Gölge-portre: Gautier’nin Nerval’i anımsayışı

"Gautier bu küçük ama derin portre denemesinde yazıya karışmış dostunu oradan geri çağırmaya çalışır; anlaşılamamış bir insanın yarım kalmış meramını aktarırken kendi içindeki bir boşluğu da kapatmaktadır. Görülür ki, yaşarken paylaştıkları yazınsal ortaklığı ölüm de sonlandıramamıştır: Bize anlattığı, gölgeleri aynalara tercih eden bir insandır ve Gautier onu kendi gölgesi gibi anlatır.”

21 Mayıs 2021 14:14

Théophile Gautier’nin dostu ve yazınsal yoldaşı Gérard de Nerval için yazdığı, küçük bir kitapçık kalınlığında olan biyografik denemesi Nerval’in Hayatı incelikle işlenmiş, zarif, türler arasında gelip giden, biyografiden denemeye, denemeden edebi eleştiriye doğru salınan, dopdolu bir metin. Ancak tüm bunların ötesinde, edebiyatın içinden bir yâd etme çabası: Gautier bir gece sessiz sedasız kendini sokaktaki bir mahzen penceresinin parmaklıklarına asıp aralarından ayrılan dostunu ölümünden on iki yıl sonra yassız bir durulukla, ağıtsız bir hüzünle anmaya çalışıyor. Bu bir hatırlatma olduğu kadar hatırlama çabası da; belki de 1867’de 56 yaşında olan Gautier belleğini yokluyor, geçmişine bakıyor, yani aslında unutmamaya çalışıyor. Biyografik denemesi için seçtiği harika tınılı başlık da paylaşılan bir dostluğun bütün samimiyetini, ölümün ve yaşamın olanca doğallığını teslim ediyor: La Vie de Gérard – yani Gérard’ın Hayatı.[1] Bu adlandırma önemli, çünkü “Nerval” veya “Gérard de Nerval” adı bir insandan çok bir eserler toplamını, edebi envanteri imler; “Gérard” ise bir zamanlar yeryüzünde ikamet etmiş, yaşamı başka yaşamlarla kesişmiş bir insanı. Bu yüzden onun hakkında konuşan da artık “Théophile Gautier” değil, yakınlarının onu çağırdığı şekliyle “Théo”dur.

Théo’nun Gérard hakkında konuşması müteveffanın ardından yapılan bir konuşma değildir. Gautier öyle bir portre çizer ki, içinde ölümden çok yaşam, geçmişten çok şimdiki zaman bulunur – okur ölümden sonra da devam eden bir dostluğu dinler gibidir. Gérard’ın Hayatı 19. yüzyılda yazılmış güzel bir roman başlığı da olabilirdi, ama son kertede bu fantastik hayat bir kurmaca değildir; Théo, Gérard’ı kahramanlaştırmaz ama onu bir roman kahramanına çeviren özü ortaya çıkarır: Yaşamın içindeki edebilik ya da edebiyat olarak yaşamdır bu – Théophile Gautier’nin yazınsal üretiminin hem esini hem de sonucu olan, biyografide yaşamı, yaşamda yazıyı yakalayan bir yetkinliktir.

"Gérard de Nerval'in Ölümü" (La Rue de la Vieille Lanterne, La Mort de Gérard de Nerval), Gustave Doré, 1855, litograf.

