(U)mutlu olmanın şartı azimden geçer

Yaşasın-Artık-İşsizim

Yaşasın Artık İşsizim

ÖZLEM AÇAR

Müptela Yayınları 2020 246 s.

Boyuna iş değiştiren, aradığını bulamayan Açar kendisine hep şu soruyu sorar: “Bu benim işim değil! Ben niye buradayım?” Bu soruyu sorarken de kendinden, hayattan hiç vazgeçmez ve deneye yanıla hayatındaki işi bulur. Yaşasın Artık İşsizim’, evet, edebi bir metin değil ama akıcı, kafa dağıtıcı bir kitap. En önemlisi de umut veriyor...

ASLI ÖRNEK

Küçük çocuklara sorulan sorular hep aynıdır; ‘Anneni mi seviyorsun babanı mı?’ ya da ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ İki sorunun da cevabı saçmadır. İlk soruyla daha küçük yaştaki çocuktan bir ayrım yapması istenir. Çok büyük hava delikleri yoksa hem anne, hem de babadır cevap. Bunu soran kişi, süregelen soruyu düşünmeden öylesine sorar. İkinci sorunun cevabını ise o gün, belki o an düşleyen çocuk; hayatını zaten bunu arayarak geçirir. O günkü şartlarda istikrarlı olanı genelde azdır. Hayat, okullar, istekler, puanın yettiği bölüm derken bir şey unutulur; ‘Hayaller’…  Kimse büyüdüğünde o çocuğa ‘mutlu musun?’ demez. Bazen çocuk da mutlu olup, olmadığını sorgulamaz. Zamanla mutlu olmak, bir düşü gerçekleştirmek istemek romantik birer hayal olarak rafa kaldırılır; tek istek para kazanmak, hayatı idame ettirmek olarak hafızaya kazınır. Şartlar buna zorlar. Topluma iş lazımdır, hayaller boş gezenin işidir! Oysa unutulan bir şey vardır ki; umudu olmayanın mutlu olmak için de sebebi yoktur!

İşin ne? Sosyal medya fenomenliği

Geçtiğimiz haftalarda bir sosyal medya fenomeninin kazandığı parayı açıklaması, genç nüfus arasındaki mutsuzluğu, ne istediğini bilmemeyi ve gelecek hayali kur(a)madıklarını ortaya çıkardı. Ve o kadar üzüldüm ki, Twitter’da yaşları 19 ila 28 arasında değiştiğini düşündüğüm bir grup genç, belki de sadece para kazanmak için seçtikleri okuldan, yaptıkları işten şikayet ediyordu. Sevdiği işi yapan da para kazanamadığından dert yanıyordu. Mutsuzluk ateşini ilk yakıp, üzgün olan çocuk doktordu ve tek istediği hastalarına gösterdiği özenin maaşına da gösterilmesiydi. Haklıydı, yıllarca emek vermişti.  Cevap veren diğer takipçilerinin de isteği aynıydı. Sözcük aralarında geçen tek çözüm; sosyal medya ya da Youtube hesabı açıp, takipçi kasmak ve nur topu gibi sosyal medya fenomeni olmaktı.

Yazılanların 99.5’i gerçek!

Bu arada sosyal medyada geçenlerde bir kitap ilanı önce ismiyle dikkatimi çekti: Yaşasın Artık İşsizim! İçeriğini de gerçekten çok merak etmiştim! Basın camiasındaki herkes bu konuya bağışıklık kazanmıştı ama bu yazan kişi acaba hangi sektördeydi ve neyi anlatıyordu? Hemen kitabı temin edip, okumaya başladım. Öncelikle ilginç iş ilanlarıyla başlayan kitap kapağının da çok yaratıcı olduğunu yazmadan geçmeyeyim! Kitabın önsözünde yazarın ‘Bu kitapta yazanların yüzde 99,5’i gerçektir. Ancak çok kıymetli yazarımızın başının derde girmesini istemediğimiz için tüm isimler değiştirilmiştir’ notu kitabın taşlama dolu olacağını sinyalini veriyor ki, gerçekten de öyleydi!

Kayıp olan kazanç olur mu?

