Komedi ve sinizm arasında mizah

Terry-Eagleton-Mizah

Mizah

TERRY EAGLETON

çev. Melih Pekdemir Ayrıntı Yayınları, 2019 160 s.

Mizah aykırı yönlerin çatışmasından mı kaynaklanır? Yoksa bastırılmış dürtünün serbest kalmasından, baskının gevşemesinden mi? Yoksa mizah benliği özgürleştirmenin değil de, başkalarını hedef alarak onu güçlendirmenin bir aracı mı? Mizahın sağladığı özgürleşme süreci tersine işleyebilir mi?

EMRE TANSU KETEN

Terry Eagleton, ister ideoloji üzerine yazsın, isterse Marx’ın neden haklı olduğu sorusunu yanıtlamaya çalışsın, hemen hemen bütün metinlerinde mizahı dozunda ve ustaca kullanan bir yazar. Hatta bunu Tuncay Birkan’ın kendisiyle yaptığı söyleşide şu sözlerle dile getiriyor:

“(Fredric) Jameson’ın yetkin bir dille yazmadığı bir alan bilmiyorum. Yani benim yapıp da Jameson’ın yapamadığı çok az şey vardır, örneğin mizah!”

Bu nedenle, Eagleton’ın Mizah (çev. Melih Pekdemir, Ayrıntı Yayınları) başlıklı bir kitapla çıkagelmesi kimseyi şaşırtmamıştır herhalde.

Eagleton bu kitabında mizahı, komediyi, gülmeyi, alayı, şakayı çeşitli teoriler eşliğinde anlamaya ve açıklamaya çalışıyor. Felsefe ve psikoloji literatürü içerisinde tartıştığı bu teorileri –beklendiği üzere– edebi metinler üzerinden sınıyor. Kitapta hiç bahsi geçmemekle birlikte –günümüz mizah standartlarının belirlendiği, birbirinin benzeri milyonlarca şakanın üretildiği ve bunların “başarılı” bir benlik inşasının ve benlikler arası iletişimin gerekli şartı haline geldiği– sosyal medya mecrası için de geçerli olduğunu düşünebileceğimiz birçok zihin açıcı şey söylüyor Eagleton.

Bu teorilerden ilki, rahatlama. Burada mizahın kısmen özgürleştirici, dünyayı başka yönleriyle görmemize imkân sağlayan, bizi var olan düzenin bir adım dışına çıkartan yönü vurgulanıyor:

“Freud’un da ileri sürdüğü üzere, mizah bastırılmış dürtünün serbest kalmasından ortaya çıkar, müstehcen veya küfürlü şakalarda ise baskının gevşemesinden kaynaklanır. (...) Asil bir ideale veya yüceltilmiş alternatif egoya harcadığımız enerjiler, nobranca delindiğinde kahkaha olarak serbest bırakılır” (s. 23-24).

İnsanın kendisiyle dalga geçmesinin ya da başkalarının bunu yapmasına izin vermesinin bu nedenle rahatlatıcı bir yönü vardır. Maskenin bir anlık aşağı inmesi, maskeyi taşımanın getirdiği havasızlığa bir nefes sağlarken, karşınızdaki insanların da maskelerinin düşmesi, “zayıflığın komik dayanışması”na, yani başka türlü bir ilişkilenme tarzına olanak sağlar.

Eagleton tam da burada “Dünyanın bazı önemli yönlerine sadece kahkahayla erişilebilir” diyen Bakhtin’e başvurur. Karnavalın, Orta Çağ’ın karanlık ciddiyetine bir direniş olarak var olduğunu söyler Bakhtin. Çeşitli maskelerle, danslarla, oyunlarla bezeli karnavallarda insanlar, her türlü resmi hiyerarşi, kültürel kod ve sosyal baskıdan arınırlar. Burada ortaya çıkan, halkın ciddi yaşamında bastırdığı şeyler, yani küfür, müstehcenlik, aşağılama, kabalık ve aşırılıklardır. Eagleton’a göre ayrıcalıklı bir biliş şekli olan karnavalesk kahkaha, dünyayı durmadan büyüyen, çürüyen, sürekli yenilenen bir yer olarak, “gerçekte olduğu gibi kavrar ve bunu yaparken, resmî ideolojinin yalancıktan ebedi şemalarının değerini düşürür” (s. 40).

Kitapta geçen ikinci teori ise üstünlük teorisi. Burada birincisinin tam tersine mizah, benliği özgürleştirmenin değil, başkalarını hedef alarak onu güçlendirmenin aracıdır. Bu, sosyal medyada insanların paylaştığı bazı hatalı bilgileri, yüksek lisansta makale yazmayı bilmiyor oluşunu, çirkinliğini, altı boş olduğu çok belli olan aşırı özgüven temsillerini, Tiktok videolarını alaya almak olarak karşımıza çıkıyor. Ya da son dönem stand-up’larının dezavantajlı gruplara yönelik gitgide sınırları zorlayan ofansif mizah takıntısında (sınırı iyi kestiren nitelikli örnekler hariç tabii ki). Eagleton’a göre bu, çok daha amaç odaklı, komik olmaktan ziyade öfkeyle bezenmiş kötü bir mizahtır:

“Akıl meseleleri söz konusu olduğunda, gülünmüş olmak, sizin durumunuzun ciddi şekilde tartışılmasından ziyade küçültülmesi, çürütülmesinden ziyade hesaba katılmaması anlamına gelir ve bu aşağılanmanın özel olarak acı verici türüdür” (s. 44).