Nerval’in Hayatı Nerval’in ölümüyle açılıyor: Gautier dostlarının cesedini teşhis için morga gittikleri o meşum geceyi tekinsiz bir hikâyenin parçasıymışçasına, kedere karışan bir ürpertiyle aktarıyor; Gustave Doré’un, Nerval’in kendini astığı ânı betimleyen kasvetli gravüründen bahsederek ve Poe’nun Kuzgun’una gönderme yaparak, yazdığı denemeyi şiirle ve resimle diyaloğa sokuyor. Böylece yaşantıyı ebedileştirmek peşinde olan her yazar gibi yaşantıyı edebileştiriyor. Baştan itibaren, dikkatli okur bunun uzak bir hayatı çerçevelemeye çalışan türden bir biyografik anlatı olmadığını fark eder. Yazar çekip giden dostunun peşine düşmüştür; onu anlatarak onu peşine düşmüştür. Bu bir dostluğun yazısıdır; dostluğun yazısı olduğu oranda da ortak deneyimden bahsedecektir – öyleyse Gautier’nin Nerval’den bahsetmesi tamamen otobiyografiktir; çünkü yazar, “Gérard’ın hayatı”nın aynı zamanda “Théo’nun hayatı” olan kısmını anlatır. Böylece Gautier kendi deneyiminin süzgecinden Nerval’in deneyimini geçirerek biyografileri ve yazıları buluşturan, yaşantı ile yazı arasında kesintisiz geçirgenlik sağlayan bir anlatı kurar. Çünkü bellek şimdidedir ve hatırlayanın bir parçasıdır: Eski bir dostu anımsamak, ‘ben’in parçalarından birini gözden geçirmektir. Ancak dost ölünce onun dünyadaki yerinde bir boşluk kalır ve boşluk da ‘ben’in parçası haline gelir. Kişi hayatına giren insanların ölüm-sonrası yokluklarını da kendi varlığında taşır; kendi varlığı onların yokluğunun göstergesi haline gelir. Bir yandan da onların yokluğu kişinin kendi varlığının göstergesidir. Bu yüzden bir ölüyü anımsayan her seferinde kendi varlığını kendine hatırlatmış olur.

Daha ilk cümlelerde Nerval’i içten olduğu oranda dokunaklı bir şekilde, “ölümünden kaynaklı hüznün dışında dostlarını hiç üzmemiş olan iyi yürekli Gérard”[2] diye anarak çizeceği portrenin ana hatlarını ortaya koyar. Bu portrede tüm eksantrik alışkanlıklarına ve sıra dışı zihinsel etkinliğine rağmen nazik, mütevazı, biraz sıkılgan bir centilmen görüyoruz. Hep caddelerde gezinen, özel olarak eşlikçi aramayan ama kendine eşlik eden olursa da hiç reddetmeyen, sonra mesafeleri artırıp hayal gücünü besleyen Doğu’ya seyahat eden, ama aslında hep düşleri içinde gezinen bir yazı insanı. Nerval bir yazı insanı, çünkü bir yazının akışı içinde gibi yaşamış hayatını; kafasının içindeki düşsel akış ile gerçekliğin akışı uzun süre birbirine paralel ilerlemiş; ancak bir noktadan sonra paralellik bozulmuş ve düş çizgisiyle gerçeklik çizgisi yakınsak hale gelmiş – ta ki birbirini kesip birbirine karışana kadar. Uzun süre o kesişim noktasında hapis kalmış Nerval; ama düşününce bunun gönüllü bir mahpusluk olduğu fikrine kapılıyor insan. Gautier şöyle açıklıyor arkadaşının hayalperest yapısını: “Kanatlanmış ruhu alçaktan uçuyor gibi görünen bedenini beraberinde sürüklerdi. Rüyasının desteğiyle sanki gerçekliğin üzerinde uçuşuyor gibiydi.”[3] Ancak ilginç bir şekilde kendini toplumdan soyutlamış, izole bir yazardan söz etmiyoruz. Gayet hoşsohbet bir kişilik bu ve arkadaşları onun sohbetlerine doyamıyor; çünkü tam bir kitap kurdu ve redingotunun koca cepleri hep oradan buradan toplanmış birkaç kitap, birkaç not defteri ve not kâğıtlarıyla dolu oluyor.