Kitap, Karaca’nın üniversite tercih süreciyle başlıyor ki, kahramanımızın o sıralar aklı beş karış havada! Üniversite başvurularına bir gün kala ablasının yaptığı tercihle Trakya Gıda Teknikerliği Bölümü’ne ablasının ‘hiç işsiz kalmazsın bak!’ tavsiyesiyle giriyor. İki yıllık okul süresinde ‘ev arkadaşı zulmünden’ beş ev değiştirerek kurtulmaya çalışıyor. Üniversitenin ardından hemen kariyer sitelerine iş ilanı, gıdayla ilgilenen tüm şirketlere kritere uyup uymamasına göre değil, kafasına göre e-postalar atmaya başlayan Karaca’nın kitap bitene kadar en sevdiğim özelliği hiç yılmaması... Çünkü bizler değil miyiz, başkalarının dediklerini fazla ciddiye alan, onların umutsuzluklarını kendi umutsuzluğumuz sayan… İş dünyasında da birinin yaşadığı umutsuzluğu öğrenip, hayatımıza kopyalamıyor muyuz? Karaca şöyle diyor:

“Kariyer sitelerinde herhangi bir dönüş olmayınca ve inanılmaz tez canlı bir yapıya sahip olunca hızımı alamadım, gıda fabrikalarının kapısını çalmaya başladım. Gidebildiklerime gittim, çoğu kez elime tutuşturdukları iş başvuru formuyla güvenlikten geri döndüm. Hayallerim çatırdamaya başlamıştı, ben kulaklarımı tıkıyordum. Tüm o çatırdamaları duymazsam hayallerimi koruyabileceğime inanıyordum. Ki o sesler bazen bizzat kendi gudubet iç sesim oluyordu. Onunla baş etmek, diğerlerine göre nispeten daha kolay oluyordu. Etrafımda, girdiğim her ortamda mantar gibi türeyen, alaycı ve heves kırıcılar vardı. Kendi yapamamış, istediklerini yaşayamamış, hayatın ona verdiğine razı olmuş kadercilerdir onlar. Ancak mucizelere inanan, ‘İşin Allah’a kaldıcı’lar… Elbette bizim için bazı planları olan ‘Yaradan’ımız var. Lakin Yaradan bize kullanalım diye bir beyin vermiş. ‘Kaderimde varsa yaşarım’ deyip köşeye çekilmek olmaz. Yırtacaksın, parçalayacaksın, kapıları çalacak; gerekirse tekmeleyeceksin. Kendin bulup çıkaracaksın ‘kısmet’ini. Düşündüklerimi sesli dile getirdiğimde alaycı bir ses tonuyla; ‘Hı hıı, gençken biz de böyleydik. Biraz daha piş görürsün nasılsa’ diye yanıtlıyorlardı. Ne kadar istiyorlardı benim yanılmamı, ne kadar istiyorlardı kendilerinin haklı çıkmasını… Karşımdaki kişiye göre kimi zaman içimden, kimi zaman dışımdan ‘Ulan size inat, başaracağım! Hepinize tek tek yedireceğim bu sözleri’ diyor, bu hayatta mutlulukla yapacağım işi aramaya devam ediyordum. ‘Bir gün başarılı ve mutlu bir kadın olma ihtimali’me sıkı sıkıya tutunuyordum. En nihayetinde başaracaktım…” (s. 45)

Bankaların sevdiği müşterisi

Nihayet Karaca bir iş görüşmesi teklifi alıyor ve tabii ki evde bir bayram havası esiyor… İlk iş görüşmesi randevunuzu hatırlayın: Hangi kıyafeti giysem düşüncesi hakim olur, bayram çocuğu gibi sevinilir ve işle ilgili profesyonel soru ve düşünceler arka plana bırakılabilir tabii. Mesela Karaca’nın yaptığı iş adresine bakmamak gibi… Zira ilk girdiği fabrika neredeyse şehir dışındadır. Gideceği yere doğrudan ulaşım aracı yoktur ve saatler süren uzun aktarmalar vardır. Asgari ücret, vardiyalı çalışma, katı kurallar derken çikolata fabrikasında iş başı yapar Karaca. Çekilen tüm dertlerse ilk maaşla son bulur gibi olur.

