Yazdan esinlenenler

yaz-öyküleri

Yaz Öyküleri

Derleyen: ONUR ÇALLI

Öyküler: ASLI AKARSAKARYA, AYÇA ERKOL, AYŞE BAŞAK KABAN, AYTEN KAYA, ÇAĞDAŞ KÜÇÜK, DEFNE SUMAN, DENİZ ARSLAN, DERYA SÖNMEZ, DURAN EMRE KANACI, ESRA ÖZDEMİR DEMİRCİ, GÜL İNCE BEQO, GÜLHAN TUBA ÇELİK, HAKAN SİPAHİOĞLU, HAKKI İNANÇ, HALİL YÖRÜKOĞLU, HANDE ÇİĞDEMOĞLU, M. BARIŞ ÖVÜN, MAKBULE ARAS EİVAZİ, MEHMET CAN ŞAŞMAZ, MEHMET FATİH ÖZBEY, M. ÖZGÜR MUTLU, NALAN KİRAZ, NİLÜFER ATAÇ CANBAYIR, RUHŞEN DOĞAN NAR, SUZAN BİLGEN ÖZGÜN, TUNÇ KURT, VUSLAT ÇAMKERTEN Kitap Cumhuriyeti Haziran 2021 228 s. PDF

 "Ekranımızdaki örnekte yirmi yedi yazar Onur Çalı'nın editörlüğünde bir araya gelmiş. Böylesi bir güç birliği önemli çünkü yalnızlık mesleklerinden yazarlığın kolektifliğe evrilmesi nâdirattan. Öyle olmasına öyle de bunca imzayı yayınlayacak, bu öncü kitabın projelendirmesini taşıyacak yapı da sıradışı olmalı elbet. Kitabın yayıncısı neresi mi? Eylül 2020 kuruluş tarihli dijital kitap platformu Kitap Cumhuriyeti."

ÖMER ALTAN

Karantina günlerinde sanat, muhatabına ulaşmak için yeni yollar arıyor. Konu kitap olduğunda bu yollardan birisi elbette e-kitap ama daha ötesi bu metinde söz açtığımız örnekteki gibi ücretsiz e-kitap. Madem bu e-kitap ücretsiz öyleyse kolayca indirebileceğiniz bağlantıyı hemen ekleyelim, buyrun Yaz Öyküleri.

Yazanın yazma iştihâsı hız kesmeden devam ederken sistemin yazara hakkını vermekteki sorunlu yaklaşımı da o oranda azmanlaşıyor. Bu ters açının düşüncelere sürüklediği isimler yeni açılımlara yöneliyorlar. Ekranımızdaki örnekte yirmi yedi yazar Onur Çalı'nın editörlüğünde bir araya gelmiş. Böylesi bir güç birliği önemli çünkü yalnızlık mesleklerinden yazarlığın kolektifliğe evrilmesi nâdirattan. Öyle olmasına öyle de bunca imzayı yayınlayacak, bu öncü kitabın projelendirmesini taşıyacak yapı da sıradışı olmalı elbet. Kitabın yayıncısı neresi mi? Eylül 2020 kuruluş tarihli dijital kitap platformu Kitap Cumhuriyeti.

Karşımızda butik bir yayınevi var: Emrah Polat'ın Terra Rosa'sı, Melek Kılıç'ın Adsız Pencereler'i, Sabahattin Ali'nin Sırça Köşk'ü, Nazê Nejla Yerlikaya'nın Günah Çalılıkları, Orhan Veli'nin Seçme Şiirler'i… Ve bunlara eklenen butik bir öykü seçkisi var. Mevsim yaz ve yazarlara giden bildirim buncacık bilgiden öyküler türetmeleri; sınırsızlıkla, özgürlükle. Kolay iş mi? Ne münasebet, fakat onlar okura ulaşmak adına imgelemlerine dalarak sürprizler çıkarmakla yükümlü olmayı kendileri seçmişler. Öyleyse iş başa düşer ve yerleşirler masalarına, taka da tika da, farazî daktilo sesleri arasında kapanma günlerinin boğuculuğundan bizi büyüleyecek metin parçaları çıkarırlar. Sonra da kitaplaştırıp usulca bırakırlar sanal kapımızın önüne. Hediye vermenin diriliğinden pay alırlar. Ne kadar ulvî, fakat beri yandan da ne kadar düşündürücü.

Şimdi bu nazik insanların armağanını reddetmek uygun düşmez tabii, böyle bir kabalığı kendimize konduramayız okur olarak, başlarız e-sayfaları çevirmeye, ileri atmaya, zaman zaman geriye sarmaya. Dile kolay yirmi yedi öykü, kimlerden? Hızlıca sayalım, Aslı Akarsakarya, Ayça Erkol, Ayşe Başak Kaban, Ayten Kaya, Çağdaş Küçük, Defne Suman, Deniz Arslan, Derya Sönmez, Duran Emre Kanacı, Esra Özdemir Demirci, Gül İnce Beqo, Gülhan Tuba Çelik, Hakan Sipahioğlu, Hakkı İnanç, Halil Yörükoğlu, Hande Çiğdemoğlu, M. Barış Övün, Makbule Aras Eivazi, Mehmet Can Şaşmaz, Mehmet Fatih Özbey, M. Özgür Mutlu, Nalan Kiraz, Nilüfer Ataç Canbayır, Ruhşen Doğan Nar, Suzan Bilgen Özgün, Tunç Kurt, Vuslat Çamkerten. Öykü dünyasında kendi ayak izlerini takip etmeye gayret eden bir dolu isim.