Görüyoruz ki Nerval’in farklılığı bir ölçüde selim mizacından kaynaklanır, kötülükle bir alışveriş içine girmez. Bir sonraki kuşağın sembolist şairlerinin çoğu gibi “kötülük çiçeklerinin” veya “cehennemde bir mevsim”in değil, düş çiçeklerinin ve kendi düşsel krallığının peşindedir – bir bakıma Fransızcaya kazandırdığı Alman Romantikleri’nin çizgisinin devamıdır bu. Kötülüğün sahiplenilmesi kötülüğün ortasında kalmış bir varoluşun savunma refleksi sayılabilir; böylece kötümserlikten kötülüğe ya da sinizme giden bir rota seçilmiş olur: “Fin de siècle” veya dekadansın rotası. Ancak Nerval bu rotada değildir; melankoliyi sahiplenir ama kötümserliği veya kötülüğü sahiplenmez. Belki de bu yüzden Paul Verlaine onu 1884 tarihli Les Poètes maudits (Lanetli Şairler) derlemesine dahil etmez – kim bilir, belki de Nerval’in “lanetli” olmadığının, sadece “tuhaf” olduğunun o da farkındaydı. Bu tuhaflık yarı yarıya dünya dışında yaşayan, çocuksu bir ruhtan kaynaklanır; Nerval’in dünyada-olamayışı onu kötülük/iyilik, iyimserlik/kötümserlik dikotomilerinin ötesine taşır. Aşk acısından bahsettiğinde bile mutsuzluğunun ne kadarının acıya, ne kadarının neredeyse kutsal saydığı bir heyecana ait olduğunu sorgulamak gerekir; çünkü Gautier’ye göre Nerval bile isteye “aşkta başlangıçlarla” yetinmeyi tercih eder; gönül maceralarını sonuna kadar götürmek yerine kesintiye uğratır ve aşkı hayal etmekle aradığı aşkı bulur: “Bu hayal öyle yoğundu ki, gerçekleşmesi ona hiçbir şey katmazdı.”[4] Gautier’nin bu oturaklı saptamasından sonra Nerval hakkında birtakım psikanalitik açıklamaları devreye sokmak neye yarar?

Kargış peşinde olmayan Nerval alkış peşinde de değildir:

“Herkesin, kalabalığın bakışlarını üstlerine daha iyi çekebilmek için, şöhretin borazanları önlerinde, dört beyaz atın çektiği altından bir araba üzerinde sokaklarda boy göstermek istediği bir dönemde, başkaları ışığı ararken Gérard özenle gölgeleri arardı.”[5]

Gölgeler her zaman Nerval’in yurduydu – ne ışığa ne de karanlığa ait olan özerk bir bölgede yuvalanmıştı ama bir yandan da habis bir şeyler tarafından ağır ağır kuşatıldığı, karanlığın yaklaştığı sezgisine sahipti. Gautier onun tüm halkların hurafelerini bilmekle yetinmeyip benimsediğini de belirtir. Nerval için dünya bir işaretler toplamıdır ve her olguyu, küçük bir tesadüfü bile gelecekteki bir şeylere yorar. Bu türden bir kehanet semiyolojisinde yaşantıyla anlam yer değiştirir ve bu yolla yaşam bir yazı gibi, göstergeler toplamı olarak algılanır. Artık bu bir inanç sorunu değil, neye ne zaman inanılacağı sorunudur. “Benim en az on yedi dinim var” diyen Nerval fark ettirmeden dostunun ilk adını aşırmış gibidir – Teofil, yani bir Tanrı-sever, ya da Tanrı dostu.

Ne var ki göstergelerin zemini kaygandır; her yerde işaret görenin, bir süre sonra kendi işaretli, mimli hale gelir. Erken dönem eserlerinden sayılabilecek bir şiirinde belirttiği, bakışındaki “kara nokta/siyah leke”,[6] kimliğini yitirmek üzere olduğu dönemdeki şiirinde artık bir “kara güneş”e dönüşmüştür:[7]

Bir zamanlar çok genç ve çok gözüpektim,
Utkuya bir an sabit gözlerle baktım;
Aç bakışımdan kara bir nokta kaldı.

