Sıriga'nın-Üç-günü

Sıriga’nın Üç Günü

AHMET TURHAN ALTINER

Destek Yayınları 2020 240 s.

Türkçü tarih öğretmeni Ermeni olduğunu öğrenirse...”  Ahmet Turhan Altınerin romanı Sıriganın Üç Günü’nün alt başlığı bu. Bizler bu ülkenin insanları olarak tabir yerindeyse idmanlıyız bu konularda”. Pek çok tanıdığımız vardır, pek çok kişiden duyup öğrenmişizdir nasıl olsa. İşte o kişilerden biri de tarih öğretmeni Hikmet Bey. Onun hikâyesi tehciri ve yarattığı tahribatı anlatırken kırıp dökmüyor merak etmeyin. Çünkü bu kitap konuyu tarihçilere bırakmaktan çekinmiyor. Ayrıca taşradan İstanbul Şişli'ye uzanan bu üç günlük serüven bir tren yolculuğuyla başlıyor. Daha iyi ne olabilir ki?

ADALET ÇAVDAR

Yazar Ahmet Turhan Altıner, Sırasıyla Nokta dergisi, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde yirmi bir yıl süreyle Testus” adını verdiği haftalık siyasi mizah yazıları yazmış. Mimarlık, Arkitekt Kent Yaşamı, Arkitekt Yaşama Sanatı ve Yaşama Sanatı dergilerini çıkarmış.

Hikmet Hocanın oğlu Bozkurt 17 yaşında liseden yeni mezun bir genç. Amcası Cemal'in yanına İstanbul Şişli'ye gitmek için ısrarla tren yolculuğunu seçip babasını da buna ikna ediyor. Kalbimizi çalan bu hareketten sonra yolculuk en çok umulan yerde, Haydarpaşa Garı’nda son buluyor. Amcasının kendisini karşılamaya gelmediğini fark eden Bozkurt'un önünde iki büyük seçenek var. Geri mi dönecek, yoksa kendi başına mı gidecek? Biz böyle düşünürken vapur jetonu aldığını okuyup bir kere daha gurur duyuyoruz. Tabii ya, ne de olsa Sıriga o. Sıkıyönetimin sopasıyla hizaya sokulmaya çalışılan İstanbul'dayız. Sene 1984 ve Boğaz’ın öte yakasında bizi bekleyenler hep bildik, hep tanıdık hikâyeler.

Serbest piyasa ekonomisine geçmişiz. Piyasa ithal üründen geçilmiyor artık. Ceplerinde dolar ve mark olanların keyfine diyecek yok. Kamuya ait ne varsa göz dikmiş kodamanlar. İnşaatın nimet olduğu ve ihalelerin adreslere servis edildiği zamanlar. Televizyon ekranını işgal eden gıdısı sarkık tonton amcalar ülkemizi hak ettiği medeniyet seviyesine çıkarmak için teslim almışlar bayrağı. Ortalık “yürü ya kulum” komutunu almış karakterlerle dolu. Hayali ihracatçısından ispiyoncusuna geniş bir skalada yozlaşma hüküm sürüyor. Halkın gündemi yine yoksulluk, yine açlık. Bu kasıtlı yoksulluk din ya da milliyet tanımadan önüne gelen herkesi yutmaya devam ediyor. Aynı Mr Pack-Man gibi. Bozkurt'un arz-ı endam edeceği sahne işte böylesi tuzaklarla dolu.

Sora sora amcasının muhitini bulan Bozkurt, Zeynep isimli gazeteci/jurnalci bir genç kız sayesinde hem amcasının evini buluyor hem de esnafla ve çevresiyle ilk temasları kuruyor. Mahalle karışık, sokaklarda yazılama yapılıyor ve yazılamayı yapanların peşinde koşan kolluk kuvvetleri önüne gelen herkesin başını belaya sokuyor. İstanbul'da karşısına çıkan bu manzara karşısında afallayan Sıriga kendisini kısa sürede amcasının komşuları olan Ermeni abla kardeşe teslim ediyor. Birinci gününün ilk saatlerinde sosyal etkileşimler ve çevreyi tanıma misyonunu sürdüren Bozkurt bizlere karakterini de belli ediyor. Uzun boylu, düztaban, sevimli ama kurnaz.

Babasının Kütahya tren garında kendisine doğum günü hediyesi olarak verdiği pul koleksiyonu, okuyucuyu hikâyenin dönüm noktasına doğru sürüklüyor. Yıllarca biriktirilmiş pullara kıymet biçmek için karıştırılıp kurcalanan katalogdaki bir çizim Bozkurt'un belleğinde bir yerlere temas etmeye başlıyor. Bir taraftan yalnız geçirdiği ilk gün ve gecenin etkisi ve diğer taraftan babasına telefon ya da telgrafla ulaşıp sağ salim vardığına dair bilgi iletme zorunluluğu var. Yine kritik kararlar vermesi gereken Bozkurt kendisinden beklendiği gibi babasına durumu idare edecek bir telgraf çekiyor ama amcasının akıbetinden bahsetmiyor.

İkinci günün yoğun trafiğinde postane ve pul dükkânı arasında gidip gelen bu enerjik oğlan göz altına alınan amcasının günlüklerini de okumaya başlıyor. Kafasında çözülmesi gereken bir yapboza dönüşen bu bilgiler Bozkurt'u yıldırmak şöyle dursun, merakını daha da kamçılıyor. Herkesten gizli ve tabii ki izinsiz okuduğu günlük notlarından amcasına soracak sorular toplayan Bozkurt’un kendisinin ve ailesinin kimliğiyle ilgili şüpheleri iyice artıyor, merakı körükleniyor. Babasının hikâyesi tamamlanmadan öğrenmenin mümkün olmayacağını hissettiğimiz bu açmaz, üçüncü ve son gün Hikmet Hocanın Tavşanlı'dan kalkıp Şişliye gelmesiyle çetrefilleşiyor.

Artık hem pul kataloğundaki resim hem de amcasının neden burada yaşadığı, bu insanların kimler olduğu gibi sorular yavaş yavaş cevap bulmaya başlıyor.  Babası ve amcasının yıllar sonra ilk defa yüzleşmeleri de kitabın en olgun bölümlerinden birisi. Üç yıl önce şok edici gerçeği öğrenip bunu oğlu Bozkurt'tan bile gizleyen Türkçü tarih öğretmeni Hikmet Bey şimdi hem kardeşiyle hem de oğluyla bu trajediyi paylaşarak büyük bir sınav vermeye başlıyor. Üç yıl süren araştırma ve çaba sonucu abisinin geçmişine dair somut bilgiler bulup çıkartan Cemal ise konuyu etnik temelinden çıkarıp emperyalizmin işleyişine dair referanslar vererek okuyabiliyor. Emek/sermaye ilişkisini, 17 yaşındaki hevesli ve meraklı bir gence anlatır gibi anlatıyor.

Kitabın karakterleri son derece gerçek. Tek bir keskin kenar bile yok hikâyede. Kimlik karmaşalarına, darbeye, darbecileri yeşerten iklimin patronu olan sermayeye ve nesiller boyu devredilen bu düzenin tanıkları olan bizlere dair bir dolu mesaj veriyor yazar. Gerek siyasal tahlil gerekse kültürel aktarım ve Ermenice diline olan hakimiyetiyle aslında hem çok yönlü hem de son derece başarılı bir diaspora hikayesi Sıriganın Üç Günü. Çok gerçekçi, bizim gerçekliğimize bire bir uyarlanabilecek bir ecdat mirası adeta.