Duran Emre Kanacı'nın “Temmuz Yolu” öyküsünden bahsedelim. Bir suç anlatısı kuruyor, gerilimli, aile yapısının görünmeyen yüzüne dokunuyor, evet ama daha önemlisi ne? Kullandığı teknik, özgünlüğe uzanıyor. Her şeyi bilen anlatıcıyı sabit pozisyonundan çıkarıp harekete sürüklüyor, bu kıymetli arayış geliştirilmesi gereken yönlere akıyor. Adım adım okuru yürüten fakat bunu yaparken bunu yaptığını asla hissettirmeyen dinamik akış, yazarın kullandığı sesten ayrışamaz nitelikteki bu büyük başarı.

"Yazın en civcivli zamanlarında güneşin, kumun, tepelerin serinliğinin lezzeti yaz okulunda kazanacakları fazladan bir maaşla mukayese edilemezdi."

Hande Çiğdemoğlu'nun “Çok Uzak” öyküsünden söz açtığımızda ise Abhazca dilinin kaderine deyip geçmemiz zorunlulaşıyor. Bu öykünün yaprak yaprak açılan tabiatı bir kalbin acısına usulca batmamıza sebep oluyor. Ne okuyor olduğumuzu farketmeden kapılıyoruz anafora ve ufak olaylardan örülen çukura düşüp aklımızdan çıkaramadığımız anılara hapsoluyoruz.

"Kardeşim benim kadar kolay ikna olmuş mudur bilmiyorum. Gerçi ben, ikna olsam da olmasam da denilene razı olacak kadar küçüktüm o zamanlar."

Ayça Erkol'un “Ateş Böceğim Olur Musun?” öyküsünde yaz mevsimi, anlık mutluluğun ve kendini bırakmanın simgesi olarak kullanılıyor belki ama önemli olan öykücünün bu simgeyi neyle çarpıştırdığı. Kurulan yapı içerisinde gerçeğin keskinliği okurun boğazına çöküveriyor. Ateş böceklerinin içinde uçuştuğu metinde sevinç ile hüzün hiçbir yere ulaşmak gerekliliği olmayan bir trenin sürekli makas değiştirmesi misali birbirini zik zaklıyor.

"Artık içi boş bir kabuktan farksız hale gelmiş beden, böyle anlarda sanki birden ağırlaşıyor, yoğunlaşıyor, etler sıkılaşıyor, kemiklerin içine yaşam mı ölüm mü belli olmayan ağır bir nefes üfleniyordu."

Ruhşen Doğan'ın “Koyun Koyuna” ve Mehmet Fatih Özbey'in “Kavanoz”  öykülerinde iki muhteşem fikir çok kısa işleniyor; damağa sürülen bal tadı, okuru daha fazlasını ister hale düşürüyor.

Liste uzadıkça uzar ama şimdilik duralım. Öyküleri ve öykücüleri daha fazla anlatmadan her okuru kendi kavrama istek ve ihtiyacıyla baş başa bırakalım. "İyi de diğer öyküler?" dediğinizi duyar gibiyim, onlardan çıkarımlar yapmak da size kalsın. Tondan tona geçen bir bukalemunun sırtına atlamak gibi bu kitapta yolculuğa çıkmak. Bir lahza sonrasını kestiremeden ilerlemek, çıkışa ulaşabilmenin tek yolu.

Sayfaların ne faş edeceğini öğrenmek sizi anlatılanlardaki efsundan koparmaz ama içinizdeki derin gizem duygusundan çalar. Hayır olmaz, kabul edilemez bu, öyleyse yazlıklarınızı giyip sımsıkı sarılın merakınıza ve bırakın kendinizi yirmi yedi ayrı bilincin aynasına. Sakın yazın gelip geçici ferahlığına vurgun düşmeyin, bu yazarların hiçbirine güvenilmez, fazla da kapılmaya gelmez kelimelerden tasarladıkları tılsımlara, bilinçaltlarında kaybolmak da var cümlelerin ucunda, mukayyet olun aklınıza, bir çırpıda akıtıverin bahsedilenleri zihninizden, kabul ettiğiniz hediyenin keyfini çıkarın ama fazla da kalmayın etkisinde, bu ne mümkün, değil mi? Doğru, mümkün değil, yazdıkları aklınızda dönmeye devam edecek ve yapacak hiçbir şey yok, büyük ihtimalle artık yaz sizin için asla aynı olmayacak.

 

* italik alıntılar kitaptandır.