O gün bugün, bir yas işareti gibi
Görürüm her yerde o siyah lekeyi
Karışır her şeye, gözümün daldığı![8]

***

Ben Zifiri Karanlık, –ben ki Dul, –Çaresizim,
Şatosuna el konmuş, ben, Aquitaine Prensi
Tek Yıldızım da öldü, – şimdi yaldızlı sazım
Taşıyor Melankoli’nin Kara Güneşi’ni[9] 

Nerval’in ruhsal durumundaki bozulma biraz sanatçı kaprislerinin doğal karşılanması, biraz da zaten kendine özgü bir kişilik olarak bilinmesi nedeniyle her nasılsa arkadaşlarının gözünden kaçar – sessizce kuytuda yaşarken yavaşça gerçeklik aradan çekilir; sahneyi mutlak düşlere bırakır. Gautier’nin birkaç kez vurguladığı gibi, psikotik ataklar sırasında ya da hemen sonrasında yazdığı metinlerdeki estetik yetkinlik, biçimsel mükemmeliyet şaşırtıcıdır. Bu bize aklını kaybetmekten çok aklını kazanan bir insanı düşündürüyor. Kısa bir parçasını yukarıda alıntıladığım “Les Chimères” içindeki tüm sonelerde kendini çeşitli mitolojik, masalsı, tarihsel karakterlerle özdeşleştirmesini nasıl yorumlamak gerekir? Jungcu analitik psikoloji bu konuda bir ipucu verebilir mi? Bunlar ayrıca tartışılabilir. Edebiyat alanında kalırsak, benim fikrime göre Nerval’in yazısının doruğunu, son bölümleri öldükten sonra redingotunun ceplerinde bulunan “Aurélia, ya da Rüya ve Yaşam” oluşturuyor. Aurélia’nın düzyazısı, Alman Romantikleri’nin en iyi fantastik öykülerinin daha şiirsel versiyonu gibidir; bir yandan da spiritüel günceye benzer, çünkü okuduğu tüm mistik/teolojik/mitolojik külliyat kişiselleşmiş bir şekilde bu metne katılır. Gautier, Nerval’in olağanüstü entelektüel hâkimiyetini şu sözlerle aktarır:

“[Aurélia’ya] Deliliğin hatıralarını onun diktesiyle yazan Akıl demek daha doğru olur. Burada filozof sanrılı kişinin gördüklerine soğukkanlılıkla tanıklık eder. Onları yadsımaz, onlarla savaşmaz; onları açıklar, başlangıç noktalarını gösterir, gidişatlarını izler (…) ilişkilerini belirler.”[10]

Aslında Aurélia içindeki şu cümle Nerval’in bu türden bir parçalı-bütünlüğü sahiplendiğini gösterir:

“Her insanda bir seyirci, bir oyuncu var, konuşan ve yanıtlayan.”[11]

Öyleyse bu bir yarılma değildir; zaten varolan çokluğun farklı dereceleridir: Bazen Filozof, Deli’yi gözleyecek; bazen Deli, Filozof’u oyuna dahil edecek; seyirci ile oyuncu, soran ile yanıtlayan sürekli yer değiştirecek; ölünün cebinden artakalan yazıyı okuyarak yazıda devam eden bilincin kalıntılarına tanıklık eden her okur da, kendi çokluğu içinde bu diyalojik monoloğa katılacaktır.