“Gece vardiyasından sonra gündüz vardiyasına geçtiğimde, bu işin olmayacağını anlamama ramak kalmıştı ki, banka hesabımdaki parayı gördüm. Bir de parayla saadet olmaz derler. Nasıl motive etti anlatamam. Yarısından fazlasını daha işe girmeden harcamıştım. IMF gibi bir ablam vardı sağ olsun. Ona olan borcumu ödeyince, eh evin giderleri için de bir miktar ayırınca geldiği gibi uçup gitti paracıklarım. Lakin keyfimi yerine getiren minik bir kart sahibi olmuştum. İlk defa kredi kartı sahibi olmanın verdiği şuursuzlukla gidip bir maaşımı ayakkabıya yatırdım. Taksitle olunca gözüme görünmedi ama bir yıl boyunca maaşın dörtte birini ayakkabı taksitine verince, o taksitler bitmeyince, üstüne üstlük kredi kartı ekstreme her ay yeni bir taksit eklenince tek kart bana yetmez oldu. Kredi kartı borcunu kapatmak için kredi çeken, sonra o krediyi kapatmak için başka bir kredi daha çeken, bankaların en sadık müşterisi oldum. Böylece sevsem de sevmesem de ayağıma görünmez prangayı taktım ve çalıştığım iş yerine kendimi bağladım.” (s. 57)

İşsiz misin yeniden dene!

Düzensiz iş saatleri, sağlık sorunları derken iyice mutsuzlaşan Karaca, Dikey Geçiş Sınavı’yla üniversite eğitimini de 4 yıla tamamlamaya çalışır. Yaşadığı bir gerginlikle işten ayrılmak zorunda kalan Karaca, bir iki hafta dinlenir, yeniden iş ararım derken önce adı sanı bilinmeyen bir şirketin telefonla elektrik süpürgesi tanıtımını yapmaya başlar. Bu sırada üniversiteye yeniden giriş için kurs parası biriktirmek, banka borçlarını ödemek gibi yükümlülüklerle uğraşırken işten istifa eder. Bir avukatın sekreterliği, yemek operasyonu şefliği, proje müdürlüğü hatta kazandığı para yetmediği için garsonluk, palyaçoluk, figüranlık derken denemediği iş kalmaz. Bir de hayal kurar Karaca, metrobüslerde seyahat etmek yerine onca ödenmesi gereken borca karşın araba parası biriktirmek ister. Catering deneyimlerinden, halden anlamayan ve tek derdi insan sağlığından çok cebini doldurmak düşüncesinde olan patronlarından bunalıp o defteri kapayan Karaca, bir baharat toptancısında işe girer. Çünkü altına araba verilecektir. Hayali gerçek olmuştur ama süreç başka başka olayları da beraberinde getirir.  Bir ara restoran işletmeciliği bile yapar ki, o da ayrı bir sorun olarak hayatının baş köşesine oturur.

Vazgeçme, azmet ve düşmekten korkma!

Kitabın kahramanı Açar, dolayısıyla Özlem Açar, bu yazı boyunca da anlayabileceğiniz gibi gıda teknikerliğinden restoran işletmeciliğine kadar sayısız iş tecrübe eder ve her defasında kendisine şunu sormaktan asla geri durmaz:

“Bu benim işim değil! Ben niye buradayım?”

Bu soruyu sorarken kendinden, hayattan hiç vazgeçmez ve deneye yanıla hayatındaki işi bulur. Spoiler vermek istemediğim için kendine uygun bulduğu işi açıklamıyorum. Yaşasın Artık İşsizim’, evet, edebi bir metin değil ama akıcı, kafa dağıtıcı bir kitap. En önemlisi de umut veriyor ve okuyana ısrarla şunu söylüyor: “Azmet, vazgeçme, düşmekten korkma! Düştüğün yerden kalk ve yeniden savaşmaya başla! Elbet hayat bir şekilde sana da gülecektir!” Korona sürecinde hayatın benzer getirileriyle farklı zamanlarda karşılaşanlar için farklı bir okuma! Genç nesil için de farklı bir bakış açısı yaratabilir; vazgeçip bir kenarda hayata küseceğinize, farklı bakış açısıyla belki hayatınızın işini bulabilirsiniz, kim bilir?