Tahakküm sisteminde dürtüsel bir karakter: Erika Kohut

Piyanist

Piyanist

ELFRIEDE JELINEK

çev. Süheyla Kaya İthaki Yayınları 2021 288 s.

"Jelinek'in romanında Kafkaesk bir damar vardır, kahramanın adının bazen “Erika K.” şeklinde yazılması mesela. Ancak bu damar asli olarak, içine hapsoldukları sistemden kaçabileceklerine dair gizliden gizliye umut besleyen kahramanların, bu umut en yüksek seviyeye çıkmışken sistem tarafından öğütülmeleriyle trajik bir sona dönüşen kurguda belirir."

METİN YETKİN

Elfriede Jelinek’in “anne” figürüne bürünmüş eril tahakkümü hedef aldığı romanı Piyanist, Süheyla Kaya’nın çevirisiyle İthaki Yayınları etiketiyle yeniden raflarda. Jelinek annesinin tahakkümü altında ezildiği için zamanla bastırılmış dürtülerinin esareti altında kendine zarar vermeye başlayarak mazoşizme yönelen, röntgencilik yapan, ardından sado-mazoşist bir ilişkiye başlayan orta yaşlı bir piyano öğretmeninin, Erika Kohut’un zihnine okuru buyur etmekte.

Jelinek’in 1975 yılında yayımlanan Âşık Kadınlar romanının ardından sekiz sene sonra yayımladığı Piyanist ilkin biçimiyle dikkat çekmekte, çünkü Âşık Kadınlar’da Jelinek cümlelere küçük harfle başlayarak oksimoron ve totoloji kullanmış, meramını kısaltarak şiirle roman arasında farklı bir biçim denemişti. Piyanist’te ise bu tekniklerden kısmen vazgeçerek daha aşina olduğumuz bir biçim tercih etmiş. İçerik bakımından iki kitap arasında farklılıklar mevcut. Âşık Kadınlar’daki kahramanlar taşra hayatında tek kurtuluş yolunu niteliksiz, kaba, alkolik ve saldırgan erkeklerden biriyle evlenmek olarak görmekteyken, Piyanist’in büyük şehirde yaşayan başkahramanı Erika için durum farklı, çünkü onun için böyle tali bir kurtuluş dahi yok; zira babası yıllar önce bir akıl hastanesine kapatıldığından beri hayatının merkezinde annesi yer almakta. Piyano öğretmeni Erika evlenemez; erkeklerle konuşamaz; bir odaya, hatta bir yatağa sahip olamaz; annesiyle uyur… Hayatının yegâne gayesi annesine ev almak olmalıdır.

“Erika’nın annesinin de müzikten anladığı yok, fakat çocuğu bu müziğe itiyor. Anneyle çocuk arasında centilmence bir yarışma gelişiyor, zira çocuk bir süre sonra müzik konusunda annesini çoktan aştığını biliyor. Annesinin idolüdür o, bunun için de çocuktan küçük bir bedel ister anne: Onun hayatını. Anne, çocuğun hayatını kendisi değerlendirmek istiyor.” (s. 31)

Zamanla Erika erkekleri röntgenlemeye koyulur ve ona sokulan, kendinden on yaş küçük öğrencisi Walter Klemmer ile sado-mazoşist bir ilişki yaşamaya başlar. Böylece annesi kendi bedenine nasıl hükmediyorsa o da Klemmer’ın bedenine hükmetmeye başlayarak dürtüleri için farklı bir tahakküm “mekânı” yaratmış olur. Öte yandan Erika boş zamanlarını Viyana’nın en pis mahallelerinde geçire geçire daha da karanlık bir mizaca bürünür. Buralar porno dükkânlarının olduğu ve kadın ticareti yapılan yerlerdir. İki yüzlü bir Viyana’dır kitabın fonundaki. Bir tarafta ahlaki yozlaşmanın tavan yaptığı karanlık semtler vardır: “Viyana’nın sekizinci bölgesi, cinayetler açısından revaçta bir bölgedir.” Öbür tarafta ise sözde tarihsel iklimi ve kültürel özellikleriyle köklü bir şehir olarak addedilen Viyana’nın müzik başta olmak üzere sanatla ikircikli ilişkisi:

“Viyana Belediyesi’nin eli çok açıktır, fakat sanatsal mesleklerde resmî emeklilik kişiyi yıldırım gibi çarpar, üzerine düştüğü kişinin işini oracıkta bitiriverir. Viyana Belediyesi bu şekilde sanatın bir kuşaktan öteki kuşağa geçmesini acımasızca engellemektedir.”