Böylelikle Aurélia’nın anlatıcısının yazarıyla özdeşleştiği, fantastiği kurgulayanın o fantastiği yaşadığı noktaya geliriz: Nerval’in bir yazar olarak değil, bir insan olarak düş-gerçek sınırını ihlaliyle veya belirsizlikteki varoluşuyla, Hoffmann’ın Nathanael’inden[12] veya Tieck’in Eckbert’inden[13] pek farkı yoktur. Aslında o kadar geriye gitmeye gerek yok; Gautier 1832 tarihli, Onuphrius adlı ironik öyküsünde bir sanatçı olan kahramanının kaderinden şöyle söz eder:

“Gerçekliğin gemisinden ayrıldıktan sonra fantezi ve metafiziğin bulutsu derinliklerine atılmıştı; fakat oradan bir zeytin dalıyla geri dönmedi; ne ayaklarını basacak kuru toprağa ulaştı ne de geldiği yoldan nasıl geri dönüleceğini bulabildi (…)”[14]

Bir kurgu yapıtındaki bu sözler ilginç bir şekilde Nerval’in geleceğini de betimler; sanki Gautier arkadaşının yirmi yıl sonraki durumuna dair bir kehanette bulunur gibidir. Fakat bu bir kehanet değildir; sadece Nerval’in yaşamının, dostuyla ortak duyarlılıklarının yönlendirdiği yazınsal yapıtın bir parçası haline geldiğini gösterir – bu kurgu ile gerçeğin yer değiştirmesi olmaktan çok, aynı zihinsel dolayım içerisinde yoğunluklarının değişmesidir. Çünkü gerçeklik düşü dışlamadan baskın hale geçemez ama hiçbir düş de gerçekliği didiklemekten, aşındırmaktan vazgeçmez; pek çok başka şeyle birlikte yazıya da çağrıdır bu. Gautier küçük ama derin portre denemesinde yazıya karışmış dostunu oradan geri çağırmaya çalışır; anlaşılamamış bir insanın yarım kalmış meramını aktarırken kendi içindeki bir boşluğu da kapatmaktadır. Görülür ki, yaşarken paylaştıkları yazınsal ortaklığı ölüm de sonlandıramamıştır: Bize bir şair veya yazarı değil, bir yazı-insanını anlatır; düş kuran, düşünü yaşayan, yaşamını düş gibi kuran bir insanı anlatır – anlattığı gölgeleri aynalara tercih eden bir insandır ve Gautier onu kendi gölgesi gibi anlatır.

 

NOTLAR:


[1] Kitabın başlığının Nerval’in Hayatı olarak çevrilmesinin pratik sebeplere dayandığını düşünüyorum: Herhangi bir Gérard değil de, Nerval olan Gérard’dan bahsedildiğini anlayalım diye.

[2] Théophile Gautier, a.g.y., s. 8.

[3] Théophile Gautier, a.g.y., s. 10-11.

[4] Théophile Gautier, a.g.y., s. 61.

[5] Théophile Gautier, a.g.y., s. 26.

[6] Gérard de Nerval, “Siyah Nokta” adlı şiirden alıntı, Küçük Aylaklık Şatoları içinde, çev. Erdoğan Alkan, Varlık Yayınları, 2005, s. 22.

[7] Gérard de Nerval, “El Desdichado” adlı şiirden alıntı, a.g.y., s. 67.

[8] Gérard de Nerval, “Siyah Nokta” adlı şiirden alıntı, Küçük Aylaklık Şatoları içinde, çev. Erdoğan Alkan, Varlık Yayınları, 2005, s. 22.

[9] Gérard de Nerval, “El Desdichado” adlı şiirden alıntı, a.g.y., s. 67.

[10] Théophile Gautier, a.g.y., s. 62.

[11] Gérard de Nerval, “Aurélia, ya da Rüya ve Yaşam”, Ateşin Kızları içinde, çev. Erdoğan Alkan, İthaki Yayınları, 2005, s. 109.

[12] E.T.A Hoffmann’ın Kum Adam (Der Sandmann, 1816) adlı öyküsünün kahramanı.

[13] Ludwig Tieck’in Sarışın Eckbert (Der blonde Eckbert, 1797) masalının kahramanı.

[14] Théophile Gautier, “Onuphrius yahut Bir Hoffmann Hayranının Fantastik İncinmeleri”, Fantastik Öyküler içinde, çev. Kemal Ergezen, Doğu Batı Yayınları, 2018, s. 57.