Bir uzun metraj, beş kısa metraj film senaryosu

oa

Sinematografik

ÖMER ALTAN

Hemen Kitap

Ömer Altan’ın karakterleri felsefî konuşmalar yapmayı ve hayatta yaptıkları şey ne olursa olsun onu sorgulamayı seviyorlar. Bir filmin kısa ya da uzun hangisi olursa olsun izleyicisine sordurması gereken temel bir soru var mıdır diye düşünüyorum. Tek bir günün hatta tek bir saatin anlatıldığı romanlar vardır. Sayfalarca bütün ayrıntılar yazılmıştır. Oysa şimdi anlıyorum ki bir filmin karesine giren her rengin, her biçimin aslında izleyiciye göstermek istediği pek çok yan hikâye var; dakikalar hatta saniyeler içinde anlatılabilen. 

ADALET ÇAVDAR

Elimin altında duran bir senaryo kitabı. Ömer Altan'ın daha önce Görüntüler (2014) ve İşaret Fişeği (2013) adında iki kitabı daha Hemen Kitap etiketiyle yayımlanmış, yazar çeşitli mecralarda denemeler kaleme almış.

Kitapta yer alan ilk kısa senaryonun adı “Rüyet.” Rüyet kelime olarak bakma, görme anlamını taşıyor. Senaryonun ana karakterlerinden biri Tekil, baktığı yerde ölümü ve karanlığı gören biri. Etrafındaki insanlar bunu kendisinin yaptığına yani korkuyu, karanlığı, ölümü ve de canlılığı kendisinin yarattığını, oluşturduğuna onu ikna etmeye çalışıyor. Annesine, babasına, arkadaşlarına baktığı zaman bir yerden hep ölümün ya da karanlığın görüntüleri doluşuyor gözlerinin önüne.

Yaşadığımız çağın karanlığına dair olduğunu düşünüyorum bu kurgunun. Kapanmanın, kısılmanın, gerçek anlamının dışında bizim kendi kendimize oluşturduğumuz bir mahpusluğun içinde yaşama/ yaşayamama biçimimiz bu görme biçimi. Hangimizin eli daha kirli, hangimizin gözü daha açık bilemeden herkes herkesin ötekisi, üveyi hâlini aldığı bu yeni yaşam biçiminin içinde kapanıp kalmakla ilgili bu senaryo. Gündelik hayatı sürdürememeye varan bu hâlin artık bir çeşit bulaşıcı hastalık olarak git gide yayılması gibi. Gözün kendini ve varlığının temel nedenini unutup, aklın ve kalbin içindekileri yansıtmaya başlaması.

İlk senaryo bittikten sonra okuduğum tiyatro metinleriyle kıyaslama yapma gereği duydum. Bir sinema senaryosu ile tiyatro metni arasındaki temel farklardan biri senaryo metninde yönetmenin kendi görmek istediklerine an ve an yer vermesi. O yüzden ki aslında biraz karmaşık düzende yazılmış öykü metinleri olarak görülmesi mümkün bu kitabın.

İkinci senaryo olan “RNB II”de müzikler, okumaya başlar başlamaz duyuluyor. Yeraltından görüntüler geliyor gözünüzün önüne. Bir ekran bazen iki sahneyi ya da kişiyi yan yana gösteren, sigara dumanı, merdiven altı mekânlar, bir radyonun içi ve dağınık görünümlü insanlar. Kimsenin olduğu hâlden memnun olmadığı hikâyelerden biri olarak okunabilir bu senaryo. Olduğu yerde kalmak ve o korunaklı mekânı kaybetmek istemeyen bir Dicey ile Can Devo’nun kısa filmi.

İlk iki senaryo sonrasında diyebileceğim şudur ki Ömer Altan’ın karakterleri felsefî konuşmalar yapmayı ve hayatta yaptıkları şey ne olursa olsun onu sorgulamayı seviyorlar. Bir filmin kısa ya da uzun hangisi olursa olsun izleyicisine sordurması gereken temel bir soru var mıdır diye düşünüyorum. Tek bir günün hatta tek bir saatin anlatıldığı romanlar vardır. Sayfalarca bütün ayrıntılar yazılmıştır. Oysa şimdi anlıyorum ki bir filmin karesine giren her rengin, her biçimin aslında izleyiciye göstermek istediği pek çok yan hikâye var; dakikalar hatta saniyeler içinde anlatılabilen. Ömer Altan’ın şimdilik benim için temel soruları burada ne işimiz var, bu hayatta ne yapıyoruz, bu dünya nedir?

Üçüncü kısa film senaryosu “İstenmeyen Dost” sinema sektörü eski çalışanı ve bir hayli ünlü olduğunu anladığımız bir rejisörün istemediği bir yerde istemediği birisiyle karşılaşması üzerine. Bir otelin barında çok ve gereksiz konuşan Yeni Adam, Eski Adam’la dostmuş gibi davranıyor ama sadece kendi arsızlığınca bunu yapıyor. Eski Adam, Yeni Adam’a maruz kalıyor.

“İyileştir Beni”, uzun metraj olan senaryonun adı. Bir yazma/ yazamama hikâyesi bu. Kerem romanları yazmış az satan bir yazar, kendisiyle aynı adı taşıyan çok satan bir yazarın da olması hayatına biraz ironi katıyor. Onu seveni görmek yerine ona nasıl başkası olacağını göstermeye çalışan bir kadını bir süreliğine hayatına alıyor ve sonra koşa koşa geri dönüyor. Yayıncılık sektörünün ardından sinemayı da deniyor ve elbet bir gün bir yerde başına gelen her şeye rağmen tanınan ve sevilen bir insan olmayı başarıyor. Bu senaryo kitabın içerisinde yer alan senaryolar içerisinde en gerçek olanı. Bugüne özellikle sosyal medya kanallarında bir anda alevlenen o “ünlü” popülasyonuna ve kendini bilmezliğine de dokunuyor. Yayıncılık ve sinema sektörüne dair yaptığı göndermeler ve yarattığı karakterler ile çağın nasıl bir çöplük olduğunu anlatıyor.

Son iki senaryo “Beyin Fırtınası ve “Lusid” ise beş altı sayfalık tek mekânlık senaryolar. “Beyin Fırtınası”nda bir senaryo ve üretim süreci ele alınırken, “Lusid”te rüyaya bir kez daha dönüyor yazar.

Ömer Altan senaryolarında sıklıkla ironiye yer veriyor. Okurken filmin karelerinin nasıl olacağını az çok tahmin edebileceğiniz açıklamalara senaryo yazımının biçimi gereği yer veriyor ve yer veriş bir anlığına kameranın arkasında olma isteği yaratmıyor değil.

Üç kuşak yazar olan bir ailenin ferdi olarak Ömer Altan bu dünyanın içine doğmuş ve kendine bir şekilde yaşamak için yine bu dünyayı seçmiş insanlardan biri. Varoluş ve görünüşle ilgili düşüncelerin toprağını az çok bilebiliyoruz. Sinematografik kitabını/senaryolarını kitap haline dönüştürmek bir biçim arayışı ya da bir birikimi ortaya bir nesne olarak koyma arzusundan olabilir. Bu arzu umarım bir gün bu senaryoların filmleşmesini de sağlayabilir.