Piyanist'in sinema uyarlamasında (Haneke, 2002), İsabelle Huppert ve Benoît Magimel.

Otuzlu yaşlarındaki Erika da şehrin bu ikircikli iklimi içerisinde beyhude konser ve kariyer hayalleri kurar. Bu hayallerin suya düştüğünü idrak etmiş bir karakter olduğu için aynı duyguları hiyerarşik açıdan üstün olduğu öğrencilerine dayatmak ister. Öğretmen-öğrenci ilişkisini tersine döndürerek Erika’nın aşk hocası olmak isteyen Klemmer kadının mutsuz yaşamını bozabilecek bir tehdittir. Asla sahip olmadığı duygulara sahip olma ihtimali Erika’yı tiksindirmektedir, çünkü tıpkı annesi gibi onun da aşk tanımı iktidar ve tahakküm üzerine bina edilmiştir. Nitekim konservatuvar öğrencisi genç adamın sadakatini ölçmek için bir mektup kaleme alır. Bu mektupta ona uygulamak istediği sado-mazoşist eylemlerin ayrıntılı tasviri yer almaktadır:

“Erika çantasından, güvenlik nedeniyle sımsıkı kapatılmış bir mektup çıkararak çocuğa uzattı, tıpkı evde binlerce kez aklından geçirdiği gibi. Mektupta aşkın nasıl bir seyir izlemesi gerektiği yazılı. Söylemek istemediği her şeyi döktü yazıya. Klemmer ise, mektupta söze dökülemeyecek, sadece yazılabilecek kadar mükemmel bir şeylerin olduğunu düşünüyor; dağın zirvesine tutunmuş ay gibi parlıyor yüzü. Nasıl da hasretini çekmişti böyle bir şeyin!” (s. 197)

Burada bir ikilem mevcut. Klemmer, Erika’nın kölesi olmayı kabul ederek görünürde onun kölesi olur, fakat Erika, Klemmer’ın bunu kabul ederek aşkını kanıtlayacağını ve bu sayede aslında onu efendiliğe kabul ettiğini sezdirmektedir. Nitekim bazı bazı genç adamdan ona zarar vermesini talep etse de Klemmer ona zarar vermeyi reddedecek ve ilişkilerini daha normal bir düzleme çekmek isteyecektir.

Kurgunun bir diğer özelliği ise yazarın kahramanları kaçamayacakları bir dizge içerisine yerleştirmesidir. Erika ve annesi ego ile süper egonun savaşına benzer bir çatışma içerisindeki, gergin bir ilişkiye sahip olsalar da, biri olmadan öteki yapamaz. Aynı şekilde Klemmer ve Erika’nın ilişkisi de normal bir düzlemde devam edemez. Burada Kafkaesk bir damar vardır, kahramanın adının bazen “Erika K.” şeklinde yazılması mesela.  Ancak bu damar asli olarak, içine hapsoldukları sistemden kaçabileceklerine dair gizliden gizliye umut besleyen kahramanların, bu umut en yüksek seviyeye çıkmışken sistem tarafından öğütülmeleriyle trajik bir sona dönüşen kurguda belirir. Bunu keskin diliyle perçinler Jelinek; şiddet sahnelerini vurgulamaktan, kötüyü, iğrenci üstüne basa basa yazmaktan çekinmez. Bu bağlamda eserlerine bütüncül olarak baktığımızda, Jelinek kendini kadını anlatmaya adayan, kadının içinde bulunduğu yahut bulunabileceği farklı tahakküm biçimlerini tasvir eden, bunu yaparken de okuru dehşet duygusuyla yüzleştiren bir yazar olarak belirir karşımızda.