda altyazi.net /dukkan adresinden sipariş verilebilir.