Geçmişten bugüne değişen bir şey yok

moda

Türk Romanında Moda ve Toplumsal Değişim

ÇİLEM TERCÜMAN

İletişim Yayınları

Çilem Tercüman, Türkiye’nin modernleşme sürecinde modanın etkisiyle farklılaşan hayat tarzlarının edebiyata olan yansımasını masaya yatırdığı Türk Romanında Moda ve Toplumsal Değişim adlı incelemesinde işte böylesi bir temel problematikten yola çıkıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk toplumunun modaya bakışı, kadın ve erkek modası, eğlence modası, semtte ve mimaride moda etkisiyle meydana gelen değişiklikler gibi önemli sosyal meseleleri dönemin romanlarındaki yansımaları üzerinden okumayı öneriyor.

ATA HACIMALE

Baudrillard’ın söylediği ne kadar da doğru: “Modernlik bir kodsa moda da onun amblemidir.” Gündelik hayatın şekillendirdiği yaşantılarımız içerisinde moda üzerine gereğinden daha az düşünüyoruz. Moda denen şey çoğu kişi için basit bir illüzyondan ibaret sadece; canı sıkılan şımarık zenginlerin eğlenmek için kendi aralarında top çevirdikleri bir oyun alanı. Ancak ilk görüldüğünde çoğu kişinin dalgasını geçtiği yeni moda elbiselerin, mekânların ya da davranışların daha sonra herkesçe taklit ve talep edilen arzu nesnelerine dönüşmeleri birkaç yılı bile bulmuyor. Tutarsızlık gibi görünen bu durumun aslında çok temel bir sebebi var: modern yaşam. Modernite, taşkın bir sel gibi önüne çıkanı yıkıp geçerken, yerinde sabit kalmak ve mevcudu muhafaza etmek isteyenlerin de çırpınışları aciz birer yardım çığlığından farksız kalıyor. “Modernliğin amblemi” olan moda, her yeni gün durmadan yenilenerek yoluna devam ederken etkisini sosyal hayattan resme, mimarîden sinemaya gösteriyor, edebiyat da bu etkiden payına düşeni alıyor elbette.

Çilem Tercüman, Türkiye’nin modernleşme sürecinde modanın etkisiyle farklılaşan hayat tarzlarının edebiyata olan yansımasını masaya yatırdığı Türk Romanında Moda ve Toplumsal Değişim adlı incelemesinde işte böylesi bir temel problematikten yola çıkıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk toplumunun modaya bakışı, kadın ve erkek modası, eğlence modası, semtte ve mimaride moda etkisiyle meydana gelen değişiklikler gibi önemli sosyal meseleleri dönemin romanlarındaki yansımaları üzerinden okumayı öneriyor. Şimdiye kadar edebiyat incelemelerinde pek el atılmamış ve görece bakir bir alan bu, ortaya çıkan tabloysa son derece ilginç. Doğu–Batı ikiliği ekseninde sıkışıp kalan erken cumhuriyet romanı, moda olgusunu da genellikle bu çatışmanın bir uzantısı olarak tartışma konusu ediniyor kendine. Tarihi İstanbul’a karşı yükselen bir değer hâline gelen Beyoğlu ve çevresindeki popüler eğlence yerleri, toplumsal ahlakı bozan batılı yaşam tarzı ile her türlü mülevves eğlencenin cirit attığı bir yer olarak tehdit unsuru şeklinde romanlara fon oluştururken, bugün son derece normal kabul edilen o günün kadın ve erkek modasına ait unsurlar da erken cumhuriyet dönemi romancıları tarafından ahlakî olarak kabul edilemez bulunuyor.

Çilem Tercüman’ın çalışmasının ortaya koyduğu çıplak gerçek çok açık; dönemin romancılarının modaya karşı bakışları en iyimser tabirle “gözlemci” düzeyiyle sınırlı. Ancak bu sınırı aşan ve ahlakî olarak dönemin moda ürünlerini yozlaşma olarak kabul edip alamod şeyleri küçük görenler de azımsanmayacak sayıda elbette. Edebiyatımızın klasiklerinden Fatih-Harbiye’de Harbiye semti tüm kötülüklerin kaynağı olarak imleniyor âdeta, Yakup Kadri’nin Ankara’sında ise modernleşme çabaları sadece gülünç bulunuyor. Ancak dönemin romanları arasında moda konusunda en gerçekçi tasviri yapan eserlerden biri olan Fakihe Odman’ın Çiçek ve Güneş’i asla gözden kaçmamalı. Çünkü bu romanın satır aralarındaki modayla ilgili sözler, geçmişten bugüne aslında değişen pek bir şeyin olmadığını açık bir şekilde ortaya koyuyor.  Romanda Kayseri’de görev yaptığı sırada bir baloya katılan genç bir öğretmen, müdüründen dostça bir tavsiye alır: “Balolarda şarap içmek, dans etmek, açık elbise giymek ancak İstanbul ve Ankara’da tabii görülür. Burası Kayseri’dir… Kayseri halkı taşa tutar sizi.”

Buradaki ahlakî sorun apaçık ortada. Söz konusu dönemde yazılan romanlarda romancılarımız kendi hayal ettikleri toplum yapısına uygun davranışlara uymayan, ortodoks düzenden sapma emareleri gösteren, farklı bir hayat tarzına geçme arzusuna sahip herhangi bir yaklaşımı kaçınılması gereken sapkın davranışlar olarak görüp buna karşı bir tavır geliştirmekten çekinmiyorlar. Tek bir doğrunun olmadığını kabul etmek istemedikleri gibi, kendi doğruları çerçevesinde bir yaşamı ideal düzen olarak romanlarında okura sunmaktan geri kalmıyorlar. Romanlardaki karakterlerden bu yolun dışına sapanların başına kötü şeylerin gelmesi de kaçınılmaz oluyor hâliyle. Romancının hayal ettiği yolda gidenler sonunda mutlu bir yaşamla ödüllendirilirken, kendi yolunu çizmeye kalkanların sonu mutlaka mutsuzlukla kesişiyor. Erken cumhuriyet döneminde yazılmış bu romanlarda ayıplanan o günün modası pek çok davranışın bugünün dünyasında çok sıradan karşılanan davranışlara dönüşmüş olması ise işi iyice garip bir duruma sokuyor.

Entelektüellerden toplumun ilerisinde olmaları ve onun gideceği yönü tayin etmeleri beklenir. Türk romanının toplumsal değişime verdiği tepkiye bakılırsa bizde durum tam tersi şekilde tezahür ediyor. Çilem Tercüman’ın incelikli çalışması bize erken cumhuriyet romanına modanın ne şekilde yansıdığını başarıyla gösterirken bu soruna da kısık sesle de olsa dikkati çekiyor. Türk romanının göz ardı edilmiş bir tarafı olan moda ve toplumsal değişimle ilgili çok önemli bir çalışma bu. Şimdi edebiyat araştırmacılarına düşen görev erken cumhuriyet dönemiyle sınırlı bu çalışmayı cumhuriyet öncesi ve sonrasına doğru genişleterek okura geniş bir panorama sağlamak olmalı.