Üstünlük üzerinden kurulan mizah dili aynı zamanda kısıtlıdır. Sosyal medyada birçok örneğini gördüğümüz gibi, bu dil çeşitli hiyerarşiler içerisinde sadece belli bir grup insanı güldürmeyi başarırken, diğer insanları öfkelendirir. Belli bir espriye gülmek bazı insanları yan yana getirir, güldükleri ise zaten yan yana olmalarını sağlayan şeydir:

“Güleriz çünkü kendimizde başkalarının zafiyetlerine veya kendi önceki yenilgilerimize zıt bir üstünlük olduğunun farkına varırız” (s. 45).

Eagleton’ın bahsettiği diğer bir teori olan aykırılık teorisi ise neden güldüğümüzden çok, neye güldüğümüzü açıklamaya çalışır:

“Bu görüşe göre mizah aykırı yönler çatışmasından kaynaklanır – ani bir perspektif değişimi, beklenmedik bir anlam kayması, uyuşmazlığı veya tutarsızlığı yakalama, alışıldık olanı bir anlığına alışılmadık kılma” (s. 69).

Tarihi çok eskilere dayanan bu yöntemler, günümüzün sosyal medyasının mizahi üslubunu da belirliyor diyebiliriz. Özellikle Twitter –geniş bir kesim için– etkileşimin mizah üzerinden sağlandığı bir mecra olarak işliyor. Aykırılık üzerinden yapılan isabetli vuruşlar, size takipçi kazandırırken, espriniz çok tutarsa bu bir taslak ya da şablon haline geliyor ve uzun bir süre binlerce benzeri üretiliyor. Ancak bu, nüktedanlık sıfatını haiz olmanız anlamına gelmiyor:

“Espri daha kişisel olmayan bir komedi tarzıdır ve bu nedenle elden ele madeni bir para gibi dolaşımda olabilir oysaki en güzel nükte oklarının bir kısmı yazarlarının kişisel izlerini taşır. Tekrarlanmaktan çok alıntı yapılırlar” (s. 120).

Aristoteles, kibar ve hödük mizah arasında bir ayrım yapar. Nükte birebir zekâ ile ilgiliyken ve bir erdem olarak anılırken, hödük mizah (ya da eşek şakası) beden ile ilişkilendirilir ve feci derecede niteliksizdir. Tarih boyunca nükte, görgü ve nezaket ile birlikte, aristokratların ve burjuvaların sahip olması gereken bir nitelik olarak kodlanmıştır. Bu açıdan nüktedanlık sınıfsal bir ayrıcalıktır. Günümüzde de bu farklı bir seyir izlemez. Nüktedanlık, her zaman eğitimli, modern, kültürlü gibi sıfatların yanında yer alır. Bu anlamda mizahın üretim ve tüketiminin kültürel sermayeyle ve tabii ki sınıfsal konumlarla birebir ilişkisi vardır. Sosyal medya mecralarının bu açıdan hiyerarşik bir diziliminden söz edilebilir. İnsanlar platformlarda kültürel sermayelerine, beğenilerine ve biraz da mizahtan ne anladıklarına göre bir araya gelmektedir. Bu anlamda Tiktok ile Twitter’da toplanan insanların ürettikleri içerikler birbirlerinden çok farklıdır. Üstünlük teorisini hatırlarsak, Facebook’takileri bir nebze motive eden Tiktok’ta olmamaları, Twitter’dakileri ise Facebook’ta olmamalarıdır. Ayrıca, bu olgu Twitter’ın içerisinde de, genel olarak birbiriyle etkileşime geçen binlerce yankı odasının oluşmasına yol açar. Yani mizah, sosyal medya ortamında, bir araya gelişleri ve ayrım çizgilerini net olarak çizen bir fenomendir.

Eagleton, mizahın kısmen özgürleştirici ve egemen düşünme sisteminin rayından çıkartıcı yönünden bahsetse de, bunu çeşitli uyarılar eşliğinde yapar: “Gülme, bu anlamda bir baskının yenilgiye uğramasıdır; yine de eğleniriz çünkü tam da onu ihlal etme eylemindeyken kısıtlamanın gücünü kabul etmiş oluruz” (s. 23) derken, tam da bu özgürleşmenin kısıtlı doğasından bahsetmektedir.

“Sanat gibi mizah da yaşadığımız normları yabancılaştırabilir ve göreceli hale getirebilir ancak aynı zamanda onları güçlendirebilir. Aslında, bunları kesin olarak yabancılaştırarak yapabilir” (126).

Bunu en iyi şekilde sosyal medyada yaygın bir şekilde dolaşımda olan “Silivri soğuktur şimdi” şakasında görebiliriz. Cumhurbaşkanına hakaret suçunun işlevselliği komik derecede ayan beyan bir haldedir, ancak bunun üzerinden geliştirilen mizah tam da bu baskıyı güçlendirecek, kanıksatacak bir şekilde üretilmektedir. Bu ve benzeri binlerce şablon espride, mizah bir eleştiri ya da iktidarın söyleminin arkasındakini faş etme aracı değil, kısılıp kalınan yerde, bu konumu kabul etmenin üslubu haline gelmektedir.

Evet sosyal medya, birtakım şeylerin yanı sıra, mizahı da demokratikleştirmiş, birçok insana kendi üretimini dolaşıma sokma imkânını tanımıştır. Ancak bu demokratikleşme, otomatik olarak, niteliğin artması ve mizahın yaratıcı, eleştirel yönlerinin güçlenmesi anlamına gelmiyor. Aksine, aşağılayıcı, yaralayıcı, ırkçı, homofobik içeriklerin de yaygınlaşmasına neden oluyor. Bunların mizah kategorisi altında daha kolay dolaşıma girmesini sağlıyor. Bu nedenle, özellikle bu dönemde, mizah çok ciddi bir mesele.

Eagleton’un şu uyarısını unutmamamız gerekiyor: “Komedi ve sinizm arasındaki çizgi bu nedenle endişe verici derecede ince olabilir” (s. 26).